Bekir’in ruh ve akıl sağlığı…
Bir köşe yazarının “servet beyanı” vermesini “Faşist bir baskı unsuru” olarak görüyorum…
Kanal A televizyonuna, telefonla katılan Bekir Coşkun’u dinlerken söylediklerini düşünerek oturdum klavyemin başına…
Sağlıklı bir beynin o kadar kuşku duyabileceğini aklım almadı çünkü…
Biliyorsunuz…
Aşırı kuşkuculuk günümüzde "hastalık" olarak tanımlanmaktadır...
Kuşkuculuk (Septisizm) yüzyıllar önce bir felsefe ekolüydü ama bu gün kuşkuculuk felsefesinin kurucusu Pyroo yaşasaydı mutlaka akıl hastanesinde tedavi altına alınırdı…
Belki çoğunuz biliyorsunuzdur ama ben bir kez daha hatırlatayım…
Pyrro gençliğinde bir akşamüzeri yürüyüş yaparken, felsefe hocasını kafası bir çukura sıkışmış ve kendini kurtaramayacak bir durumda görür.
Bir süre hocasını öylece izler…
Sonra hocasından öğrendiklerini düşünür…
Kendi kendine şunu sorar:
“Hocamı içinde bulunduğu bu durumdan kurtaracak olursam, ona içinde bulunduğu durumdan daha avantajlı bir konum sağlayabileceğimin herhangi bir kanıtı yok…”
Bu karara vardıktan sonra çeker gider…
Çevredeki yetişen ve filozof olmayan(!) sıradan insanlar yetiştir yaşlı adamcağızı kurtarırlar, Pyhrro’yu da acımasızlıkla suçlarlar...
Ama hocası öğrencisine hak verir ve hatta onu tebrik eder çünkü “doğru olduğuna dair herhangi bir kanıt bulunmayan bir önermeye inanmanın sakıncalı” olduğunu Pyrro’ya kendisi öğretmiştir…
Bekir Coşkun’un kuşkuculuğu buna benzer bir şey gibi geliyor bana…
Bekir Coşkun’a göre hükümetin çalışmalarının ülkenin ve halkın yararına olacağının somut bir kanıtı yok…
Keza, bakanlar kurulu ve Ak Partili vekillerin demokrat olduklarının da somut bir kanıtı yok…
Hele, laik sisteme bağlı olduklarının hiçbir somut kanıtı yok…
Bekir Coşkun bu kuşkularından hareketle olsa gerek: “Ben 6 yıldır, emin de 14 yıldır laik sistemin yıkılacağını yazıyoruz ve işte o noktaya geldik. Laik sistem çökmek üzere” diyor telefonda…
Tam bir kara mizah…
Bunu söyleyen arkadaş Türkiye’nin en sevilen köşe yazarı olarak tanıtılıyor…
Bence “En kuşkucu, en hasta yazarı” demek daha doğru…
Ama…
Aynı Bekir Coşkun, Gazete HT’den transfer ücreti olarak 3 milyon Dolar aldığını ve bunun vergisinin ödenmediğinden kuşkulananları; “Size ne benim aldığım paradan kardeşim?.. Paramı aldım kuruşuna kadar vergimi de ödedim makbuzum cebimde” diye azarlıyor…
Türkiye’nin geleceğinden kuşku duymak hakkını kendinde görüyor ama…
Başkalarının devletin vergi gelirlerinden bir kaçırılma olma ihtimalinden kuşkulanmalarını kabul edemiyor…
Kaldı ki ulusal basında yazan bütün köşe yazarları servet beyanında bulunmak zorundadırlar...
Bu nedenle kamuoyunun Bekir Coşkun’un aldığı transfer ücretini hem merak etme hem de vergisinin ödenip ödenmediğinden kuşku duymak hakkı (Bekir her şeyden kuşku duyduğu için) vardır...
Aslında ben, bir köşe yazarının “servet beyanı” vermesini “Faşist bir baskı unsuru” olarak görüyorum…
Bekir Coşkun’un aldığı transfer parasını da hiç merak etmiyorum, edeni de ayıplıyorum ancak…
Bekir’in, Hükümet’in attığı her adımdan kuşkulanmasını da doğru bulmuyorum…
Eğer Bekir, Hükümet’in aldığı her kararın tehlikeli olduğundan kuşku duyuyorsa, birilerinin de onun aldığı transfer parasının vergisini ödemediğinden kuşku duymaya hakları olduğunu kabul edecek…
Hasılı…
“Ben çok dürüst ve vatanseverim ama Hükümet vatan haini ve tehlikeli” diye düşünen bir insanın akıl ve ruh sağlığının yerinde olma ihtimali, benim Kennedy’yi öldürme ihtimalinden daha azdır…