Baransu Mavi Marmara eylemcisine yüklendi!
Taraf'ın yazarı Mehmet Baransu Mavi Marmara üzerinden iktidarın ve eylemcilerin prim yapmaya çalıştığını ileri sürdü.
ALBAYRAK'INKİ CEVAP DEĞİL İSYAN
Özellikle bizim gazeten Ahmet Altan ve Yıldıray Oğur'un yazdıklarına, gemide bulanan aktivist gazeteci-yazar Hakan Albayrak önceki gün Yenişafak'taki köşesinden cevap verdi.
Aslında cevaptan ziyade, yapılan eleştirilere bir isyandı.
(...) Doğrusu Ahmet Altan'ın da Yıldıray Oğur'un da Albayrak ve aktivistlerle bir sorunu olduğunu düşünenlerden değilim. Yazacaklarım da "bu alıp verememeye" bir cevap olarak algılanmamalı. Her üç ismin de eli kalem tutuyor ve söyleyeceklerini yazacakları köşeleri var. Yazdıklarımın bu anlamda yeni bir tartışma yaratmasını istemem.ALBAYRAK'I TANIMAM AMA SAMİMİYETİNDEN ŞÜHPELENMİYORUM
Hakan Albayrak'ı tanımıyorum. Yazdıkları ve de yaptıklarının samimiyeti konusunda şüphem yok. İsyanına da hak verenlerdenim. Doğrusu Mavi Marmara gemisinin çok samimi duygularla yola çıktığını düşünenlerdenim.
(...) Düne kadar kimileri şehit kanı, kimileri gerilla kanı üzerinden siyaset yaparken, Mavi Marmara saldırısıyla yeni bir kan üzerinden siyaset yapılmasına şahit olmuştuk; "Mücahit kanı."AK PARTİ YÖNETİCİLERİ KRİZİ FIRSATA ÇEVİRDİ
Özellikle iktidar çevresine yakın olanlar ve AK Parti'nin yöneticileri, krizi fırsata çevirme gayreti içerisine girmiş, kan üzerinden siyaset yapmaya başlamışlardı. O gün yapılan açıklamalar arşivlerde duruyor. Detaya girmeye gerek yok. Detay gazete sütunlarındaki şehvetli açıklamalarda saklı.
Dokuz kişinin yaşamı hiçe sayılmış, cesetler henüz Türkiye'ye getirilmemişken, birileri, siyaset aracı olarak ölüleri kullanmaya başlamıştı.
Marmara yolcularının Türkiye'ye getirilecekleri gün, Taksim'de yapılan "kutlamalar" ise içimi acıtmıştı. "Kutlama" diyorum çünkü orada da birileri, dokuz insanın baskında hayatını kaybettiğini unutmuşçasına yok olan imajını düzeltmeye, mücahit kanıyla arınmaya çalışıyordu. Kimsede çıkıp bu kişilere siz neden gemide yoktunuz diye sormuyordu.
ALBAYRAK KANAL KANAL GEZDİ
Doğrusu beni o gün rahatsız eden bir konu da aktivistlerin Türkiye'ye döndükten sonra yaşadıklarıydı. Samimiyetine inandığım, aktivistliğini kıskandığım Hakan Albayrak ve bazı gemi yolcularının kanal kanal gezmeleri, olayın şehvetine kendilerini kaptırmalarıydı.
Anadolu'da daha düne kadar güzel bir gelenek vardı. Ölüye saygıdan herkes susar, evlerdeki televizyonlar uzun bir süre açılmazdı. Ancak Mavi Marmara'da tam tersi oldu. Henüz dokuz kişiye son görevini yapmayanlar, televizyon ekranlarında cenaze namazları kılıyor, reklam aralarında "şehitlerini" toprağa veriyorlardı. Sessizlik ise yerini stüdyodaki sert tartışmalara bırakıyordu.
Stüdyoda kılınan cenaze namazları..
Kimilerine göre Nuh’un Gemisi... Kimilerine göre özgürlük filosu... Kimilerine göre ise sadece ve yalnızca Mavi Marmara...
Mavi Marmara üzerine yine yeni bir tartışma yaşanıyor.
İsrail’in müdahalesini ve de katliamını meşru gören Birleşmiş Milletler’in raporunun ardından, kamuoyu raporu, hükümetin İsrail’e karşı yaptırımlarını konuşmaya başladı.
Konu uzun bir aradan sonra tekrar, yeniden Mavi Marmara oldu...
Gazeteciler, köşe yazarları Mavi Marmara üzerine eleştirilerini yinelemeye başladılar.
Özellikle bizim gazeten Ahmet Altan ve Yıldıray Oğur’un yazdıklarına, gemide bulanan aktivist gazeteci-yazar Hakan Albayrak önceki gün Yenişafak’taki köşesinden cevap verdi.
Aslında cevaptan ziyade, yapılan eleştirilere bir isyandı.
İsyan satırlara yansımıştı.
İsrail’in uluslararası sularda uzun menzilli, gerçek mermiler kullanarak yaptığı katliama sessiz kalınırken, niyetin, demir sopaların gündeme getirilmesi, sorgulanması, katliama gerekçe olarak sunulması Albayrak’ı üzmüştü. Üzüntü isyan noktasına varmıştı...
Albayrak, “Nedir bizimle alıp veremediğiniz” sorusunu sorma ihtiyacı hissetti.
Doğrusu Ahmet Altan’ın da Yıldıray Oğur’un da Albayrak ve aktivistlerle bir sorunu olduğunu düşünenlerden değilim.
Yazacaklarım da “bu alıp verememeye” bir cevap olarak algılanmamalı. Her üç ismin de eli kalem tutuyor ve söyleyeceklerini yazacakları köşeleri var. Yazdıklarımın bu anlamda yeni bir tartışma yaratmasını istemem.
Hakan Albayrak’ı tanımıyorum. Yazdıkları ve de yaptıklarının samimiyeti konusunda şüphem yok. İsyanına da hak verenlerdenim.
Doğrusu Mavi Marmara gemisinin çok samimi duygularla yola çıktığını düşünenlerdenim.
Ne yola çıkarken yapılan açıklamalar, ne gemide İsrail’in katliam yapan askerlerine uygulanan muamele beni rahatsız etti. Gerçek kurşun sıkılırken, gemiye uluslararası sularda hukuksuzca müdahale edilirken, demir sopa kullanımını bile az görenlerdenim.
Kimseyi kutsal bir dava uğruna ölüme, ölüm yolculuğuna çıktığı için suçlayamam. Ölüme çıktığı kutsal davayı, kutsal davanın o kişinin içinde yarattığı fırtınayı anlamaya, öğrenmeye çalışırım. Ama kutsal bir dava uğruna birilerinin birilerini öldürmesini haklı görmem, göremem. Bu suça sessiz kalamam.
Dediğim gibi, ne yola çıkarken yapılan açıklamalar ne de gemide sivillerin askerlere yaptığı muamele beni rahatsız etti. Beni asıl rahatsız eden dokuz kişinin hayatını kaybetmesinden sonra yaşananlar, yapılanlar ve söylenenlerdi.
O karanlık gecenin yaşandığı gün ekranların karşısına geçmiş, yapılan her açıklamanın ardından “Aslında yok birbirinizden farkınız” demiştim. Düne kadar kimileri şehit kanı, kimileri gerilla kanı üzerinden siyaset yaparken, Mavi Marmara saldırısıyla yeni bir kan üzerinden siyaset yapılmasına şahit olmuştuk; “Mücahit kanı.”
Özellikle iktidar çevresine yakın olanlar ve AK Parti’nin yöneticileri, krizi fırsata çevirme gayreti içerisine girmiş, kan üzerinden siyaset yapmaya başlamışlardı. O gün yapılan açıklamalar arşivlerde duruyor. Detaya girmeye gerek yok. Detay gazete sütunlarındaki şehvetli açıklamalarda saklı.
Dokuz kişinin yaşamı hiçe sayılmış, cesetler henüz Türkiye’ye getirilmemişken, birileri, siyaset aracı olarak ölüleri kullanmaya başlamıştı.
Marmara yolcularının Türkiye’ye getirilecekleri gün, Taksim’de yapılan “kutlamalar” ise içimi acıtmıştı. “Kutlama” diyorum çünkü orada da birileri, dokuz insanın baskında hayatını kaybettiğini unutmuşçasına yok olan imajını düzeltmeye, mücahit kanıyla arınmaya çalışıyordu. Kimsede çıkıp bu kişilere siz neden gemide yoktunuz diye sormuyordu.
Doğrusu beni o gün rahatsız eden bir konu da aktivistlerin Türkiye’ye döndükten sonra yaşadıklarıydı. Samimiyetine inandığım, aktivistliğini kıskandığım Hakan Albayrak ve bazı gemi yolcularının kanal kanal gezmeleri, olayın şehvetine kendilerini kaptırmalarıydı.
Anadolu’da daha düne kadar güzel bir gelenek vardı. Ölüye saygıdan herkes susar, evlerdeki televizyonlar uzun bir süre açılmazdı. Ancak Mavi Marmara’da tam tersi oldu. Henüz dokuz kişiye son görevini yapmayanlar, televizyon ekranlarında cenaze namazları kılıyor, reklam aralarında “şehitlerini” toprağa veriyorlardı. Sessizlik ise yerini stüdyodaki sert tartışmalara bırakıyordu.
Doğrusu Mavi Marmara ve yolculuğunun dışında o gün yapılanlarla ilgili yazılacak ve söylenecek çok şey var. Hükümete ve aktivistlere bir soruyla bu konuya noktayı koyalım.
O günlerde hükümet, “gemiyi neden engellemediniz” sorularına, “Sivil toplum örgütüne müdahalemiz söz konusu olamaz” cevabı verirken, bundan aylar önce ikinci Mavi Marmara gemisi yolculuğu nasılsa engellenebildi. Bağımsız olduklarını söyleyen aktivistler ise bu yoldan nasıl alıkonuldukları konusunda derin bir sessizliğe büründü. Sahi aylar önce ne oldu?