Ataerkil, yaşam nedir sorusuna Ziguratlarla yanıt veriyor
Ataerkil de Mehmet Mollaosmanoğlu'nun 2007 yılında raflarda yerini alan ilk romanı. Bugün, 10 adet basılı eseri olan yazar, meslekteki 9. yılına ilk göz ağrısı Ataerkil'i yeniden düzenleyerek girmeyi tercih etti.
GAZETECİLER.COM - ÖZEL İÇERİK
SAYIM ÇINAR [email protected]
"Ziguratlar, insanlık tarihinin gözardı edilmiş silintileridir. Ziguratları anlayan, yaradılışa ait bütün kavramları idrak eder; Adem ile Havva'yı, Nuh'u, Cennet'i-Cehennem'i, tanrıları, şeytanı vs... Bu yüzden Ataerkil'deki roman kahramanı 'yaşam nedir' sorusunun yanıtlarını bir zigurat yardımıyla çözüyor "
İlk romanlar genellikle yazarların en iyi eseridir fakat bir yandan da şanssızdır; aşçının ilk yemeği gibi tuzu-yağı-şekeri tam kıvamında olmayabilir fakat bu durum aşçının yaşamı boyunca en fazla özendiği, özünden öz kattığı, enerjisiyle beslediği yemek olduğu gerçeğini değiştirmez. Ataerkil de Mehmet Mollaosmanoğlu'nun 2007 yılında raflarda yerini alan ilk romanı. Bugün, 10 adet basılı eseri olan yazar, meslekteki 9. yılına ilk göz ağrısı Ataerkil'i yeniden düzenleyerek girmeyi tercih etti.
*Sizin tarzınız biraz farklı; arkeolojiyle kuantum fiziğini, bilinen medeniyetler tarihiyle, dile getirilmeyen alternatif tarihi iç içe geçiren, felsefî açılımlarla derinleşen ve yüksek bir aksiyonla soluk soluğa ilerleyen gerilim romanları yazıyorsunuz. Ataerkil'de böyle mi?
Hayır, Ataerkil'de diğer eserlerimde olduğu gibi dozu yüksek maceralardan bulamazsınız fakat romanın bütününe yayılmış bir gerilimden söz edilebilir. Bunun yanında Ataerkil, otobiyografik izler taşıdığı gibi sonraki romanlarımın ana temasını oluşturacak felsefi alt yapıya okuyucuyu hazırlar. Aslında diğer romanlarımı okumuş, etkilenmiş okurların Ataerkil'i mutlaka okumalarını öneririm. Keza sonraki eserlerimde 'fantastik' olduğunu düşünebilecekleri, zihin oyunları, rüya katmanları, beyin kontrolü, telekinezi, mentalizm gibi kavramlar Ataerkil'in özünü oluşturuyor.
*Evet, fantastik-gerilim türünde yazdığınızı söyleyenler çoğunlukta. Siz eserlerinizin fantastik olmadığını mı dile getiriyorsunuz böylece?
Fantastizmin sınırları çok belirgin değil, ben bir masal dünyası yaratmıyorum, bilim ve alternatif bilim tezleriyle açıklanabilen kavramlarla oynuyorum sadece. Örneğin, Cennet Ayracı'nda 'zihin kontrolü' ile birisinin beynine yaşamadıklarını yaşamış gibi depolanabileceğini bir aşk hikâyesi çerçevesinde işledim. Ya da Atahunalp Urumgalatlı'nın Amel Defteri'nde hafızanın silinip bir başkasının hafızası kopyalandığında kişinin nasıl bir dönüşüme uğradığını anlattım. Talaytaytan'da ise 55 yaşındaki çirkin bir kadının 19 yaşındaki yakışıklı ve serseri bir delikanlıyı kendisine nasıl âşık edebildiğini anlatırken geri plânda 'telekinezi' ve 'mentalizm' gibi kavramları kullandım. Eğer bunlara fantastik diyorsanız itiraz edemem tâbii. Fakat gerçekten fantastik diye niteleyebileceğim bir eserim var; Çark. Çünkü bu eserimde MuKıtası'nın günümüzde cereyan eden bir olayla bağlantısını hikâyeleştirmiştim ve geçmiş-gelecek kavramlarını aynı potada kullanabileceğim tek çare, zaman-mekân kesişmeleriydi.
*Ataerkil'in konusundan kısaca bahsedebilir misiniz?
Despot bir baba ile sakin bir oğulun hikâyesi... Oğul mimar olmuş, evlenmiş, bir de çocuğu olmuştur ama babanın etkisinde ve gölgesindedir halen. Çocukluğundan beri süregelen bu baskı ile içine kapanmış, silikleşmiş, ürkek bir karaktere dönüşmüştür. Bir gün bütün hayatını değiştirecek bir travma ile sarsılır; bir buçuk yaşındaki evladını kaybetmiştir. Bu onun hayatı sorgulamaya başlamasına neden olur... "Yaşam nedir? Görünen-bilinen-duyulan-tadılan ve dokunulan her şeyin – beş duyunun- toplamı mı?" diye sorar önce kendi kendine... Bu soru ve sorgu aklını kurcalamaya başladığından itibaren hayatına peş peşe 'farklı' insanlar girer. Şizofren teşhisi konmuş çok güzel bir genç kız ona 'ziguratlardan' bahseder ve yaşamın sırrının o eski dev tapınaklarda olduğunu anlatır. Hollandalı bilge bir kadından ise sezgilerini kullanmayı öğrenir. Demir adındaki bir jigolo çocuk ona hiç tanımadığı bir dünyanın, seks işçiliğinin sınırlarını zorlayan kapılarını açar. Suphi adlı delikanlı ise kötülükle tanışmasını ve kötülüğe bulaşmasını sağlar. Karşısına çıkan bu birbirinden farklı insanlar sayesinde yaşamın kendisine hiç anlatılmamış yüzüyle karşı karşıya gelir. Yaşamı anlama yolunda ilk kuralı da böyle koyar: "Karşılaşmalar sebepsiz değildir, muhtemelen birisinin öbürünün yardımına ihtiyacı olduğundan yollar kesişmiştir. Gerçek o ki, insanlar birbirlerine ders vermek için dünyaya geliyor ve karşılaşıyor, bu karşılaşmaların kimi cezadır kimi de armağan, böyle kuvvetli çekimlerde asla tesadüflerden söz edilemez."
*Ataerkil'i okuyanlar görecektir, kahramanlar kadar önemli bir kavram var ki eserin bütününe mührünü basmış; bir zigurat...
Piramitlerden bile daha eski bu tapınakların gizemi bilimsel anlamda hâlâ çözülemedi, çözülemez de çünkü işin içine metafizik, ezoterizm gibi kavramlar giriyor. Bugün, kuantum teknolojisinin de ispatladığı ve sanrı olduğu tamamen ortaya çıkmış klâsik fizik, artık daha derin hakikatleri açıklamada yetersiz kalmıştır. Ziguratlar, insanlık tarihinin gözardı edilmiş silintileridir. Ziguratları anlayan, yaradılışa ait bütün kavramları idrak eder; Adem ile Havva'yı, Nuh'u, Cennet'i-Cehennem'i, tanrıları, şeytanı vs... Bu yüzden Ataerkil'deki roman kahramanım 'yaşam nedir' sorusunun yanıtlarını bir zigurat yardımıyla çözüyor. Ataerkil'in son başlığı da bu zaten; 'Yaşam, bulduğun değil hesap sorduğun kurgudur.'
*Yazarlıkta 9.yılınız, hedefinize ulaştınız mı?
Direk hayır... 10 kitabı olan bir yazarım, her kitabım için inanılmaz çaba sarf ediyor, araştırıyor, sümen altı edilmiş bilgileri bulup çıkarıyorum, dünyanın öbür ucundaki ülkeleri geziyor, görüyor, yazıyorum ama maalesef 'bilmem ne kokulu hikâyeler' kadar ilgi görmüyorum. Umut Çalışan bloğunda ÇARK için şöyle diyor, "Kadim sırlar, gizli örgütler, efsanevi medeniyetler, şifreler, düzenekler, tabiki komplo ve entrikalar ustaca harmanlanmış. Yazarın adı Mehmet Mollaosmanoğlu değil de Dan Brown olsa bu kitabı çok daha farklı platformlarda tartışıyor olurduk." Neyse ki 3 yıldır Profil Yayıncılık gibi işini iyi yapan, profesyonel bir yayıneviyle çalışmaya başladım, Münir Üstün sağ olsun, kitaplarımı yurtdışındaki çeşitli mecralarda tanıtıyor, Cennet Ayracı'nın İngilizce, Boşnakça, Arnavutça ve Azerîce çevirileri hazır. Sırada Çark'ın İspanyolca çevirisi var.
*Ataerkil'in konusu günümüzde geçmesine rağmen iki mitolojik kahraman var, Sümer Tanrısı Enki ve Babil Kraliçesi Belkıs. Her ikisi de roman kahramanlarından ikisinin üst benliği olarak kurgulanmış. Okudukça, başkahraman Engin ile Tanrı Enki iki zıt karakter olarak işlendiği fark ediliyor; Engin silik-ezik birisiyken babasının üst benliği olan Enki, malûm kudretli bir tanrı. Bu dikkat çekici zıtlık kitabın bütününde en dikkat çeken unsur... Anladığım kadarıyla özellikle böyle bir kurgu yapılmış. Birkaç yerde de pozitif ve negatif kavramlar olmasa yaşam denen tezahürün ortaya çıkmayacağını belirtmişsiniz. Zaten bu durum eserin ana temasıyla paralel... Şunu merak ettim,'Tanrı' kavramını kişiselleştirip, fiziksel yaşamın içine sokmayı tercih etmekle tepki almaktan korkmadınız mı? Ya da Tanrı kavramı sizin için tam olarak ne ifade ediyor?
Engin-Enki karakterleri tam dediğiniz gibi, yaşamdaki ikiliği/zıtlığı örneklemek için özellikle kurgulandı, bu tespitiniz doğru. Sorunuza gelince, yanıt yine kitabın içinde; "Bir de şu mühim mesele... Tanrı meselesi... Anladın değil mi? İnsan nesli oldum olası hep karıştırdı Tanrı ile Yaradan'ı... Yaşamı kuran Tanrılar da Bir Olan Yaradan tezahürüdür. Yaradan'ın ruhsal plânını değiştirecek hiçbir güç yoktur fakat nasıl insanoğlu hayvanların genetiğiyle oynayıp, deneyler yapıp, yeni türler elde edebiliyorsa, bizim üst tekâmülümüzdeki tanrılar da insan türüyle deneyler yapıyor. Evet, gerçekten öyle... Biraz düşünürsen anlarsın, çok kolay. İşte bu yüzden yaşam dediğimiz fiziksel evren müdahalelerle, olasılıklarla ve oyunlarla sürüp gidiyor... Her yaşam formunun bir tanrısı var ve siz insanlar da hayvanların tanrısısınız. Hiç abartmıyorum, komiklik de yapmıyorum, hakikatin ilminden bahsediyorum burada, anlayana tâbii. Fiziksel yaşamın oyun, ruhsal yaşamın ise hakikat olduğunu idrak edebildin umarım! Fiziksel yaşamın her türlü müdahaleye açık olduğunu fakat ruhsal yaşamın sadece ve sadece Yaradan'ın değişmez ve akıl almaz programının ürünü olduğunu ve asla müdahale edilemeyeceğini anladıysan yaşamı ve daha ötesini de anladın demektir."
*Son olarak yeni projelerinizden söz edelim...
Yeni bir romanım var sırada, ilkbaharda basılır diye düşünüyorum. Şimdilik adı, 'Domuz Kasabı' fakat sonradan değiştirir miyim bilmiyorum. Örneğin Atahunalp Urumgalatlı'nın Amel Defteri, baskıya gidinceye kadar 'Hafıza Siliciler' idi son anda değiştirdim. Daha evvel yayımlanmış 2 kitabımın konusu Şili ve Bolivya'da geçiyor, dolayısıyla bu ülkelerde yayınlamak için girişimlerde bulundum, zannediyorum olacak, bu nedenle Mart ayında bir Şili seyahatim var. Şili'ye gitmişken daha önce görmeme rağmen doyamadığım, enerjisiyle bütünleştiğim Peru ve Bolivya'yı da ziyaret edeceğim. Yaşam bir labirent, sağımız solumuz duvar, önümüz sürekli dönemeç ve maalesef hedef çıkışta. Bu yüzden proje dediğimiz de temenniden öte bir şey olmuyor.