Ben Okan; Berk Okan… Adnan Berk Okan.
Bir ay kadar önce Hadi Özışık’a telefon açtım;“Patron” dedim… “Çok fazla dinlendim, dönebilir miyim artık köşeme?”...
Şöyle olmalıydı o halk şiiri:
Kahvelerim pişti gelin,
köpükleri taştı gelin,
iyi gün dostları,
kötü günüm geçti;
gelin…
Merhaba…
Hatırlayacaksınız…
“Roman yazacağım bana müsaade” diyerek bir süreliğine ve istemeyerek de olsa sizlerden ayrı kalacağımı söylemiştim…
Bir ay kadar önce Hadi Özışık’a telefon açtım;“Patron” dedim… “Çok fazla dinlendim, dönebilir miyim artık köşeme?”...
İtiraf etmeliyim ki cevabı beklerken, zaten her zaman gereğinden fazla hızlı atan kalbim bu defa gümbürdemeye başlamıştı…
“Biraz daha dinlen ağabey çünkü gazeteciler.com’la ilgili yeni çalışmalarım var”...
Eh yani…
Cevap fena sayılmazdı…
En azından rahatlatıcıydı…
Ama ben sabırsızdım, üsteledim:
“Bu defa da fazla dinlenmekten yorulmak üzereyim bilesin”…
“Yok yok seni daha fazla yormam merak etme” cevabını alınca iyice rahatladım…
Ve…
O günden sonra telefonumun ekranında her “Hadi Özışık” yazısını gördüğümde yüreğim hopladı:
“Tamam herhalde, artık dönüyorum”...
Ama her seferinde de tatlı bir hal hatır sormadan öte gitmeyen ağabey – kardeş sohbetleri…
Ve…
Bu sabah…
Telefonun ekranında “Hadi Özışık” yazdı yine çalan zilin sesiyle birlikte…
“Buyur Hadi’ciğim?”…
“Mailimi okudun mu?..”
“Yok hayır, henüz maillere bakmadım”.
Bir yandan da elektronik postamı açtım…
Ve…
Hadi’den gelen mesajı su içer gibi okudum…
Ne mi yazıyordu?..
“Görev zamanı!”
Ve…
İşte…
Gördüğünüz gibi görevime döndüm…
Daha önceleri olduğu gibi “haklılara” hakkını vereceğim…
“Haksızlara” hadlerini bildireceğim…
Bu köşede:
“Dostluk” yok…
“Düşmanlık” yok…
“Arkadaşlık” yok…
“Kardeşlik” yok…
“İltimas” yok…
“Hatır” yok…
“Gönül” yok…
Hâsılı…
Duygudan arınmış bir klavye ve o klavye üzerinde akıl ile mantığın hükmettiği parmakların dansı olacak…
Hoş buldum…
Ben Okan…
Berk Okan…
Pardon…
Bir de en başta “Adnan”ı var…
Adnan Berk Okan