Ben bir vatan hainiyim zira...
Türkiye Cumhuriyeti’nin üzeri de kara kara bulutlarla kaplı uzun süredir…
ADNAN BERK OKAN
Ekonomi yazdığım yıllarda (1994 – 1997) yaklaşık 13.5 milyon hanelik (hane ortalaması 6 kişiye yakındı. Bugün 20 milyondan biraz fazla hane var, ortalaması üçün az üzerinde) bir ülkeydik…
Ve…
Hane halkı gelir ortalaması tam olarak hatırlamıyorum ama çok düşüktü…
Ekonomi ise (neredeyse) tamamen ve sürekli, faizleri yükselterek enflasyonla mücadele etme modeline göre yönetiliyordu…
Yeni üretimi, yeni yatırımı, işsizliğe çare bulup istihdamı arttırmayı konuşan bile yoktu...
Bu arada...
Enflasyon devalüasyonu tetikliyor, devalüasyon – enflasyon – devalüasyon sarmalından bir türlü çıkamıyorduk…
Oysa çok önemliydi… Şimdi anlatayım… Sakıp Sabancı (Merhum) ile yediğimiz yemekten sonra benTürkiye’nin mutlaka ve acilen çözülmesi gereken sorunları sayarken “Eğitim” dediğimdeSakıp Ağa, Özel Kalem Müdürü Ali Haydar Taşlı’ya telefon edip bir rapordan söz etti… Az sonra Taşlı elinde bir dosya ile yanımıza geldi, dosyayı Sabancı’ya takdim etti. (Merhum) Sabancı da aynı dosyayı bana uzatırken, “ağam şunu sen de bir değerlendirsen” dedi ve ekledi, “memleketin en mühim meselesi eğitim”… Dosyayı alıp baktım, eski bakanlardan Prof. Tınaz Titiz tarafından hazırlanmış bir “Eğitim Raporu” idi… Bugüne bakıyorum… Aradan 18 yıl geçti… Ak Parti 12 yıldır iktidarda… Ve bakın neleri tartışıyoruz… Neleri mi?.. İlkokulu bitiren kız çocuklarımızın (Evet çocuklarımızın) en önemli sorununun başlarının örtülmesi olup olmadığını… Yazık… Çok yazık… Bazı bölgelerde aile zoruyla ve henüz 11 – 12 yaşında evlendirilen kız çocuklarımıza “özgürlüklerinin” verildiği iddiasıyla tartışıyoruz hem de… Sanırsınız “ben başörtüsü takmam” diyen bir kız çocuğunun tercihi dikkate alınacakmış gibi… |
Bunu bir makalemde (Akşam’da) “kedinin kuyruğunu kovalaması” olarak tanımlamıştım…
O güne (ve elbette bugüne) kadar kendi kuyruğunu kovalayan kedinin onu yakaladığı görülmüş şey değildi…
Biz de önce faizleri yükseltiyorduk enflasyonu önlemek için…
Gelin görün…
Bu defa da gelir arzı değer kaybedince maaş ve ücretleri de arttırmak zorunda kalıyorduk…
Maaş ve ücretler artınca fiyatlar genel seviyesi yerinde duracak değil ya…
Fiyatlar da yükseliyordu…
Eğer…
Fiyatlar yükselirken buna karşılık TL değer kaybetmiyorsa, bu defa da ihracat düşüyor, ithalat artıyordu…
Haydaaaa…
Bu sefer de ihracatımız artsın, ithalâtımız düşsün ve haliyle cari açığımız kapansın diye paramız devalüe ediliyor ve yine en başa dönüyorduk…
Hâsılı…
“Gelir Arzı” konusu birkaç analizde anlatılamayacak kadar geniş, çok yönlü ve önemli bir konu…
Ancak…
Türkiye’de Ak Parti Hükümeti dâhil hiçbir hükümet bu konuya yeterli değeri ve önceliği vermedi…
“Verir gibi” yapanlar ise olaya “Gelir Arzı” penceresinden değil, “Maaşların yükseltilmesi” penceresinden baktı…
Haliyle “Gelir Arzı” ile “Üretim, verimlilik, kredilendirme, vergilendirme, para arzı” arasındaki ilişki hiç tartışılmadı…
Umarım bundan böyle tartışılır…
Hele Ortadoğu’da çok “Köklü“ siyasi ve ekonomik dönüşümlerin yaşanma sürecine girmek üzere olduğumuz bu günlerde ekonomiyle ilgili konuların IŞİD veya “Barış Süreci” gibi konuların, bir ölçüde “Alenen yapılmasının sakıncası” da göz önüne alınarak daha çok gündeme alınıp tartışılmasında fayda olduğuna inanıyorum…
Yaşım 7 veya 8; babacığım da demek ki 29 veya 30 yaşında… Kırklareli Zafer Bahçesi’ndeyiz babacığımla birlikte… O bira içiyor, ben de gazoz… Bahçenin sahibi geldi masamıza bir ara… Babamdan yaşça büyük… Bir şeyler konuştular önce… Sonra… O amca başını yukarı kaldırdı… “Yeli geldi, seli de gelir” dedi… Sonra da “Eyvallah” diyerek koşuştururken garsonlara seslendi… “ Hadi hadi, masaları toplayın, içeri alın”… Merak ettim… Babama sordum: “Baba yeli geldi seli gelir ne demek?” O da başını gökyüzüne doğru kaldırdı… Koyu siyah ve öbek öbek gökyüzünü kaplamış bulutları gösterdi… “Hani az önce kuvvetli bi rüzgâr esti ya tozlar kalktı yerden… İşte onu söylüyo… Böyle kuvvetli bi rüzgâr ve kara bulutlar olunca yağmur yağar demek istiyo”… Ve… Az sonra gerçekten de çok kuvvetli bir Ağustos yağmuru başladı… Ki… Aradan çok geçmeden de doluya dönüştü… Bahçenin sahibi amca doğru bilmiş, masaları toplatmış, müşterilerini de kapalı mekâna almıştı… “Yaz yağmuru” misali az sonra yağmur dindi… Güneş koyu kara bulutların arkasında bir süre saklanmıştı… İşte şimdi yine gülümsüyordu hepimize… Herkes birbiriyle şakalaşarak ve bir şeyler söyleyerek yeniden çıktı bahçeye… Masalar yeni baştan kondu yerlerine…
Ey güzel canlar!.. Türkiye Cumhuriyeti’nin üzeri de kara kara bulutlarla kaplı uzun süredir… “Yeli geldi seli de gelecek” diye uyarı yapan ustalara, duayenlere, akil insanlara “vatan haini” deniliyor… “Bu havada yağmur yağmaz, panik yaratmayın” diye azarlanıyorlar… Bu arada kimi meslektaşlarımız (Ki hepsi de iktidar medyasında görevlendirilmiş), “uyarı” görevlerini yerine getiren akil insanlara hakaretlerle, küfürlerle ve iftiralarla saldırıyorlar… Bundan 55 yıl önce babasına “yeli geldi seli de gelir” deyiminin ne anlama geldiğini soran çocuk bugün 63 yaşını bitirmek üzere… Ve… Yeli gelince… Ve… Eğer gökyüzü de yere değecek kadar yakınlaşmış kara bulutlarla kaplıysa… Çok şiddetli bir yağmur yağacağını bizzat yaşayarak öğrendi… Ve köşesinden haykırıyor… Ey güzel insanlar!.. Lütfen toparlanın, tedbir alın ki sele kapılmayın… Gökyüzü çok kapalı… Bulutlar kap kara ve yoğun… Üstelik neredeyse yere değecekler… Eh… Yeli de geldi… Seli gelmek üzere haberiniz olsun… |