Ayakkabı fırlatan gazeteciye prim!
Birgün gazetesinin Yönetim Kurulu Başkanı konuştu! IMF Başkanı'na ayakkabı fırlatan Birgün çalışanına prim mi verilecek?
Uluslarası Para Fonu (IMF) Başkanı Dominique Strauss Kahn'ın Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü'nde katıldığı konferans sırasında hedef olduğu “ayakkabılı protesto” geçen haftanın en çok reyting alan haberlerinden biriydi.
Protestoyu yapan Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) üyesi, Birgün gazetesi editörü Selçuk Özbek, “eylemi gazetesi adına yapmadığını” söyledi. Birgün gazetesi protestoyu “Bir gün herkese ayakkabı gerekebilir” manşetiyle duyurdu. Bize de sormak için vesile oldu: Gazete bu manşetten sonra kaç sattı? Genel yayın yönetmeni olmayan bir gazetede işler nasıl yürüyor? Protestoyu öğrenen Birgüncüler ne yaptı? Yazı işleri toplantısında müdürlerin başına ayakkabı fırlatılabilir mi? Şimdiye dek en büyük tazminatı kime ödediler? IMF'ye karşı çıkan Birgüncüler, neden az satıyoruz, sorusunu nasıl cevaplıyor? Her kurumdan gelen ilanı basıyorlar mı? Birgün gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Aydın, T24'e anlattı.
Ayakkabılı protestonun ardındaki dünyaya bir de bu kadrajdan bakın.
- Gazetenizde genel yayın yönetmeni yok, değil mi?
Doğru.
- Birgün gazetesi şu anda altı yaşında. Bu yıllar içinde hiç yayın yönetmeni olmadı mı?
Hayır, olmadı. Gazeteyi kurarken, madem patronsuz bir yapı olacağız, o halde son sözü tek kişinin söyleyeceği bir gazete de olmayalım, istedik. Birgün'ün hiç genel yayın yönetmeni olmadı, künyede de “genel yayın yönetmeni” kavramını hiç kullanmadık.
- Yine de “birinci adam” ya da bir “hiyerarşi” vardır?
Biz hiyerarşisiz bir sistemden bahsetmiyoruz. Sadece klasik anlamdaki genel yayın yönetmeni örgütlenmesi yok.
- Peki bu yönetmensizlik nasıl işliyor?
Yazı işleri müdürleri ve editörler götürüyor işi. İki yazı işleri müdürümüz var; ikisi de eşit haklara sahip, biri diğerinden hiyerarşik olarak üstün değil. Sayfa editörlerimiz için de aynı şey geçerli.
- Sizin titriniz nedir?
Ben şirketi, yönetimi, yayını büyük ölçüde temsil eden insanım.
'Bizde yayın yönetmeni yok, demokratik merkeziyetçilik var'
- Yani yönetim kurulu başkanı mısınız?
Sonuçta “titr” olarak öyle geçer. Aslında başka bir tabirle bizim kendi içimizdeki işleyişe, demokratik merkeziyetçilik, diyebiliriz. Örneğin ben de yazı işlerini dahil bir insanım. Yazı işleri kadrosu ile aynı söz hakkına sahibim. Benim sözüm onlardan ne fazladır ne eksiktir.
- Pardon, durum hâlâ biraz karışık; gazetenin genel yayın yönetmeni yok, yönetim kurulu başkanı sizsiniz. Ama sizin de künyede isminiz yok. Bu nasıl iş?
O tanımlanan, geleneksel hiyerarşik sistemin olmamasıyla ilgili bir durum bu.
- O halde durumu netleştirelim. Birgün gazetesine dair konuları görüşmek üzere size yönlendirildik. Peki siz kimsiniz, gazeteci misiniz mesela?
Uzun süre çeşitli dergilerde çalıştım, yayıncılık yaptım. Birgün kurulduğundan bu yana da Birgün'deyim.
- Bir dakika, öyle geçiştirmeyin. Hangi dergilerde çalıştınız, medya ile ilginiz nedir?
Aslında geçiştirmiyorum. Konu kişisel bir alana girdiği için... Ben kimim? Artivinliyim, 17 yaşında cezaevine girdim, 17 yaşında idam cezası aldım. 1980'den 1992'ye dek, 12 yıl cezaevinde kaldım.
- Hangi suçlamayla mahkûm edilmiştiniz?
“Anayasal düzeni silah zoruyla yıkmak”. Devrimci Yol davası. Cezaevinden çıktıktan sonra yayıncılığa yöneldim. Sırasıyla “Yeniden”, “Bir Adım” dergilerini çıkarttık. Ardından “İşçilerin Sesi” gazetesinde çalıştım. Günlük gazete kurma fikriyle Birgün'ü kurduk. Birgün'ün kuruluşundan beri içindeyim. Dört yıldır da yönetim kurulu başkanıyım. Ve evet, künyede ismim yok. Çünkü motivasyonumu sağlayan şey bu değil. Bu da kişisel bir tercih.
'Selçuk arkadaş militan yapılıdır'
- Politika editörünüz Selçuk Özbek'in Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Dominique Strauss Kahn'a ayakkabı fırlatması da kişisel bir tercih miydi? Yazı işleri, gazete yönetimi böyle bir eylemden haberdar mıydı?
Hayır, haberimiz yoktu. Protestosundan bir gün önce izin istedi. Hatta biz de “Daha bir yılın dolmadı, izin veremeyiz” diyerek kendisine takıldık. İhtiyacı olduğunu söyledi; bir haftalık izne çıktı. Ertesi gün gazeteci arkadaşların, “Muhabiriniz IMF Başkanı'na ayakkabı fırlatmış” diye aramasıyla durumdan haberdar olduk.
- Aklınıza “Acaba biri şaka mı yapıyor?” gibi bir şık geldi mi?
Gelmedi çünkü Selçuk arkadaşı tanırım; militan yapılıdır. Aklım hemen bir gün öncesine gitti. Özellikle izin istemesinin ısrarını anladım.
'Protesto sonrası yazı işlerinde tezahürat oluştu'
- “İzin istemene gerek yoktu. Söyleseydin o toplantıya seni gönderirdik Selçuk kardeş!” diye düşündünüz mü?
Düşünmedim. Çünkü o öylesini uygun bulmuş. Ama doğrusu, yaptığı iş çok hoşuma gitti. Hani insanın yüreğine su serpilir ya, öyle bir duygu hissettim.
- O neden?
Sonuçta hem gazetemizin, hem de benim kişisel olarak IMF'ye karşı net bir tutumuz söz konusu.
- Ayakkabı fırlatma havadisinden sonra yazı işlerinde nasıl bir hava oldu?
Arkadaşlar da gurur duydu tabii. Hemen televizyonların başına geçtik, diğer yandan internetteki haberleri takip ettik. Hoşumuza gitti, içeride bir tezahürat oluştu.
'Protestoyu gazeteci olarak yapsaydı yanlış yaptığını söylerdik'
- Ve “Bir gün herkese ayakkabı gerekebilir”manşetini attığınız gazeteyi yapmaya başladınız. O yazı işleri toplantısında, “Ben de IMF'nin politikalarına karşıyım. Ama bu doğru bir gazetecilik yöntemi değil. Bu sayfayı bu kadar abartmayalım” diyen oldu mu?
Önce şunu söyleyelim. Arkadaşımız oraya gazetenin görevlendirdiği biri olarak gitseydi, yaptığı iş hoşumuza gitse de, mesleki olarak yanlış bir şey yaptığını söylerdik zaten. O zaman bu manşeti rahatlıkla atmayabilirdik. Bunu gazetecilik etiği üzerinden tartışırdık. Ama böyle bir durum söz konusu değil. İzinli bir gününde bireysel olarak o toplantıyı izliyor ve böyle bir şey gerçekleştiriyor. Bunu kendi arkadaşımız değil herhangi biri yapsaydı yine aynı gazeteyi yapardık, aynı manşeti atardık.
- Ya şöyle olsa: Toplantıdasınız. Söylemlerinize karşı olan biri kafanıza ayakkabı fırlatıyor. Bunu nasıl karşılarsınız?
Bulunduğum konumla ilgili bir şey bu. Ben IMF Başkanı olsaydım ve kafama ayakkabı fırlatılsaydı, Başkan Kahn'ın verdiği tepkinin aynısını verirdim. Olgunlukla niteledi eylemi. “Sonuçta o kişi de kendini böyle ifade etmiş” dedi. Çünkü bu, Başkan'ın kişiliğine, kendisine karşı bir şey değildi.
'Eylemden sonra gazetenin tirajı çok fazla artmadı'
- Gelelim gazetenin eylemden sonraki tirajına. O manşetten sonra ne kadar sattınız?
9 bin 200. 12 bin basmıştık. Beklediğimizin altında, ama bir önceki günün üzerinde bir rakam.
- Bundan önceki günlerde satış oranınız nasıldı?
Burada bir not düşeyim. Yayımlanmaya ilk başladığımız günlerde günde 150 bin adet gazete basıyorduk. 25 bin ile 40 bin arasında bir satış alıyorduk. Bunun anlamı da şuydu; yüzde 70'in üzerinde iade. Bunun böyle sürmesi de o gazetenin batması demektir. Bu nedenle bir süreden sonra baskı rakamlarımızı aşağıya çektik. Zarar etmeyeceğimiz minimum rakamları yakaladık. Şu anda günde 11 bin gazete basıyoruz. Yaklaşık altı bin satış alıyoruz.
'En çok gazeteyi Hrant öldürüldüğünde sattık'
- Şimdiye dek en çok ne kadar sattınız?
En çok satış aldığımız dönem Hrant'ın öldürüldüğü günlerdi. 15 bin civarında basıyorduk, 12 civarında satış alıyorduk.
'Prim olarak bir rakı ısmarlarız arkadaşımıza'
- Nihayetinde Selçuk Özbek'in eyleminden sonra satışınız artmış. Gündeminizde editörünüze prim vermek gibi bir durum olabilir mi?
Arkadaşımız, bizden bağımsız olarak bir eylem gerçekleştirdi. Ve bu eylemle daha önce gazetemizi tanımayanlar Birgün'den haberdar oldu. Onun bizden ödül talebi olmaz. Ama biz arkadaşımızı kutlarız, bir rakı ısmarlayabilirim arkadaşıma. (Gülüyor)
'En çok eleştiriyi CHP'den alıyoruz. En yüklü tazminatı Başbakan'a verdik'
- Kurulduğunuz günden bu yana bir işadamından ya da hükümetten tebrik, eleştiri telefonu aldınız mı?
Beni arayan olmadı. Arkadaşların aldığını da sanmıyorum. İlginç olan şu ki, en yoğun eleştiriyi CHP'den alıyoruz. Kendilerinin sosyal demokrat bir çizgide olduğunu düşünerek bizim manşetleri eleştiriyorlar.
- CHP'den dava açan oldu mu hiç?
CHP'den hiç dava yemedik. Ama en yüklü tazminatı Tayyip Erdoğan'a verdik.
-Ne Kadar Verdiniz?
Anımsadığım kadarıyla 3 davadan 20 ile 30 bin lira arası tazminat ödemişizdir. Ayrıca Dolmabahçe görüşmeleriyle ilgili de süren bir dava var.
- Şimdiye dek açılan davalar nedeniyle toplam ne kadar tazminat ödediniz?
200 bin olmuştur.
- Siz ne kadar kazandınız?
Biz şimdiye dek kimseye tazminat davası açmadık. Bizim hakkımızda da dava konusu olabilecek şeyler söyleniyor. Ama “Dava açıp buradan para kazanalım” gibi bir düşüncemiz yok.
'Adnan Oktar ısrarla ilan veremeye çalışıyor, ama almıyoruz'
- Bu bina kira mı?
Evet.
- Kiranız ne kadar?
3 bin lira. Daha önce Karaköy'de 800 metrekarelik bir yerimiz vardı. Oraya 6 bin lira ödüyorduk. Rakam yüksek geldiği için buraya taşındık.
- Birgün'de kaç kişi çalışıyor?
Yazı işleri, reklam, teknik ekip, herkes dahil 45 kişiyiz.
- Reklam servisinizde kaç kişi var?
İki.
- Sembolik bir servis mi bu, ne ölçüde ilan alabiliyorsunuz?
Değil tabii ki. İlansız gazete olur mu? İlan alıyoruz. Ama bizim için sakınca taşımayanları basıyoruz.
- İlan vermek istemelerine karşın sizin basmadığınız durumlar oluyor mu?
Tabii ki. Mesela çok ilginç, Adnan Oktar'ın Darwin'le ilgili kitap reklamları var. Israrla ilan vermeye çalışıyorlar, ama almadık.
- Burada çalışan herkes devrimci ve sosyalist mi?
Değil tabii ki. Farklı düşüncede arkadaşlarımız var. Fakat sonuçta demokrat insanlar. Tüm arkadaşlarımız Selçuk (IMF protestocusu Selçuk Özbek) gibi militan değil elbette. Hatta aramızda politik düşünceye sahip olmayan, siyaseten tercihi olmayan arkadaşlarımız da var.
'Taraf'ın taraf olduğu yan, siyasal İslam ve neoliberal politikalara hizmet ediyor'
- Güncel bir medya sorusu: Bazı medya sitelerinde “İslami kesime yakınlığı ile bilinen Taraf gazetesi” ifadesinin Birgün'de yer almasının sadık okurlarınızda hayal kırıklığı yarattığı yorumlarına rastladık. Bu ifade gözünüzden mi kaçtı?
Hayır. Biz şunu söylüyoruz. Bu Taraf'ın “taraf” olduğu yanla ilgili bir şey. Politik olarak söylediğiniz şeyin kime ve neye hizmet ettiğine bakarsınız. Biz, Taraf'ın “taraf” olduğu yanın, siyasal İslam'a ve neoliberal politikalara hizmet ettiğini düşünüyoruz.
- “Birgün ulusalcılara, kızılelmacılara hizmet ediyor”diyen biri için ne düşünürsünüz?
Böyle laflar bu kadar kolay söylenemez. Birinin bana “darbeci” diyebilmesi için benim gibi darbeye karşı silahlı mücadele yürütüp, 12 yıl cezaevinde yatıp, bunun bedelini ödemesi gerek. Birgün'ün tavrına gelecek olursak, bu gazeteyi hiç okumadıklarını düşünürüm her şeyden önce.
'AKP, zaten tasfiye edilmiş darbecilere tavır alıyor'
- “Okuduk” deyip, “Yiyin birbirinizi” manşetinizi hatırlatırlarsa?
O manşette bizim tavrımız şuydu: Biz Ergenekon sürecine “Bir yanda darbeciler var, diğer yanda darbeye karşı mücadele eden AKP var” şeklinde bakmıyoruz. Biz, “Bu resim bir aldatmacadır. Asıl olan ise şudur: Darbeciler kendi içlerinde tasfiye edilmiş. O süreç içinde hükümette olan AKP hiçbir şey yapmamış. Ancak beş yıl sonra Amerika'nın varlığıyla AKP zaten tasfiye edilen darbecilere karşı bir tavır takınmış. Bu bir iktidar çatışmasıdır. Bu iktidar çatışmasında ne darbecilere, ne de neoliberal politikalara hizmet eden AKP'den yana bir tavır almayız. Bizim tavrımız özgür demokratik bir Türkiye'dir. Siz yiyin birbirinizi” dedik.
- Tam burada bazı ağızlardan şöyle bir eleştiri çıkıyor: “Sadece politik refleksleri ile hareket eden bir kadronun yazı işlerinde olması nedeniyle gazetenin haberciliği örseleniyor.”
Biz başından beri meslekten gazeteci olan bir kadro ile gazete yapıyoruz. Kaldı ki bana göre “tarafsız gazetecilik” diye bir şey yok. Haberin sadece sunuş biçimi bile taraftır. Bize göre esas olan da emek ve sermayedir. Sen kimi temsil ediyorsun? Sermayeyi mi, ezilenlerin, emekçilerin özgür ve demokratik dünyasını mı?
'Soruyoruz; yıllarca emekçiler dedik, gazete neden altı bin satıyor?'
- Türkiye en basit genelleme ile “asgari ücretin altında çalışanlar, sigortasız çalıştırılanlar cenneti”yken sizce bu insanlar neden gazetenizi almıyor? “Biz yıllardır emekçiler diyoruz ama neden bizim satışlar altı binlerde?” diye soruyor musunuz kendinize?
Hem de çok soruyoruz. 1980'lerde yaptığımız Demokrat gazetesi 100 binlerin üzerinde satıyordu. Peki ne oldu da şimdi bu rakamları bulamıyoruz? Rüzgârın estiği yer değişti. Ezilen emekçiler de “Belki kendimizi böyle kurtarırız” diye düşünüyor herhalde. Politik hegemonya bizden yana değil, politik duruşumuz da sanırım yeterince ezilenleri, emekçileri ikna etmiyor.
'Hâlâ emek ve sermaye diyorsak, biz demodeyiz!'
- “Hayır, biz gazetede Deniz Seki'nin tahliye haberini de okumak istiyoruz. Sadece işçilerin haklarından bahseden bir gazete demode ve dünyadan uzak...” diyorlarsa sadece?
Doğrudur, öyle demode yanlarımız vardır. Hâlâ emek ve sermaye diyorsak, biz demodeyiz! Ve bir bilgi: Deniz Seki'nin haberi dört buçuktan sonra geldi. O saatte gazeteyi matbaaya göndermiş oluyoruz. Çok özel durumlar olmadıkça, baskıyı değiştirmiyoruz. Yani, Deniz Seki'nin tahliyesi bizim için haberdir. Ama diğer gazetelerde olduğu gibi ünlülerin özel hayatlarına ilişkin haberleri kullanmıyoruz. Yayın yönetmenimiz olmadığı gibi, magazin servisimiz ve müdürümüz de yok.
- Başka neyiniz yok?
Paramız yok! (Gülüyor) Ama ne mutlu ki arkadaşlarımızın maaşlarını yatırıyoruz. Gerekirse borç alıyoruz, yine de yatırıyoruz.
'Doğan grubuna ceza için 'yiyin birbirinizi' demek geliyor içimden...'
- Para demişken Doğan grubuna kesilen ceza hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu çok spekülatif bir tartışma. 1980'lerden sonra başlayan “holding gazeteciliği”nin önemli bir ferdi olan Doğan grubu da iktidarla yıllarca içli dışlı ilişki yürüttü. Ama AKP ile anlaşamadılar. En basit anlatımla olan şu: AKP, Doğan grubunun açıklarını değerlendirerek üzerine gidiyor. Bu doğru bir şey mi; hayır. Doğan grubunun yıllarca yaptığı doğru muydu; hayır. Aslında içimden “Yiyin birbirinizi” demek geliyor. Ama bunu demek doğru değil. Arada yine de gazetecilik var, basın özgürlüğü var. Holdingleşme sürecinde zaten zedelenmiş bir habercilik var. Bir de üstüne bu mu olsun?
- Hâlâ Zaman gazetesinin matbaasında mı basılıyor Birgün?
Zaman'da kurulduğumuz ilk günlerde, çok kısa bir süre basıldık. Ardından uzun yıllar Star'ın matbaası ile çalıştık. En uygun, en az maliyeti neresi veriyorsa orayı değerlendirmeye çalışıyorsun. “Burası benim düşüncelerime uygun değil, burada bastırmayacağım, daha pahalı yerde bastıracağım” gibi bir tercih yapmak gerçekçi olmuyor. O zaman en uygun maliyeti onlar vermişti. Şimdi 1,5 yıldır, Evrensel gazetesinin basıldığı matbaayı kullanıyoruz. O şirketin iki makinası var. Bir makinayı bize ayırdılar, sağolsunlar destek sağladılar bize.
SELİN ONGUN - t24.com.tr