Bekir Coşkun'lar medyadan temizlenmeli...
Elinde kalem gücü olmayan birilerine küfür ve hakaret ederek geçinen gazeteciler önce patronları tarafından kovulmalı......
ADNAN BERK OKAN
"Canım acıdı” diyor Umur Talu…
Acır ya…
Can onun…
Ama Bekir Coşkun’un kovulmasına canı acıyan Umur Talu, daha önce Milliyet Gazetesi’ne bizzat kendi aldığı bir köşe yazarı, yerine atanan Ufuk Güldemir tarafından kovulduğunda "sus-pus" olmuştu...
Hem de dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in eşi Özer Bey istemişti o yazarın kovulmasını…
Araya da Ufuk Güldemir’in manevi dayısı ve hemşerisi Jaguarcı Zeki Küçükberber girmişti “Kovdurma Elçisi” olarak…
Umur Talu “gık” bile dememişti…
Daha sonra da niceleri kovuldu gazetelerinden ama Umur yine hiç “ses” etmedi…
Sevgili kardeşlerim, Ahmet Kekeç'i, Bekir Coşkun'a destek veren yazısından dolayı "Günün Köşe Yazarı" seçmişler. Onların pencerelerinden öyle görünebilir ama... Bana göre Ahmet Kekeç'in makalesinin özü şöyle: "Ey patronlar ve başbakan; bırakın da hem bizim taraftan hem de öteki taraftan arkadaşlarla sizlere bol bol geçirelim ve sizler de bizi kovmayın"... Olmadı Ahmet... Köşye yazarı kendine "fikir özgürlüğü" ister "küfür başıboşluğu" değil... Yarın bir gün Hasan Bülent Kahraman kovulursa... Yarın birgün Ertuğrul Özkök kovulursa... Yarın birgün Nihal Bengisu Karaca kovulursa... Yarın bir gün Mehmet Yakup Yılmaz kovulursa bütün köşe yazarları hep birlikte ayağa kalkın... Gerekirse "açlık grevi" yapın... Ama... Mesleği kirleten, küfür ve hakaretten başka bir şey bilmeyenleri de lütfen aranızdan ayıklayın... İşi patronlara bırakmayın... Adnan Berk Okan |
Ve…
Başta Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Engin Ardıç, Hıncal Uluç, Hasan Karakaya olmak üzere çok sayıda köşe yazarı; nice siyasetçinin, işadamının, sporcunun, sanatçının haysiyetiyle oynadı…
O kişilerin şereflerini iki paralık etti…
Onurlarını ayaklar altına aldı…
O zaman ne yaptı Umur Talu?..
O yalan, yanlış, yanlı ve kasıtlı yorumlar yüzünden eşinin, çocuklarının yüzüne bakamayan, halkın içine çıkmaya utanan ve geceler boyunca hakkında yazılan karalamaları düşünüp uykuları kaçan o yaralı, o mağdur, o mazlum insanlar için neden yüreği acımadı Umur’un?..
Bekir Coşkun’un “Başbakan” tarafından kovdurulduğunu ima ediyor...
Sanırsınız ki Erdoğan, Ciner Gurup binasına gelip Bekir'i içeri sokmadı...
Yok ya?..
Peki be Umur...
Velev ki Başbakan istedi Bekir'in kovulmasını...
Peki senin patronun Turgay Ciner neden kabul etti o isteği?...
Ne yani?..
Patronunun, Başbakan'dan çıkarı mı var?..
Sevgili Umur!..
Köşe yazarlarının patron parasıyla gerdeğe girme dönemi bitti artık...
Asıl basın özgürlüğü patronlar için lâzım...
Aydın Doğan'ı esir alan Çölaşan'ı unuttuk mu sanıyorsun?..
Turgay Ciner, Aydın Doğan'ın düştüğü çukura düşmedi...
Tedbirini erken aldı...
Çünkü...
Bekir Coşkun, Çölaşan veya Yılmaz Özdil ya da Engin Ardıç - Hasan Karakaya, Hıncal Uluç'ların olmadığı bir medyadır esas olan...
Nedir bu Bekir Coşkun aşkı?
Sadece Umur mu âşık Bekir Coşkun’a?..
Dün de Ruşen Çakır ağıt yakmıştı Coşkun’un arkasından…
Arşive girip baktım da aynı Ruşen’in, daha önce VATAN’dan veya diğer gazetelerden kovulan meslektaşları için bırakın ağıt yakmayı tek damla göz yaşı bile dökmediğini gördüm…
Sevgili meslektaşlarım…
Bir gazetecinin gazeteciyle kavgasını anlıyorum…
Anlıyorum çünkü iki tarafın da elinde silâhı (köşesi ya da ekranı) var…
Ama…
Bir gazetecinin, bir yazarın; bir siyasetçiye, bir siyasi partiye, bir işadamına, bir sanatçıya, bir sporcuya veya (elinde kalem ya da mikrofon olmayan) herhangi bir vatandaşa “basın özgürlüğü” adı altında küfür ve hakaret etmesini anlayamıyorum…
Medyanın hangi kanadından olursa olsun anlayamıyorum…
Kabul de edemiyorum…
İtiraf edeyim ki bir köşe yazarı, bir başka köşe yazarına (tabir bana aittir) çakınca, “Oh” diyorum, “bize iş çıktı…"
Nitekim aynen öyle oluyor...
Kimi kibarca çakıyor bir başka yazara, kimi Engin Ardıç ya da Bekir Coşkun diliyle...
Biz de onları manşete çekiyoruz...
Amaaaaa…
Bir köşe yazarı bir siyasetçiye, bir işadamına, bir kuruma, bir sanatçıya, bir sporcuya veya bir sade vatandaşa çaktı mı; öfkem tepeme çıkıyor...
Bir kez daha ve açık yüreklilikle söylüyorum…
Galatasaray Avrupa Şampiyon Kulüpler ligi şampiyonu olsaydı ancak Bekir Coşkun’un Gazete HT’den kovulmasından aldığım keyif kadar sevinebilirdim…
Daha önce Emin Çölaşan kovulduğunda daha da çok "MUTLU" olmuştum…
Diyeceksiniz ki:
“Bir yazar, bir başka yazarın kovulmasından bu kadar zevk alır mı?..”
Eğer kovulan yazar, bilgi ve fikir yerine küfür ile hakaret ediyor, yargısız infaz yapıyorsa o yazar kovulmalı…
Ve medyanının kirden, pastan gerçekten arımasını isteyen ve küfür - hakaret etmeden de yazı yazma yeteneği olanlar o kovulmalara üzüleceklerine sevinmeli...
Tekraren:
Eğer kovulan yazar köşesini babasının malı gibi kullanıyor, bütün yazılarını iktidara ve Başbakan’a küfür ve hakaret üzerine döktürüyorsa kovulmayı da hapse girmeyi de "hak etmiş" demektir…
Eğer kovulan yazar köşesini babasının malı gibi kullanıyor, bütün yazılarını muhalefet partisi liderleriyle, bazı işadamlarına küfür ve hakaret üzerine döktürüyorsa kovulmayı da hapse girmeyi de "hak etmiş" demektir…...
Yani...
Bir gün Engin Ardıç, Hasan Karakaya ve Hıncal Uluç kovulursa da bayram edeceğim…
Haaa…
Bekir Coşkun’un yaptıklarını ben yapar, elinde kalem gücü olmayan bir siyasetçi, işadamı, sporcu, sanatçı veya benzerlerine “küfür ve hakaret” ettiğim için kovulursam ant içiyorum ki hiç sesim çıkmayacak…
Ama…
Bir meslektaşıma onun diliyle cevap vermiş, onun tarzıyla eleştiri yöneltmiş ve o meslektaşımın gücünden aldığı baskı ile kovulmuşsam tabii ki ortalığı ayağa kaldırırım…
Ben daha önce de yaşadım kovulmaları…
Patronlarımın haklı olduğu durumlarda sesim çıkmadı…
Hatta içinde küfür olmadığı halde yanlış bir bilgi üzerine yaptığım ileri sürülen (sonradan anladım ama iş işten geçmişti) bir makalem nedeniyle kovulduktan sonra da “patron tasarrufudur” dedim ve sustum…
Onun içindir ki beni kovan bütün eski patronlarımla halen dostum…
En azından ben öyle olduğumuzu sanıyorum…
Soğuk savaş dönemi gazeteciliği
Sevgili meslektaşlarım…
Bir köşe yazarı, bir gazeteci “basın özgürlüğünü” istismar etmemeli…
Bu gazete köşeleri bizlerin dilediğimizi satabileceğimiz sanal dükkânlarımız değil…
Eski gazetecilikteki siyasal ve ekonomik sistemle günümüzün siyasal ve ekonomik sistemi aynı mı?..
Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil ve benzeri birkaçının anlayışlarının geçerli olduğu sistem çoktan bitti…
Onların gazetecilik anlayışları hâlâ medyanın reklâm pazarından yıllık birkaç milyon Dolar pay aldığı yıllarda kalmış…
Onların gazetecilik anlayışları hâlâ dış ticaret hacmimizin 2-3 milyar doları aşamadığı yıllarda kalmış…
Ama…
Bu büyük değişimin farkında olmadıkları için bir işadamına veya siyasetçiye hakaret ettiklerinde yargılanırlarsa hemen “Basın özgürlüğü” yalanına sarılıyorlar…
Birileri bunlara anlatmalı ki bir köşe yazarı ancak düşüncelerini ifade ederken özgürdür…
Fakaaattt!..
Hiçbir köşe yazarı “küfür ve hakaret” ederken özgür değildir, olamaz da…
İsveç’te gazeteci hapse girer…
Son ayların en gözde romancısı “Ejderha Dövmeli Kız” ve “Ateşle Oynayan Kız“ romanlarının yazarı Stieg Larsson…
Henüz elli yaşını göremeden ölen Larsson bir gazeteciydi…
Hem de iyi bir gazeteciydi…
Yani, ne verirlerse onu kâğıda döken printer türünden değil…
Aklına eseni, doğru bildiğini yazıyordu…
Ancak…
İsveç basın kanunları Türk medyasında çöreklenmiş ve bir türlü yenidünya gazeteciliğine ayak uyduramayan küfürbazların şikâyet ettiği bizim basın yasalarımızdan daha ağır…
“Ejderha Dövmeli Kız” romanını okuyanlar hatırlayacaklardır…
Bir derginin genel yayın yönetmenliğini yapan Mikael Blomkvist, bir özel şirket hakkında yaptığı ve doğruluğunu kanıtlayamadığı bir haber yüzünden hapis cezası alıyor…
Erteleme falan da yok…
Doğrudan hapse atılıyor…
İyi hali dolayısıyla erken tahliye ediliyor...
Fakat bizim basın kanunlarımız “ceza” ile caydırmayı düşünmüyor…
Önce uzun bir cezaya hükmediyor…
Sonra da o cezayı erteleyip (cezaevine göndermek yerine masasına iade etmek) “Demokles’in Kılıcı” gibi yazarın başının üstüne asıyor…
Oysa bizde de aynısı olmalı…
Elinde kalem gücü olmayan birilerine küfür ve hakaret ederek geçinen gazeteciler önce patronları tarafından kovulmalı sonra da cezaevinde en az 3 ay yatmalılar…
Aksi halde ortalık, Başbakan'a, muhalefet partisi liderlerine, farklı düşüncedeki sanatçılara ve işadamlarına, “göbeğini kaşıyan bidon kafalı” vatandaşlara(!) küfür ve hakaretten geçilmeyecek…
[email protected]