Ayşegül Akyüz Yahşi: Kim galip gelir?
İnternethaber yazarı Ayşegül Akyüz Yahşi, "Kim galip gelir?" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İlgili köşe yazısını gazeteciler.com üzerinden okuyabilirsiniz.
Elde bulunan tüm imkânlar gençlerin enerjisine, zekâsına, heyecanına yönelik seferber edilmesi gerekirken; bu gücün tesirinden aksi yönde istifade etmeye çalışmak bana hiç etik gelmiyor.
Vaat ve hizmet siyasetini çoğaltmak yerine kışkırtma ve yalan pompalamak, bunun yanı sıra ayrışan fikirler ve çoğalan öteki tutumlar hangi kapıyı açabilir ki?
Her şey bir yana öz hakları iyileştirilmesi gereken insanın bilakis öz benliğine tecavüz edilmemeliydi!
Çok merak ediyorum, bu haddi aşmışlık karşısında yaşam hakkının, manevi değerlerin, milli unsurların tehdit altında olduğunu düşünerek hırçınlaşan ve ürkekleşen insanımız kendini nasıl toparlayacak?
İtiraf etmeliyim ki; bölücü güçlerle ittifakını, tehlikeli düşüncelerle de kitlesini motive etmeye çalışan liderlerin sözde çabası bana hiç samimi ve insani gelmiyor.
İşler çığırından öyle bir çıktı ki…
Bu yoldan çıkış %99’u Müslüman olan bir ülkenin Meclisi’nde yer alan muhalefetin, var olan siyasi hakkını Haç’ı yüceltip Hilal’i indirmek yönünde kullanmasıyla başladı.
Oysa iktidarın inancına değil, icraatine muhalif olunan alternatif fikirlerin olduğu bir seçim kampanyası yürütülmeliydi.
Gelişim odaklı olmak yerine her açıdan toplumsal köklü bir değişim, kabul edilir gibi değil.
Çünkü bu bir “liderlik” yarışı…
Bu yarışta milli ve manevi değerler sandık mezesi olmayacak kadar değerlidir.
Sandıklar dolsun diye birbiriyle çatıştırılan insanlar, yine sandığı boşalttığında karaktersizliği ifşa edebilecek güçte olduğunu çok net bir şekilde göstermedi mi?
Bu depresif oylarla kim galip gelir kim mağlup olur bilemem ama büyük kaybedenin insanlık olacağı kesin. Çünkü ruh öyle hassastır ki aldığı yaraları kolay kolay iyileştiremezsiniz. Beden bir nebze de olsa iğne ve ilaçla bir şekilde bulur şifasını ama ruh, aldığı hasarı kolay kolay atlatamaz.
Ülke olarak yaşadığımız zorlu süreçlerin nihayetinde -ne gariptir ki- hep iktidarın yıprandığı düşünüldü. Daha doğrusu düşündürüldü. Acıyı bizzat yaşayan insan mı yoksa acıya merhem olan iktidar mıydı asıl yıpranan?
Evet hiçbir devirde iktidarın işi bu kadar zor olmamıştı.
Var olan iktidar her gün muhalefetin kodladığı kitlesel güçle etik bir şekilde mücadele ederken aynı zamanda da Türkiye adına rekor seviyede kazanımlara da imza atarak rüştünü hem milletine hem de tüm dünyaya ispat etti.
Yaşadık ve gördük.
Öte yandan, insanımızın ihtiyacına yönelik yapılan yardımların, icraatların siyasi çıkarlara ters düşmesiyle sökülerek alınması belki de insanlık tarihinde görülebilecek en büyük zulümdü.
Biz bugün maalesef bunu da gördük!
“Satılan mal geri alınmaz.” diye bir kaide vardır esnafların lügatinde. Oradan alışveriş yapan her müşteri de bu kaideye uyar. Bir esnaf ve müşteri ruhu kadar olgunlaşmamış siyasetin geldiği son noktada, verilen hizmetler hiç çekinmeksizin geri alınıyor. Gelip geçecek bir seçim için insan ruhunda onulmaz yaralar açılıyor. Bu açılan yaralar nasıl tedavi edilecek çok merak ediyorum. Siyasette bunun bir karşılığı olacak mı? Kim bize bunun vaadini verebilecek, çok merak ediyorum.
İktidarı yıpratmak uğruna siyaseti bayağılaştırarak insanı insanlıktan çıkaranlar, sonrasında bozulan ilişkileri nasıl dizayn edebilecekler? Zedelenen dostlukların hasarı nasıl onarılacak? Öfkelenen insanların öfkesi nasıl dindirilecek? Üzerine tuz basılan yaraların acısına kim şifa olabilecek? Çaresizlikle baş başa bırakılan, eli kolu bağlanan insanın özgürlüğüne, beraatine hangi yasa karar verecek? Ve en önemlisi de vazgeçilen ve kaybedilen değerlerin, ilkelerin bedelini kimler ödeyecek?
Artık şunu hepimizin iyice anlamış olması gerekir. Atatürk ve O’nun kurduğu Cumhuriyet, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin en yüksek değeridir. Bu değer sadece bir siyasi partiye ve bir ideolojiye hapsedilecek kadar basite indirgenemez. Atatürk'e karşıt olanlar ve O’nun kurduğu Cumhuriyeti yıkmaya azmedenlerle yan yana durmak, dostu ağlatır düşmanı güldürür bir vaziyete sebep.
Gerek Covid sürecinde gerekse deprem felaketinde zaten fazlasıyla sarsıldık tarifi mümkün değildi yıkılmışlığımızın… Ama maalesef tüm bu acılarımızı katmerleyerek artıranlar oldu. Biz zannettik ki bir olmuştuk. Kimdir, nedir, necidir demeden koşup sarmıştık birbirimizin yarasını. Ama öyle değilmiş. Bazı çabalar sadece oy içinmiş.
Bugün hepimizin kim olduğu o kadar bağırıyor ki, birbirimizin ne dediğini bile duyamıyoruz! Dinlemiyoruz birbirimizi. İdeolojiler açık “oy”a dönüştü, muhabbetler kısır tartışmalara…Kötü insanlar değiliz her birimizin niyeti güzel ama davranışlarımız bilinçsiz bir hâl aldı. Farklılıklarımızla yaşamanın o zenginliği yerine otoritelerin altında tek tip düşüncelerin esiri olduk.
Oysa insanın kaçamayacağı en büyük otorite kendi vicdanıdır. Kalbimizin perdesi önünde oturmak korkutsa da o perde illaki açılacak bir gün. Ayrılıklar sahnelenecek. Bu korkuyu hafifletmek adına belki de hala yapabileceğimiz bir şeyler vardır. Mesela rüzgârın önünde bir yaprak gibi savrulmaktansa fırtınalara yön veren bir kelebek kanadı kadar naif olmayı denesek…
Ne kaybederiz?