ANALİZ

Aydın Doğan yazarını kovar mı?..

Hadi Özışık dün “Aydın Doğan olsaydı, Hasan Cemal’in kellesini vermezdi” başlığı altında yayımlanan makalesinde....

Aydın Doğan yazarını kovar mı?..

ADNAN BERK OKAN

Mevlana Mesnevi’
de, “Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, fakat söylediği her şeyi düşünür” diyor...
Aydın Doğan, aklından kimsenin şüphe etmeyeceği ama ne hikmetse aklından geçeni hemen söyleyen, söylediklerinin ne etki yapacağını ise hiç düşünmeyen bir önemli medya patronu ve işadamıdır…
Yani insanî ilişkilerde stratejisi olmayan biri…

Hadi Özışık dün “Aydın Doğan olsaydı, Hasan Cemal’in kellesini vermezdi” başlığı altında yayımlanan makalesinde Milliyet ve Vatan gazetelerinin sahibi Demirörenlerin “kolay ulaşılabilir” olduklarına dikkat çektikten sonra;


Böyle mi olmalıydı?..


Hayır!..
Asla böyle olmamalıydı…
“Şiir” okuduğu için halkın oylarıyla oturduğu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevi elinden alınan ve üstüne üstlük bir de hapsedilen bir siyasetçi;
bir haberi yayımlayan gazetesini savunan bir gazeteciyi işinden kovdurmamalıydı…
Allah aşkınıza lütfen bahane aramayın…
Bendeniz, bir başbakan veya danışmanının ya da çok yakın bakanlarından birinin bir gazete patronuna telefon açıp, “sayın başbakan, falanca yazarınızın yazdıklarından rahatsız oluyor” demesinin ne manaya geldiğini en iyi bilenlerdenim…
Çünkü tam dört defa bu tarz telefonlar yüzünden gazetemden kovuldum…
Böyle bir telefonu ciddiye almayacak tek medya patronunun ise Hadi Özışık’ın da hakkını teslim ettiği gibi Aydın Doğan olduğunu yaşayarak öğrendim…
Onun dışında bütün diğerlerinin ilk yaptıkları iş, genel yayın yönetmenini arayıp başbakanın rahatsızlık duyduğuz gazeteciyi, yazarı kovması için talimat vermektir…
Yani; Hasan Cemal’i tabii ki “korkak” patronları kovdu ama bu kovuluşta Başbakan’ın hiç etkisinin olmadığını söylemek abestir…

“Demirören, Aydın Doğan gibi ulaşılamaz biri olabilseydi, Erdoğan'ın etrafındaki ‘Pargalılar’ Hasan Cemal'in kellesini alabilir miydi?” diye sordu…

Özışık
haklıydı çünkü Aydın Doğan’ın yazarlarına sahip çıkan tek medya patronu olarak kalabilmesinin en temel sebebi önüne gelen herkesin kolayca ulaşamayacağı bir karakter yapısına sahip oluşudur.
Baba – Oğul Demirören ise yolgeçen hanı gibi maşallah…
Başbakan’la fotoğraf çektirmiş birini görseler kolaylıkla boynuna sarılıp öpebilirler bile…

İnsani ilişkilerde kuraldır:
Birisine yanınıza sokulması için ne kadar çok izin verirseniz o kadar çok taleplerinin muhatabı olursunuz…
Çok güçlü olduğu havasını basan birinin havasını almak istiyorsanız; onu yok farz edecek, görmezden geleceksiniz…
Baba – oğul Demirörenler en başından beri bunu başaramadılar..

Bu kadar giriş yeter…
Şimdi Hadi Özışık’ın Aydın Doğan’ın medya patronluğuyla ilgili tespitlerine geleyim...
Doğrudur…
Aydın Doğan hayatının hiçbir döneminde hükümet veya başbakan istedi diye bir yazarını kovmadı…
Dikkat!..
“Yazarını kovmadı” değil, “iktidar partisi ya da başbakan istediği için kovmadı”…

Kimileriniz, “atma ABO din kardeşiyiz” diyebilir ve bana;
Emin Çölaşan’la başlayıp; sonra da “Tufan Türenç, Cüneyt Ülsever, Hadi Uluengin, Ferai Tınç, Bekir Coşkun, Özdemir İnce ve benzeri diğerleri” (onlar kimlerse?) diyerek devam edebilirsiniz…
Ben de size; “bu isimlerin içinde Başbakan istediği için kovulan tek bir yazar olmadığından ziyadesiyle eminim” derim…

Efendiler!..
Aydın Doğan’ı her konuda eleştirebilirsiniz, eleştirebiliriz (ki onu en çok eleştiren de bendenizdir) ama bir tek konuda ona tek lâf edemeyiz:
Siyasi baskı ve hükümet korkusuyla yazarını sattığını söyleyemeyiz…

Meselâ Emin Çölaşan…
Daha öncekileri bilmem ama Emin Çölaşan’ı kovdurmak Erdoğan’ın aklının ucundan bile geçmedi…
Çünkü Çölaşan tipi muhalefet Erdoğan’ın en sevdiği, arayıp da bulamadığı muhalefetti…
Çölaşan tipi muhalefet Erdoğan’ı milyonların gözünde “halen mağdur” durumda bırakıyordu çünkü…
Peki neden kovuldu Çölaşan?..
Siyasetçilere karşı kullandığı hakaret ve küfür içeren yazıları yüzünden…
Defalarca uyarıldı…


Emin Şirin'in niyeti de yoktu!

Dinimizde de niyetler yargılanmaz…
Kuran'da bile fenalık yapmaya niyetlenip bundan vazgeçen birisi Allah katında ödüllendirilir…
Niyet yargılansaydı;  Hz. Ömer halen "kâfir" olarak anılıyor olurdu çünkü; İslamiyet'i kabul etmeden sadece birkaç dakika önce sevgili Peygamber Efendimizi (SAV) öldürme niyetiyle gitmişti kız kardeşinin evine...
Benim anlatmak istediğim de işte buydu...
Yani; İlker Başbuğ veya diğer generallerle ilgili olarak ortada bir"eksik teşebbüs" bile olsaydı; yargılanmaları ve elbette cezalandırılmaları gerektiğine inandığımı defalarca yazdım.
Demek istemem o ki; bilhassa Balyoz, Sarı Kız, Ay Işığı ve hiç ilgisi olmadığı halde Ergenekon dosyasına sokuşturulan İlker Başbuğ dosyalarında generallerin neredeyse tamamı ya niyet aşamasındayken vazgeçmişler ya da hiç niyetlenmemişler bile...
Benim vicdanım işte buna rağmen müebbet hapis cezası istemiyle yargılanmalarını kabul edemiyor.
Meselâ Emin Şirin…
Darbeye niyeti bile olmadığı gibi bu ülkenin askeri darbeye en şiddetli muhalefet eden aydınlarından biri…
Ama; idam cezası kaldırılmasaydı belki de asılacaktı...
Neden acaba?..
 

Doğan Medya Gurubu’nun ilkeleri hatırlatıldı; yazılarında hiçbir kimse ve kuruma hakaret etmemesi gerektiği söylendi…
Başbakan’dan gazetecilik ilke ve ahlâkının gereği olarak “Tayyip” diye söz etmemesi, Melih Gökçek için “İ. Melih” şeklinde yazmaması hatırlatıldı…
Melih Gökçek’e dönemin parasıyla bir trilyon liradan fazla tazminat ödenmişti ve hepsini de Doğan Gurubu muhasebesi ödemişti…
Yani küfür ve hakaretleri Çölaşan yapıyor, tazminatları Aydın Bey ödüyordu…

Bekir Coşkun’a gelince…
Kovulmak bir yana, HaberTürk’e transfer olduğu öğrenildiğinde Vuslat Doğan Sabancı ve Ertuğrul Özkök birlikte Coşkun’un Ayvalık/Cunda adasındaki yazlığına kendisini Hürriyet’te kalması için ikna emek amacıyla yola bile çıkmışlardı…
Artık çok geç olduğunu anladıklarında yoldan geri döndüler…

Hadi Uluengin gazetenin genel okur kitlesi için giderek marjinalleşmişti…
Ve okunmuyordu da…
Gazeteden ayrılması değil haftada bir gün yazması istendi kabul etmedi…
Kaldı ki Uluengin Ak Parti Hükümeti’ne en sıkı destek verenlerden biriydi gazetede…
Yani Hükümet istediği için gönderilmesi bir yana; Hükümete yakın olmak isteyen bir başka medya patronunun el üstünde tutacağı bir yazardı...
Aydın Bey’in ise, Hükümete veya Başbakan’a “yakın” ya da “uzak” olmak gibi bir kaygısı olmadı…
Milliyet’i satın aldığı günden itibaren iktidarların kendisiyle sıcak ilişki kurmak zorunda olduklarına inandı…

Ferai Tınç kendisi bıraktı…
İstemedi devam etmeyi…
Yani ne iktidar baskısı var ayrılmasında ne de kovulma…
Cüneyt Ülsever benim en çok saygı duyduğum liberal demokratlardan biridir.
Hürriyet’ten ayrılışına da çok üzülmüştüm…
Ama…
Hürriyet’ten muhalif yazıları nedeniyle kovulduğunu, defalarca ve çok sağlam kaynaklardan araştırdığım halde doğrulatamadım.
Tufan Türenç halen Hürriyet’in yazı işleri müdürü olduğuna göre demek ki kovulmamış…
Yarın yazmaya başlasa hiç kimsenin “yazma” demeyeceğinden de eminim…
Özdemir İnce de keza kovulanlardan değil, “haftada bir gün yaz” denilenlerden…
Ve tabii ki bir de (bana kırılmasınlar) reytingleri çok düşüktü…

Bakınız!..
Başbakan ve yakın çevresinin  Hürriyet’te görmek istemedikleri iki yazardan biri Ertuğrul Özkök, diğeri ise Ahmet Hakan
Neden?..
Özkök’e, asla kendi taraflarına çekemeyecekleri için öfke duyuyorlar…
Hakan’dan ise eskiden kendi mahallerinden olduğu için hazzetmiyorlar…
Yani Ahmet Hakan’ın kendilerini terk etmiş olması canlarını sıkıyor…
Demek istemem o ki;
Aydın Doğan’la “papaz” oluşum hakkını yeme hakkına sahip olduğumu göstermez…
Bilmem anlatabildim mi?..

ÇOK OKUNANLAR