Barış Tünay, CNNTÜRK ve penguenler...
Çünkü televizyonculuk aynı zamanda bir canlı bombayla dolaşmak gibi bir şey… Hele canlı yayınlar, pimi çekilmiş bir bomba…
ADNAN BERK OKAN
CNNTÜRK’ün yeni yayın dönemi fotoğrafında bir şey dikkatimi çekti…
Emin Çapa hariç diğer bütün erkeklerin ellerinden biri pantolon ceplerindeydi…
O tablo bana Laurence Olivier’nin “Sahnede ellerimi koyabileceğim bir yer bulsam dünyanın en büyük oyuncusu olurdum” deyişini hatırlattı…
Düşünebiliyor musunuz?..
Sinema dünyasının hemen tamamı tarafından “20. yüzyılın en büyük oyuncusu” olarak kabul edilen bir aktör ellerini koyacak yer bulmanın ne kadar zor olduğunu itiraf ediyor…
O halde…
Erkek arkadaşlarımızın bir ellerinin pantolon cebinde olmasını yanlış anlamayın aksine olağan karşılayın lütfen…
Bu arada bir şeyi daha itiraf edeyim…
Fotoğraf ve bir elleri ceplerinde erkek meslektaşlarım bana Laurence Olivier’yi hatırlatınca Türkiye televizyonculuğu ve televizyon yöneticiliği hakkında da düşünmek ihtiyacını hissettim…
Karşımdaki fotoğraf CNNTÜRK olduğuna...
Ve...
Az önce yazısını okuduğum sıradan biri penguenler üzerinden, Gezi Parkı Protestoları sırasındaki yayıncılıkları nedeniyle haber televizyonculuğumuzu (Elbette aslında sadece CNNTÜRk'ü) eleştirdiğine göre...
Kanalın genel müdürü Barış Tünay geldi öncelikle aklıma…
Zaten...
Hangi penguenleri mi?.. Gezi Parkı protestolarında ekrana getirilen penguenleri… Neden mi?.. Anlatayım o halde... Dedeciğimden defalarca dinlediğim bir barbarlık örneği 1935’te Kırklareli’nde yaşanan “Yahudi yağması” idi… Bir felâket günüydü o gün... Kırkpınar yağlı güreşleri tarihinde ilk ve son kez o yıl Kırklareli'nde düzenlenmişti... Ama… O olaylardan sonra babacığım henüz iki yıl önce taşındığı İstanbul’dan yine Kırklareli’ne dönmek zorunda kalmıştı… Ve… Biraz yaşım büyüdüğünde İstanbul’dan dönüş nedenimizin 6 – 7 Eylül hadiseleri olduğunu ve o iki gün üst üste nasıl bir vahşet yaşandığını babacığımdan dinleyerek büyüdüm… Ve… Kahramanmaraş olayları… Ve Çorum olayları… Ve Sivas Madımak Oteli cinayetleri… Bunların ise canlı tanığıyım... Ki… 1935 ve 6 – 7 Eylül 1955’te televizyon yoktu… Demek istemem o ki… Televizyon isimli benzin deposu bilhassa canlı yayınlarda sorumsuz davranırsa ülke yangın yerine dönebilir… Barış Tünay’ın yönettiği CNNTÜRK’ün Gezi Protestolarının o ilk iki günündeki yayın politikalarını acımasızca eleştirenlere: “Penguen görüntülerine bir de televizyon yönetiminin sorumluluk anlayışı ve olayların büyümesini tahrik etmemek istediği açısından bakıp empati yapılsa olmaz mıydı?” diye sormuş ve kendim hiç eleştirmemişimdir… |
Haber kanalları (Ki zaten izlenmeye değer sadece üç kanal var) yöneticileri içinde (Benim için) farklı bir yere sahip Tünay…
Neden mi?..
İkimiz de “İşletme Finansı“ kökenliyiz…
İkimiz de Marmara Üniversitesi İşletmeden mezunuz…
Ama elbette Tünay benden çok genç…
Ve…
Diğer haber kanallarının genel müdürleri ve genel yayın yönetmenleriyle olduğu gibi Tünay’la da tanışmıyorum…
Bir kere bile karşılaşmadım…
Sesini duysam ona ait olduğunu anlayamam çünkü ne ekranda işittim sesini ne telefonda…
Ama…
CNNTÜRK’ü nasıl yönettiğini (İşim gereği) yakından izliyorum…
Dedim ya…
Benim için izlenebilir sadece üç haber kanalı var:
HaberTürk…
CNNTÜRK…
Ve
NTV…
Elbette tam da olması gerektiği kadar değiller ama diğerleriyle (Ki hepsi ya iktidara eklemlenmişler ya muhalefete) kıyaslanamayacak kadar objektif ve çok sesliler…
Barış Tünay’ın yönetim anlayışı ve kanalın yayın politikasından anladığım şu:
Sezgileri çok güçlü…
Olaylara sadece “gazeteci” değil, “İşletme Finansçısı” gözüyle de bakıyor…
Salt “olan bitenle” ilgilenmiyor…
“Olan bitenin nelere sebep olabileceğine” çok önem veriyor…
Neden?..
Çünkü televizyonculuk aynı zamanda bir canlı bombayla dolaşmak gibi bir şey…
Hele canlı yayınlar, pimi çekilmiş bir bomba…
Bu nedenle, canlı yayınlar öncesi ve sırasında yöneticilerin bilhassa sezgileri çok önemli…
Barış Tünay, Gezi Protestoları sırasında olayların görüntülerinin yayınlanmasıyla olayların bütün ülkeye yayılabilme tehlikesini sezmiş ve ona göre tavır almış olmalı…
Amerikan televizyonculuğunda da olan bir şey değil mi bu yaptığı?..
Ve hatta…
Özgür, gelişmiş, hukukun üstünlüğüne inanmış bütün ülkeler bu özellikleriyle ön plâna çıkmıyorlar mı?..
Zira…
Medya yöneticiliği siyasi taraflardan (İktidar veya muhalefetten) birine omuz verip, diğerlerini görmezden gelmek değildir…
Medya yöneticiliği sadece haber verme özgürlüğü değil aynı zamanda yurttaşların ve elbette ülkenin de sükûnetinden, iç barıştan sorumlu olmaktır...
Çünkü…
Bizler gazeteciyiz…
Siyaset yapmıyoruz…
Siyasetçiler salt kişisel çıkarlarını ve seçim kazanmayı düşünüp hedefleyebilirler…
Ama bizler sadece kamuoyunun bütününü düşünmek zorundayız…
Habercilik “Kamu yararı gözetmektir”…
Kamuoyu ise sadece “Taraflardan biri” değil, “bütün taraflardır”…
Tek yanlı yayın yapan televizyonlar ve gazetelere dikkat ediniz…
Onlar için söylenen en güzel halk deyiminin “Körler sağırlar birbirini ağırlar” olduğu konusunda vicdan sahibi herkes mutabık değil mi?..
Eğer bir konuyu tartıştıklarını zannedenlerin hepsi aynı şeyi söylüyorlarsa, orada “tartışma” olmaz…
Orada bir başkasına ait fikrin izleyicilere defalarca tekrarlanarak kabul ettirilmesi operasyonu vardır…
Hem unutmayınız…
Bir yerde ve konu üzerine herkes aynı şeyi söylüyorsa, bu demektir ki sadece bir kişi (O anda orada olması şart değil) düşünüyor, diğerleri de onun söylediklerini tekrar ediyor…
Hâsılı…
Barış Tünay, Enver Aysever’i de kırmadan, kanaldan da uzaklaştırmadan ama “CNNTÜRK ekranına ideologlar sadece konuk olabilir ama asla siyaset programı yönetemezler” mesajını vererek önümüzdeki yayın döneminde de “Gazetecilik yapacağız” dedi…
Kutluyorum…
Keşke bütün haber kanallarımız aynı duyarlılıkta olabilseler…