Bilin bakalım bu genel yayın yönetmeni kim?...
“Yarın sabah erkenden gel; yazı işleri toplantısından önce görüşür hasret gideririz…”
ADNAN BERK OKAN (ÖZEL HABER / ANALİZ)
Az sonra okuyacaklarınız bir fıkra değil…
Bir filme tıpa tıp benziyor ama bir film hiç değil…
Önce, yaşanmış öykümüzü bir anlatayım…
Bir gece…
Meslektaşlarımızdan biri…
Medyamızın en etkin…
Ve…
İktidara verdiği güç açısından da başbakanın nezdinden en itibarlı olan gazetesinin genel yayın yönetmenine telefon ediyor:
“Merhaba abi; ben …. Nasılsın…”
“Ooohhhhh kardeşim benim; çok iyiyim”
“Abi müsait olduğun bir zaman seni ziyarete gelmek istiyorum…”
“Tabii gel, bekliyorum şeref verirsin…”
“Ne zaman geleyim?”
“Yarın sabah erkenden gel; yazı işleri toplantısından önce görüşür hasret gideririz…”
Ertesi Sabah meslektaşımız randevusuna gidiyor…
Kapıya, genel yayın yönetmeninin kendisini beklediğini söyleyip giriş yapmak istiyor.
Listeye bakıyorlar öyle bir not yok…
Yani, genel yayın yönetmenini ziyarete gelecekler arasında meslektaşımızın adı geçmiyor…
“Nasıl olur?” diyor, bir kere de telefonda genel yayın yönetmenine sorulmasını istiyor…
Telefon açıyorlar…
Asistanı “bir dakika” deyip genel yayın yönetmenine durumu aktarıyor.
“Yok hayır” diyor genel yayın yönetmeni, “benim o arkadaşa verilmiş bir randevum yok ve şu anda da müsait değilim”…
Olayı dinleyince Kemal Sunal ve Kamuran Usluer’in oynadıkları, Charlie Chaplin'in Şehir Işıkları’ndan uyarlanan “En Büyük Şaban” isimli muhteşem filmini hatırladım…
Kartal Tibet yönetiyordu.
Filmde köyünden İstanbul'a amcasının oğlunu aramak için gelen Şaban (Kemal Sunal tabii ki) daha otobüsten iner inmez dolandırılıyordu.
Nasıl mı?..
Uyanığın biri Şaban’a Boğaziçi Köprüsünü satıyordu…
Şaban kendisini dolandıranı ararken kendini asmakta olan bir adam (Kamuran Usluer) görüyor ve onu kurtarıyordu.
Ve arlarında, hani gençlerin “kanka” dedikleri ölçüde bir dostluk başlıyordu…
Amaaaa…
Dostluk sadece intihardan kurtardığı çok zengin adamın içkili olduğu zamanlar geçerliydi…
Zengin işadamı gece kafayı çekince adeta bir melek oluyor; Şaban’a sözler veriyor, onu kucaklayıp öpüyor falan…
Sabah uyandığındaysa geceye ait tek bir kare bile yok hafızasında…
Kovuyordu Şaban’ı…
Ne dersiniz?..
Kulis haberimizdeki genel yayın yönetmeni size de Şaban’ı kafayı çektiği zamanlar çok seven Sabah ayıldığında hatırlamayan zengin adama benzemiyor mu?..
Yani ey güzel insanlar!..
Daha önce benzer vukuatına bir Avrupa gezisinde de tanıklık ettiğimiz bu genel yayın yönetmeni medyamızın en etkin gazetelerinden birini yönetiyor…
Haberleri ve haberde kullanılan dili o genel yayın yönetmeni tayin ediyor…
Ve tabii ki…
Medyamıza da o etkin gazeteye de yazık oluyor…