Bi kavga ettiler, bi kavga ettiler kiiii...
Her kitabın sahibi, kavga ettiği meslektaşının kitabını eline almış kameraya doğru sallıyordu…
ADNAN BERK OKAN
Hangi ekrana “zapp” yapsam Wikileaks Belgeleri’nin tartışıldığını gördüm...
Bazısında efendi adamlar tartışıyordu…
Çok içi dolu şeyler değildi söyledikleri ama herkes, bir diğerinin sözünü kesmemeye gayret ediyor, sonra da son derecede saygılı bir ifadeyle kendi fikrini söylüyordu…
Ekranların birinde ise tartışmacılar neredeyse birbirlerini döveceklerdi…
Yok, yok…
Hiçbiri emekli büyükelçi olmadığı gibi, dışişleri bakanlığı koridorlarının büyülü kokusunu solumuşlukları da yoktu…
O kanalın konukları karakolların, adliyelerin tozlu, izbe, karanlık koridorlarında yetişmişlerdi…
Onlar için nezaket, karşılıklı olarak analarına avratlarına küfür etmeden “hakaret” edebilme yeteneğiydi…
Ve dünyanın tartıştığı Wikileaks Belgeleri değildi konu…
Onlar, Türk Wikileaks’ini tartışıyorlardı…
Daha doğrusu…
Karşılıklı yazdıkları kitapların tanıtımı için aralarında kayıkçı kavgası yapıyorlardı…
Her kitabın sahibi, kavga ettiği meslektaşının kitabını eline almış kameraya doğru sallıyordu…
Sallarken bir yandan kitabın kapağının kamera tarafından görülmesi için çaba harcıyor, bir taraftan da elindeki kitabın yazarına bağırıyordu: “Yalan yazıyorsun!..”
Ama…
O kadar “gürültü” vardı ki bir ara balkona çıkıp derin derin nefes aldım…
Yoksa gürültü kirliliğinden ölebilirdim…
Herkesin aynı anda konuştuğu, kimsenin kimseyi dinlemediği o programda bütün tartışmacılar (kavgacılar) karşılıklı olarak birbirlerine “yalancı!” diyorlardı…
Yani, ne kadar “yalancı” varsa, ekranda kavgaya tutuşmuştu sanki…
“Ben, ben, ben” kibir zamiri havada uçuşuyordu, kırık dökük saçlar gibi…
Moderatör de bu kavgacılara, “yahu madem hepimiz yalancıyız, biz burada hangi doğruyu bulacağız?” diye sormayı akıl edemiyordu…
Kimler miydi bu kavgacılar?..
Söyleyeyim:
Moderatör: Yiğit Bulut…
1. Kavgacı: Mehmet Baransu…
2. Kavgacı: Nedim Şener...
3. Kavgacı: Saygı Öztürk...
4. Kavgacı: Şamil Tayyar...
Bir de Erdoğan Aydın vardı...
Benim ve Ahmet Hakan'ın gibi "tarafsız" ayaklarına yattı ama yattığına da yatacağına da pişman oldu...
Neredeyse iki taraf da "Bitaraf olan bertaraf olur!" diyerek Aydın'ı yumruklayacaklardı...
Sıkıldım, diğer haber kanallarına geçtim…
Orada dünya Wikileaks’i tartışılıyordu…
Onları dinlerken de bir şeyi anladım:
Amerika'yı yönetenler biz Türkler kadar akıllı değil…
Neden mi?..
Ne Dışişleri Bakanı Bayan Clinton bizimkiler kadar güzel analiz etti Wikileaks Belgelerini…
Ne de bir başka Amerikalı yetkili…
En büyük hatalarıysa; belgeleri inkâr yerine kabul edişleriydi…
Bizimkileri ise gördünüz…
Her konuda olduğu gibi hemen inkâr!..
Ahmet Davutoğlu için ABD'li kaynaklara “çok tehlikeli bir adam” olduğunu söyleyen Milli Savunma Bakanımız Vecdi Gönül belgeleri yalanlayıverdi…
“Ben öyle bir lâf etmedim”…
Ve kurtuldu…
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Savunma bakanımızdan geri kalır mı?..
O da bugün bazı basın yayın organlarında yer alan Wikileaks belgeleriyle tarafına itham edilen unsurların tamamen “gerçek dışı ve yalan” olduğunu bildirdi…
Zavallı Bayan Clinton…
Sen çık karmalar karşısına…
Sen çık bütün dünyanın önüne…
Ve…
Bütün kriptoları kabul et…
Ne diyeyim bilmem ki?..
Bizim ekran tartışmacılarını dinlerken sık sık Hıncal Uluç'laştım ve "Breh, breh, breh!" dedim üç kere...
Belgeler, Türkiye – ABD ilişkilerini bozarmış…
Yahu korkmayın…
Devletlerarası ilişkilerde “duygu”ya yer olmaz…
Karşılıklı küfürleşseler bile beş dakika (çok mu uzun oldu?) sonra barışırlar…
Çünkü devletlerarası ilişkileri, kişisel onur, haysiyet, şeref falan değil, “ekonomik çıkarlar” belirler…
Yok canım…
Nereden çıkardınız ulusal ekonomik çıkarların belirlediğini?..
Milletlerarası münasebetleri “idari menfaatler” belirler…
Ne Amerika Türkiye’ye küser bu belgelerle ortaya çıkan dedikodular yüzünden…
Ne de Türkiye, Amerika’ya küser…
Dursun, Temel’le karşılaştığında saati sorar.
Temel kolundaki saate bakar, “iki”…
Birkaç saat sonra Dursun’la Temel yine karşılaşırlar.
Dursun bir kez daha saati sorduğunda Temel koluna bakmadan cevap verir, “iki”…
Dursun güler…
“Ula Temel hâlâ mı iki?”
“Ben erkek adamum” der Temel, “sözümden caymam…”
Bizim tartışmacılar belli ki politikacıların Temel gibi olduklarını bilmiyorlar…
Sanıyorlar ki, uluslar arası ilişkiler “sabit”tir…
Zamanla “değişmez”…
Yahu yok öyle bir şey…
Devletlerarası ilişkiler her saat başı, şartlara göre değişir…
Bir saat önce sarmaş – dolaş fotoğraf veren ya da el ele horon tepen başbakanlar, başkanlar; bir saat sonra karşılıklı olarak birbirlerini tehdit edebilirler…
İstiklâl Savaşı bitmiş, Yunan askerleri Edirne’yi terk etmiş; Mustafa Kemal orduları Edirne’ye giriyor…
Halk karşılıklı sıra olmuş, askerleri alkışlıyor…
Alkışlayanlardan biri de Edirne’li Mişon…
Hüsmen, Mişon’a bakıp gülüyor:
“A be sen kimi alkışlarsın?..”
Mişon cevap verir:
“Daha belli deil be iki yozüm…”
Dış politika Mişon felsefesi temeline dayanır…
Hiçbir şey hiçbir zaman belli değildir…
Her an değişebilir…
Korkmayın...
Aksine gülümseyin...
Haber kanalları önümüzdeki haftayı kurtardılar...
Bize de eğlence çıktı...
[email protected]
Hangi ekrana “zapp” yapsam Wikileaks Belgeleri’nin tartışıldığını gördüm...
Bazısında efendi adamlar tartışıyordu…
Çok içi dolu şeyler değildi söyledikleri ama herkes, bir diğerinin sözünü kesmemeye gayret ediyor, sonra da son derecede saygılı bir ifadeyle kendi fikrini söylüyordu…
Ekranların birinde ise tartışmacılar neredeyse birbirlerini döveceklerdi…
Yok, yok…
Hiçbiri emekli büyükelçi olmadığı gibi, dışişleri bakanlığı koridorlarının büyülü kokusunu solumuşlukları da yoktu…
O kanalın konukları karakolların, adliyelerin tozlu, izbe, karanlık koridorlarında yetişmişlerdi…
Onlar için nezaket, karşılıklı olarak analarına avratlarına küfür etmeden “hakaret” edebilme yeteneğiydi…
Ve dünyanın tartıştığı Wikileaks Belgeleri değildi konu…
Onlar, Türk Wikileaks’ini tartışıyorlardı…
Daha doğrusu…
Karşılıklı yazdıkları kitapların tanıtımı için aralarında kayıkçı kavgası yapıyorlardı…
Her kitabın sahibi, kavga ettiği meslektaşının kitabını eline almış kameraya doğru sallıyordu…
Sallarken bir yandan kitabın kapağının kamera tarafından görülmesi için çaba harcıyor, bir taraftan da elindeki kitabın yazarına bağırıyordu: “Yalan yazıyorsun!..”
Ama…
O kadar “gürültü” vardı ki bir ara balkona çıkıp derin derin nefes aldım…
Yoksa gürültü kirliliğinden ölebilirdim…
Herkesin aynı anda konuştuğu, kimsenin kimseyi dinlemediği o programda bütün tartışmacılar (kavgacılar) karşılıklı olarak birbirlerine “yalancı!” diyorlardı…
Yani, ne kadar “yalancı” varsa, ekranda kavgaya tutuşmuştu sanki…
“Ben, ben, ben” kibir zamiri havada uçuşuyordu, kırık dökük saçlar gibi…
Moderatör de bu kavgacılara, “yahu madem hepimiz yalancıyız, biz burada hangi doğruyu bulacağız?” diye sormayı akıl edemiyordu…
Kimler miydi bu kavgacılar?..
Söyleyeyim:
Moderatör: Yiğit Bulut…
1. Kavgacı: Mehmet Baransu…
2. Kavgacı: Nedim Şener...
3. Kavgacı: Saygı Öztürk...
4. Kavgacı: Şamil Tayyar...
Bir de Erdoğan Aydın vardı...
Benim ve Ahmet Hakan'ın gibi "tarafsız" ayaklarına yattı ama yattığına da yatacağına da pişman oldu...
Neredeyse iki taraf da "Bitaraf olan bertaraf olur!" diyerek Aydın'ı yumruklayacaklardı...
Sıkıldım, diğer haber kanallarına geçtim…
Orada dünya Wikileaks’i tartışılıyordu…
Onları dinlerken de bir şeyi anladım:
Amerika'yı yönetenler biz Türkler kadar akıllı değil…
Neden mi?..
Ne Dışişleri Bakanı Bayan Clinton bizimkiler kadar güzel analiz etti Wikileaks Belgelerini…
Ne de bir başka Amerikalı yetkili…
En büyük hatalarıysa; belgeleri inkâr yerine kabul edişleriydi…
Bizimkileri ise gördünüz…
Her konuda olduğu gibi hemen inkâr!..
Ahmet Davutoğlu için ABD'li kaynaklara “çok tehlikeli bir adam” olduğunu söyleyen Milli Savunma Bakanımız Vecdi Gönül belgeleri yalanlayıverdi…
“Ben öyle bir lâf etmedim”…
Ve kurtuldu…
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Savunma bakanımızdan geri kalır mı?..
O da bugün bazı basın yayın organlarında yer alan Wikileaks belgeleriyle tarafına itham edilen unsurların tamamen “gerçek dışı ve yalan” olduğunu bildirdi…
Zavallı Bayan Clinton…
Sen çık karmalar karşısına…
Sen çık bütün dünyanın önüne…
Ve…
Bütün kriptoları kabul et…
Ne diyeyim bilmem ki?..
Bizim ekran tartışmacılarını dinlerken sık sık Hıncal Uluç'laştım ve "Breh, breh, breh!" dedim üç kere...
Belgeler, Türkiye – ABD ilişkilerini bozarmış…
Yahu korkmayın…
Devletlerarası ilişkilerde “duygu”ya yer olmaz…
Karşılıklı küfürleşseler bile beş dakika (çok mu uzun oldu?) sonra barışırlar…
Çünkü devletlerarası ilişkileri, kişisel onur, haysiyet, şeref falan değil, “ekonomik çıkarlar” belirler…
Yok canım…
Nereden çıkardınız ulusal ekonomik çıkarların belirlediğini?..
Milletlerarası münasebetleri “idari menfaatler” belirler…
Ne Amerika Türkiye’ye küser bu belgelerle ortaya çıkan dedikodular yüzünden…
Ne de Türkiye, Amerika’ya küser…
Dursun, Temel’le karşılaştığında saati sorar.
Temel kolundaki saate bakar, “iki”…
Birkaç saat sonra Dursun’la Temel yine karşılaşırlar.
Dursun bir kez daha saati sorduğunda Temel koluna bakmadan cevap verir, “iki”…
Dursun güler…
“Ula Temel hâlâ mı iki?”
“Ben erkek adamum” der Temel, “sözümden caymam…”
Bizim tartışmacılar belli ki politikacıların Temel gibi olduklarını bilmiyorlar…
Sanıyorlar ki, uluslar arası ilişkiler “sabit”tir…
Zamanla “değişmez”…
Yahu yok öyle bir şey…
Devletlerarası ilişkiler her saat başı, şartlara göre değişir…
Bir saat önce sarmaş – dolaş fotoğraf veren ya da el ele horon tepen başbakanlar, başkanlar; bir saat sonra karşılıklı olarak birbirlerini tehdit edebilirler…
İstiklâl Savaşı bitmiş, Yunan askerleri Edirne’yi terk etmiş; Mustafa Kemal orduları Edirne’ye giriyor…
Halk karşılıklı sıra olmuş, askerleri alkışlıyor…
Alkışlayanlardan biri de Edirne’li Mişon…
Hüsmen, Mişon’a bakıp gülüyor:
“A be sen kimi alkışlarsın?..”
Mişon cevap verir:
“Daha belli deil be iki yozüm…”
Dış politika Mişon felsefesi temeline dayanır…
Hiçbir şey hiçbir zaman belli değildir…
Her an değişebilir…
Korkmayın...
Aksine gülümseyin...
Haber kanalları önümüzdeki haftayı kurtardılar...
Bize de eğlence çıktı...
[email protected]