Benim penceremden görünen Ahmet Hakan…
Tarih, Ahmet Hakan gibi dönenlerin kısa süreli başarılarıyla(!) doludur ama sonları hep felâket olmuştur…
Tatyos Efendi Hicazkâr bestesinde şöyle der:
Mani oluyor halimi takrire hicabım
Üzme yetişir üzme fırakınla (ehli sünnetten ayrılmak) harabım
Mahvoldu sükunum beni terk eyledi habım
Üzme yetişir üzme firakınla (sıkıntı) harabım
Ahmet Hakan’ı sevdiğim (samimiyetle söylüyorum) için Ona olumsuz eleştiri yöneltmek beni üzüyor…
Ama ben ne Tatyos Efendi’yim…
Ne de Onun maşukuna duyduğu hisleri taşıyorum Ahmet Hakan’a…
Onun içindir ki, halimi anlatmaya utanacak bir durumum söz konusu değil…
Ama…
Uykularımı kaçıran… ona karşı sessizliğimi bozan sünnet ehlinden ayrıldığını bu kadar “kör, gözüm parmağına” üslubuyla haykırmasıydı…
Harabatımın sebebi işte bu...
İntisab ettiği (katıldığı) yeni mahallenin sakinlerini, sünnet ehlinden ayrıldığına ikna edebilmek için eski mahallelisine yönelik “hakareti” bile aşan makaleler üretme çabasıydı…
Bu mu Ahmet Hakanlaşmak acaba?..
Beğenmediği gazetelere, yazarlara, çizerlere, siyasetçilere, sanatçılara; “Şaklaban, cahil, tetikçi, manyak” demek mi Ahmet Hakanlaşmak?..
Gönlünün çektiği bir hanımefendiye makale boyutunda “mültefit” davranmak ama buna rağmen vermiyorsa yüz; bu kez bir başka makalede “sarkastik” (ne demekse, hiçbir sözlükte bulamadım) davranmak mı?..
Oysa bize öyle öğretmemişti Ahmet Hakan…
Kendiyle alay edebilmenin Ahmet Hakanlaşmak olduğunu bellemiştik biz…
Hem nalına hem mıhına vurmak ama bunu yaparken asla, “patronun da genel yayın yönetmeninin de yalakası” olmamaktı Ahmet Hakanlaşmak…
Sevgili okur…
Eğer rakibiniz yarışmayı “Düşmanlık” bellemişse…
Biliriz ki “geçmişiniz” onun elinde bir nükleer silâhtan beterdir…
Öldürmez ama süründürür sizi…
Hapishanelerin en karanlığına…
En izbesine…
En kelepçelisine…
En kirlisine…
En acımasızına…
En çirkefine…
En soğuğuna…
En sıcağına tıkar sizi…
Hatta…
Geçmişiniz onurunuz olsa bile anlamaz…
Aldırmaz…
Vurur ha vurur…
Son yılların geçmişine hapsedilmeye çalışılan en başarılı gazeteci – yazarıydı oysa Ahmet Hakan…
Elbette hataları da vardı…
Tabii ki o da yanlış yapıyordu ama…
O hataları veya yanlışları onu geçmişine hapsetmek isteyenleri haklı kılmazdı ki…
“Dönek” diyenler…
“Eski İslâmcı” diyerek sözde onu aşağılamaya çalışanlar…
Ve daha da ayıbı…
“Harem”inden söz edenler bile var/dı…
Ben ve GAZETECİLER.COM ona yapılan bu aşağılık, aşağılık olduğu kadar da iğrenç saldırılara hep karşı çıktık…
Bekâr bir adamın özel yaşamını eleştirmek kimin haddineydi?..
Ahmet Hakan, kendi geçmişiyle ve özel yaşamıyla yüzleşmekten yüksünmeyen biriydi…
Eğer kendisiyle dalgasını geçecekse de bunu rakiplerinden (“düşmanlarından” mı demeliydim yoksa?) çok daha iyi, zekice ve kaliteli yapıyor, yapabiliyordu…
Farkındasınız…
“di”li geçmiş zaman eki kullanıyoruz çünkü o Ahmet Hakan gitti...
Yerine böbürlenen, eski mahallesi ile sürekli kavga eden, yakınlaşmak istediği bir hanımefendiye önce çakan sonra da gönlünü alan bir Ahmet Hakan geldi…
O artık kendinden olan olmayan ama güçlü görmediği herkese tepeden bakıyor…
O artık kökten Laik cephenin yeni Engin Ardıç’ı…
Engin Ardıç da zaten artık Ahmet Hakan’ın eski mahallesinin en sevimli(!) kabadayılarından biri…
Demek istemem şu:
Engin Ardıç, Laik demokratlıktan antilaik demokratlığa geçip, dinciler(!) ile uzlaşırken…
Ahmet Hakan ise antilaik demokrasiden gelip, dincilerden nefret eden kinci demokratların(!) oturduğu mahalleye taşındı...
Umarım, Ahmet Hakan bu analizi saygı ile karşılar...
Ama kimi “fanatiklerinin” beni kıyasıya eleştireceklerinden eminim…
Ne de olsa Nasrettin Hoca’nın torunlarıyız…
Komşuya ödünç verdiğimiz bir tencereyi iki tencere olarak iade alınca tencerenin doğurduğuna inanırız da, ödünç verdiğimiz kazanı geri alamayınca “öldüğüne” inanamayız…
“Alkışlar Engin Ardıç için çünkü” diye başlayıp Ardıç Kuşu’nun hakkını teslim etiğimizde sevinen Ardıç Müritleri, Onu “Kaybeden” ilân ettimizde “zekâmızın kıt” olduğunu söyleyebilecek kadar nasıl çileden çıkıyorlarsa…
Aynı şey Ahmet Hakan için de geçerli, başka yazarlar için de…
Değerli okurlar bağlıyorum artık…
Ahmet Hakan’ın kiminle dost(!) olduğu beni ilgilendirmez ama bu demek değildir ki atalarımız “Söyle bana dostunu, söyleyeyim sana kim olduğunu” dememişlerdir…
O söz, yılların deneyim imbiklerinden süzülerek söylendiği için doğrudur ve Ahmet Hakan’ın eski dostları arasında Hasan Karakaya’lar, Zahid Akman’lar, Hüseyin Üzmezler var iken bu gün en yakın dostlarının ise tam da benzemezleri; Oray Eğin, Yiğit Karaahmet ve Tuğçe Tatari olması anlaşılabilir bir şey midir?..
Daha “dün” denilebilecek bir zaman dilimi içinde Ali Kocatepe ve değerli hanımefendisi Aysun Kocatepe’nin müziği ile alay eden Ahmet Hakan ve dostlarının(!) Hıncal Uluç ile barışmayı (gelin de bu barışmayı izah edin bakalım) başardıktan sonra onunla konsere gitmesi ve Aysun ve Ali Kocatepe için köşesinde övgüler düzmesi (Övgüleri haklıydı ama daha önceleri aklı neredeydi?) hangi ilkesizliğin ürünü olabilir?..
Pekiii…
Daha kısa bir zaman öncesine kadar evinde çocukluğunu geçirdiği eski mahalleli dostlarına(!) ise ; “Şaklaban, cahil, tetikçi, manyak” diye çimkirmesini hangi Allah sevgisi bilen yürek kaldırır?..
“Döndüm” demesin bana…
Bu, “dönmek”ten çok ötelerde bir şeydir…
Tarih, Ahmet Hakan gibi dönenlerin kısa süreli başarılarıyla(!) doludur ama sonları hep felâket olmuştur…
Unutmasın ki 1917 devrimi öncesinde Rusların ünlü ama ünlü olduğu kadar ilkeli olamayan başbakanları Kerensky de dönmüştü…
Adnan Berk Okan
22.07.2009