MEDYA KÖŞESİ

'Başbakan Erdoğan keşke o cümleyi kurmasaydı'

"Keşke medyada 'Arkadaşımızı yedirtmeyiz' başlığıyla yer alan son derece kararlı bir cümleyi hiç değilse 'susma orucu'nun hatırına kurmasaydı."

'Başbakan Erdoğan keşke o cümleyi kurmasaydı'
GAZETECİLER.COM - AK Parti kurucularından ve MYK üyesi Ayşe Böhürler'in cumartesi günü 'Susma orucu' tutacağını açıklamasına farklı tepkiler gelmeye devam ediyor. Ahmet Hakan Hürriyet'teki köşesinde Ayşe Böhürler işkence altında mı? diye sormuş ve eklemişti: "Gördüklerini, işittiklerini ifade etmesi halinde canı mı tehlikeye giriyor Ayşe Böhürler'in..." 

Bugün ise Yeni Şafak yazarı Kürşat Bumin'den "Susma Orucu'na methiye" başlıklı bir destek yazısı geldi. Bumin köşesinde "Başbakan Erdoğan keşke medyada 'Arkadaşımızı yedirtmeyiz' başlığıyla yer alan son derece kararlı bir cümleyi hiç değilse 'susma orucu'nun hatırına kurmasaydı" yazdı.

 

"Okumuşsunuzdur muhakkak, gazetemiz yazarlarından Ayşe Böhürler son yazısında "susma orucu"ndan söz ediyordu. Bu Ramazan'a kadar oruç türünden benim de haberim yoktu. Bu bilgi ile ilk kez Prof. Süleyman Ateş'in Ramazan münasebetiyle Milliyet'te yayımlanan yazılarından birisinde karşılaştım. İlahiyatçı yazar konuya ilişkin şu bilgileri veriyordu: "Fakat bizim dinimizde tam susma orucu yoktur. Yalnız Ramazan'ın son on gününde yapılması sünnet olan i'tikâf ibadeti, bu oruca yakın bir ibadettir. Konuşmak orucu bozmaz, fakat oruçlu iken mümkün mertebe gereksiz sözler konuşmayıp susarak Allah'ı anmak, tefekküre dalmak mendubdur (güzeldir, hoştur)."

Ateş'in bir "İtikaf", yani özetle "dış dünyadan sıyrılmak" ibadeti olarak söz ettiği bu oruç türünün memleketimizin kamusal alandaki konuşmaları bir miktar da olsa sınırlayabileceği umuduyla memnun da olmuştum doğrusu. TBMM "tatilde" olduğu için "Salı konuşmaları"nın ateşli havasından birkaç ay için de olsa kurtulmuş olmanın üzerine "susma orucu"nun getireceği sükunet ile kafamızı biraz olsun toparlayabilecektik...

Ama ne mümkün!

(...) Bu konular içinde bir tanesi var ki onu (görüyorsunuz!) sona sakladım. Şu konu yani: Sedat Selim Ay'ın İstanbul Emniyeti'nde terörle mücadeleden sorumlu müdür yardımcısı olarak atanması...

(...) Açıkça söyleminin zararı değil yararı olduğuna inanıyorum: Başbakan keşke sözü edilen polis şefinin atanmasına ilişkin yaptığı açıklamalarda bulunmaktan sakınsaydı. Takdir kendilerinin tabii ki, ama keşke medyada "Arkadaşımızı yedirtmeyiz" başlığıyla yer alan son derece kararlı bir cümleyi hiç değilse "susma orucu"nun hatırına kurmasaydı...

Başbakan şöyle diyor:

"Çok ilginçtir, ismi geçen bayan terör örgütünün bir mensubu. Ve kendisi pişmanlıktan istifade ediyor... Sonra işkenceyle ortaya çıkıyor. Ciddi tezgahlar var burada. Terör örgütü mensubu olan biri ve teröriste karşı benim polis müdürümü yemeye kalkıyorlar. Kusura bakmasınlar yedirmeyiz..."

Başbakan'ın özellikle arada bir benimsediği konuşma tarzını, üslubunu epeyce tanıyoruz. Ancak hepsi bir yana bu konu bu tarzı-üslubu kaldırır nitelikte midir? Son günlerin bu en ciddi tartışmasında "bayan terör örgütü mensupları" günlerdir söz konusu polis şefi ya da onun emrindeki tim mensupları tarafından nasıl bir muameleye tabi tutulduklarını anlatıyorlar. Toplumun hiç de azımsanmayacak bir bölümünü isyan ettiren bu açıklamaların "ciddi tezgahlar" olarak nitelenmesi çok yaralayıcı çok... Yaralayıcı olmaktan da öte yanlış bir "güvenlik politikası"nın eseri de aynı zamanda.

"Arkadaşımızı yedirtmeyiz"

İyi güzel ama on binlerce insan da "Bedenimizin dokunulmazlığını hiç kimseye yedirtmeyiz" diyor.

Ne olacak şimdi?

ÇOK OKUNANLAR