Başbakan hangi espriyi patlatınca gazeteci milleti koptu?..
O yazıyı da okuduktan sonra Hacı Anacığımın kıssadan hisselerinden birini hatırladım…
ADNAN BERK OKAN
Aslı Aydıntaşbaş bugünkü Milliyet’te “Gazetecilerin Çankaya sınavı” başlığı altında yayımlanan makalesinde bir gazetecinin nasıl olması gerektiğini de hatırlatıyor…
Ve diyor ki:
“Gazetecinin görüşü olabilir, taraf tutabilir, ancak habercilik yaparken profesyonel tavır, her 3 adayı da olabildiğince gözlemlemek, dinlemek, irdelemektir. Yoksa, biz gazeteciler bile kendi aramızda kutuplaşır, habercilik yapayım derken tribündeki taraftarlara dönersek, siyasetçilerden ne bekleyebiliriz?”
Sevgili Aslı ne kadar da romantik…
Çünkü…
Onun özlemini çektiği ve her şeye rağmen olmayı başarabildiği o gazeteci modeli bitti artık bitti…
Gittiler o güzel gazeteciler…
Daha doğrusu gönderildiler…
Onların yerini “Bitaraf” olmaktan korkan “Taraftar/Amigo” yazarlar aldı…
Kimisi sadece “Başbakan’a övgü” düzen…
Kimileri ise Başbakan ağzıyla kuş tutsa “ağzına kuş kaçtı” diyenler kaptı köşeleri…
“Bitaraf olmak, bertaraf olmak” demek ya…
Bunu da bizzat Başbakan açıkladı ya…
Haliyle Aslı’nın özlemini duyduğu tipte gazeteci/yazar yok…
Pardon…
Var var ama…
Diğerleri (Yalaka, tetikçi, amigo, taraftar) o kadar çok ki; çölde inci tanesi aramak gibi bir şey gerçek gazeteci yazar bulmak…
Hadi, “gazetecilik muhalefet etmektir” diyen muhaliflerin bu bahanelerini bir an için kabul edilebileceğini varsayalım…
Ama…
Ya diğerlerini nereye koyacağız?..
Yağcıları…
Yalakaları…
Tetikçileri…
Öyle ki…
Başbakan bir sohbette “geçen gün cereyanda kaldım üşüttüm” dese “hay ne komik adam ya… Koparttı bizi” diye kahkahalarla gülen “yalakalar” var medyamızda…
En uyumsuz renkleri giyse “ne kadar şıksınız efendim” diyenlere bu ülkenin medya patronları “Köşe” veriyor…
Bunlardan birisi bugün Başbakan’ın Şahan Gökbakar ile nasıl da komik bir muhabbet yaptığını öyle bir anlatıyordu ki köşesinde…
İçim titredi, midem alt üst oldu…
O Şahan ki…
Yaptığı filmleri kendilerinde “aydınlık, entelektüellik, görgülülük, modernlik, elitlik” vehmedenler izler(miş)…
Ve o filmlerde bilinir ki (İşim gerektirdiği için ilk üçünü izlemek zorunda kaldım ve kendime halen kahrediyorum) Ak Partili seçmenlerle kafa bulunur…
Ve…
Yine bilinir ki o filmlerin her birinde “Recep İvedik Şahan” en az yüz kere osurup, üç yüz kere burnunu karıştırır…
Ve…
Kendilerinde “aydınlık, entelektüellik, görgülülük, modernlik, elitlik” vehmedenler işte o yüz kere osuran İvedik’e dört yüz kere kahkahalarla gülerler…
Bunun bir örneği geçen gün yaşanmış...
Sanatçıların kimilerini (Kendisine yakın olanlarını) davet eden Başbakan ile Beyefendi’ye Pişekârlık yapan İvedik arasında müthiş komik(!) bir diyalogla geçmiş…
O müthiş komik diyalogu anlatan arkadaşı okumaya başlamadan ve yapılan esprinin ne olduğunu öğrenmeden önce zannettim ki Başbakan Cem Yılmaz, osurukla komedi yapan Şahan ise Ata Demirer taklidi yapmışlar…
Oysa ilgisi bile yok…
Neden mi ilgisi yok?...
Başbakan’la Şahan arasında geçen diyalogun “espri” ile alâkası bile yok da ondan…
Komik olan, kopartan, yerlere yatıran diyalog ne mi?..
Söyleyeyim…
Başbakan sanatçı dostlarıyla sohbet ederken bir not geliyor…
BM Genel Sekreteri Ban ki Moon Başbakan’ı arıyor telefonla…
Ve o sırada Şahan konuşuyor…
Başbakan, “Şahan, Ban ki Moon'a selamını söylerim” diyerek izin istiyor...
Arkasından kahkahalar kopuyor…
Şuraya bakar mısınız?..
“Ban ki Moon'a selamını söylerim”…
Kah kah kah kah, kih kih kih kih…
Bir süre sonra Erdoğan dönüyor…
Şahan’a “Ban ki Moon'un selamı var. Ama özel olarak Şahan'a selamı var” diyor.
Tekrar kahkahalar patlıyor.
Hani Başbakan döndüğünde Şahan’a bakıp; “Şahan san ki Moon’un sana selâmı var” dese…
Şahan da Başbakan’a “San ki o selamı kabul ettim Sayın Başbakanım” diye cevap verse…
Gerçekten espri olacak ama öyle bir şey de yok…
Buna rağmen kah kah kah kah; kih kih kih kih…
Evet ey güzel insanlar!..
Kopartan, yerlere yatıran, kahkahalar attıran espri işte bu…
Neresi espriyse?..
O yazıyı da okuduktan sonra Hacı Anacığımın kıssadan hisselerinden birini hatırladım…
Sizlerle paylaşayım…
Köyün ağası, köyün delisi ile eğlenmek için onun bir zaafından faydalanırmış…
Köyün delisinin zaafı ne miymiş?..
Deli, kurbağadan çok korkarmış…
Ağa ise kurbağa yerine eline aldığı yeşil kadife bir kumaş parçasını kahveye her gelişinde delinin ayakuçlarına atar “Kurbağa, kurbağa!” diye haykırırmış…
Deli de o kadife kumaş parçasını “kurbağa” zannedip, ayakuçlarına mermi sıkılmış gibi havalara sıçrar, “korkmuş” gibi yaparak Ağa’yı güldürürmüş…
Sonunda gülmekten yorulan Ağa, “git bizim eve de yengen sana un versin, yağ versin, şeker versin” falan dermiş…
Deli de Ağa’nın evine koşar unu, yağ, şeker alır gidermiş…
Bir gün Ağa kasabaya inmiş…
Köyün fukarasının da canı eğlenmek, gülmek istemiş…
O da bulmuş yeşil kadifeden bir bez parçası…
Kahveyi girip, delinin ayakucuna atmış…
Deli oralı bile değil…
Eğilmiş yere kadife parçayı alıp bir daha atmış ama Deli yine kıpırdamamış bile..
Fukara şaşırmış…
“Yahu hani sen kurbağadan çok korkardın?” diye sormuş…
Deli cevap vermiş:
“Ben sadece Ağa’nın kurbağasından korkarım”…
Bizim Başbakan yazarları da o hesap…
Sadece Başbakan’ın esprilerine gülüyorlar…
Yani…
Sevgili Aslı iyi yazmış…
Güzel yazmış…
Doğru yazmış…
Ama…
Başbakan’da bu güç…
Yalakalarında da bu riya olduğu sürece, özlemini duyduğu gazetecilik imkânsız…