MEDYA KÖŞESİ

Ardıç Kuşu durduk yerde neye kızmış yine!..

İsa Peygamber de kendisine işkence yapanlara; “onlara kızma Baba, çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar” diyordu ya Tanrı’ya…

Ardıç Kuşu durduk yerde neye kızmış yine!..
GAZETECİLER.COM
Engin Ardıç kızmış yine…  
“Son yıllarda, ne zaman bir Ermeni, bir Rum, bir Kürt'le tanışsam ve azıcık konuşsam bir tek şey söylüyorum: Türkler'e kızmayın, çünkü bilmiyorlar"...
Birazcık Hz. İsa gibi olmuş…
İsa Peygamber de kendisine işkence yapanlara; “onlara kızma Baba, çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar” diyordu ya Tanrı’ya…
İşte öyle ve sonra da devam ediyor şöyle:
 
"Sitires felan", empati falan
Bir Türk’ün dünyaya bedel olduğunu söyleyenler kızsalar da aslında milletçe “azınlık” kavramını hiçe sayarız…
Bizim için önemli olan “çoğunluk”tur…
Bütün her şeyi çoğunluğun tavrına göre biçimlendiririz…
Örneğin çoğunluk “yetim” büyümemişse “yetimlik” kabul edilebilir değildir…
Çoğunluk evlendikten sonra boşanmıyorsa, “ikinci evlilik” yapanlar tu kakadır…
Çoğunluk nikâhla beraber mutlaka bol bol göbeciklerin atıldığı bir şamata da yapıyorsa, nikahtan sonra başlarını alıp kaçan çiftlerin yaptığı “aaaa, çok ayıp”tır…
Bunları çoğaltabiliriz…
Haliyle, Atatürk’ün üvey babası olduğunu bizim, “Bir Türk’ün dünyaya bedeldir”cilere kabul ettiremeyiz…
Adnan Berk Okan
 
"İşin kötüsü, öğrenmek de istemiyorlar" demiyorum, o lafı "bizimkilere" saklıyorum.
Türkler eskiden olup bitenleri daha ancak "şimdi şimdi" öğrenmeye başladılar...
Bu bile çok sancılı bir süreç içinde gerçekleşti. Adım adım ilerledi. Öğrenince apışıp kalan da var, öğrenmeyi düpedüz reddeden, "olmaz öyle şey" diyen de var.
Türkiye, bastırıla bastırıla sonunda tencerenin kapağını patlatan gerçekleriyle tanışıyor, sarsıla sarsıla...
"Atatürk'ün bir üvey babası ve üvey kardeşleri olduğunu" hatırlatınca bile ne küfürler yedik... Oysa bu, saklı gizli bir gerçek bile değildi, kitaplarda kabak gibi yazıyordu. O kitaplar yasak da değildi. (Başka nereden öğrenmiş olabilirdim? Zübeyde Hanım'ın düğününde yanında mıydım?)
Ama okumuyor, öğrenmek istemiyor, öğretene de kızıyorduk. Sanki bu ayıptı ya da günahtı, sanki hakaretti bunu söylemek...
Sonunda ne oldu? "İnsan Atatürk" daha çok sevildi, çünkü onu kendimize daha yakın bulduk. Evet, onun da parmağına diken batabiliyordu!
 
Burada bitmiyor…
“İyi niyetli insanlara yardımcı olmak isterim: Öğrenmenin yolu, okumaktan olduğu kadar, yaşamaktan da geçer.”  Dedikten sonra, az biraz felsefe, çokça da kafa bularak devam ediyor:
 
Eskileri yaşaman mümkün olmadığına göre, karşındaki insanı, "ötekini" anlamanın en kestirme yolu kendini onun yerine koymak, onun gibi düşünebilmek, onun gibi hissedebilmektir... Onun neler yaşamış olabileceğini idrak edebilmektir.
Entellerin ağzında sakız gibi çiğnene çiğnene uyuz ve gıcık bir kelime haline dönüşmüş olan "empati" yani...
"Ay empati felan oldum ayol..." diyenler gerçekten bunu yapabilseler, çok şey öğrenecekler...
Geçen gün bir Kürt vatandaşımız, işadamı Beşir Yılmaz, "Türkler bizim neler yaşadığımızı, neler çektiğimizi bilmiyor... Çünkü anlatılmadı, saklandı! Eğer bir empati yapılacaksa, önce biz Kürtler kendimizi Türkler'in yerine koymalıyız" demiş.
Belediye otobüsünde yakılmak ve hastane köşelerinde günlerce acı çektikten sonra can vermek nasıl bir şeydir, onu da hissetmeye çalışacaklar inşallah!
 
Burada da bitmiyor ama biz yazının altındaki “yasal uyarı”yı da dikkate alarak kestik…
ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar