ANALİZ

Balçiçek İlter ne yapmalı?..

Sen, konuyla ilgili akil insanları konuk eder onların söylemelerine fırsat verirsen, havai fişeği ateşlemiş olursun...

Balçiçek İlter ne yapmalı?..
ADNAN BERK OKAN

Balçiçek İlter, 18.09.2011 tarihli, Gazete HT'de, başlığı altında yayımlanan makalesinde, güneydoğu terörünün lânetini anlatan bir filmden söz ediyor: Kadife...

Barışın daha fazla ıskalanmaması gerektiği gerçeğini sokuyor gözlerimizin içine...
Okurken hem düşündüm hem de içimden sürekli alkışladım Balçiçek'i...
"Daha çok yaz Balçiçek" diye söylendim kendi kendime...

Evet Balçiçek...
Daha çok yaz terör konusunu...
Daha çok "terör konulu film" çekilmesini iste...
Hükümet'in bu tür (terörün lânetini gösteren) filmlere sponsorluk yapacak firmalara "vergi Muafiyeti" sağlaması için yasal düzenleme yapmasını öner...
Ben yazar, söylersem kimsenin umurunda bile olmaz...
Ama sen yazarsan...
Sen, konuyla ilgili akil insanları konuk eder onların söylemelerine fırsat verirsen, havai fişeği ateşlemiş olursun...
Gökyüzü pırıl pırıl olur bir süre sonra...
Kan ve barut kokusunun yerini, barışın yasemin kokuları alır...


Sevgili Balçiçek;


Mümkünse terör belâsını anlatan film çekenleri konuk et hafta arası HaberTürk'te...
Yaşın müsait değil ama kariyerin gereği biliyorsundur...
Vietnam Savaşı, hem de silah tacirlerinin desteğiyle kurulan Cumhuriyetçilerin iktidarında bitirildi...
Hem de savaş yanlısı, silah üreticilerinin seçim çalışmalarını finanse ettiği bilinen Nixon'un başkanlığı döneminde...
Ve bizzat Nixon tarafından sonlandırıldı...
Neden mi?..
Çünkü Vietnam ve savaş aleyhtarı en çok film, Nixon başkan olduktan sonra çekildi...
Yani Balçiçek...
Terörün lânetini anlatan film sayısı ne kadar çok artarsa; kamuoyu ve terörde taraf olan kurumlar da o kadar çok ve ciddi tedbir almak zorunda kalırlar...
"İlk Kan" filmindeki Rambo'lar ortalığı kaplamadan bu terör bitmeli Balçiçek...



Mutluluk mu aramalı?.. Yoksa huzur mu?..

Serdar Turgut Pazar günleri "Evlilik" üzerine yazıyor bildiğiniz gibi...
Bu Pazar (18.09.2011) Gazete HT'de başlığı altında yayımlanan makalesinde mutluluğun aranılıp bulunan bir şey olduğunu savunuyor...
Madem "demokrasi" var...
O halde benim de Serdar'a "karşıt görüş" açıklama özgürlüğüm var...

Efendim...
Mutluluk, kızgın çölde birkaç saniye esip içinizi ferahlatan serin bir yel gibidir...

Gelir, gider...
Nasıl aniden ve hiç beklemediğiniz bir anda gelirse...
Yine birden ve "hiç gitmese" diye düşündüğünüz anda çeker gider...
Bir futbol maçında, taraftarı olduğunuz takımın attığı golün mutluluğunu yaşayamadan; rakip takımdan yediğiniz gol mutluluğunuzu silip, yüreğinize hüzün  salmaz mı?..
İşte böyle bir "an"dır mutluluk...


Oysa "Huzur" öyle mi?..

"Huzur" bir süreçtir...
Tuttuğunuz takım gol yese de bozulmayan, yara-bere almayan bir duygudur "Huzur"...
Ertesi sabahın köründe kapınızın polis tarafından çalınma kuşkusu duymamaktır...
Her an kapınıza icra memurları, hamallar ve yanlarında resmi giyimli polislerin dayanmayacağınızdan emin olmanın verdiği bir güvencedir "Huzur"...

Yani sevgili
Serdar kardeşim:
Sana katılmıyorum...

İnsan mutluluğu değil, huzuru aramalı (bence)...
Mutluluk en huzursuz zamanında bile gelebilr...
Bir bebeğin doğumu, bir sevgilinin dönüşü, patronun; yaşadığın huzursuzluğun farkında olmadan attığı sıcak bir bakış ve dudaklarına yayılan sevimli bir gülümseme, v.s....

Hâsılı sevgili Serdar;
İnsanlar mutluluğu aramamalı...
Mutluluk insanı gelip buluyor önünde sonunda...
Ama...
Huzur öyle değil...
Mutlaka peşinde koşturuyor...
Senin olduğu zaman da sadakat gösterip kolay beri terk etmiyor...
Mutluluk ise "vefasız" bir dost gibi, hiç beklemediğin bir anda arkasına bile bakmadan kaçıp gidiyor...

[email protected]


ÇOK OKUNANLAR