Ardıç Kuşu; Atatürk'le yatıyor, Atatürk'le kalkıyor...
Makalende de yine açıkça yazamayıp ima ettiğin gibi, Atatürk; manevi kızlarına sarkacak kadar da “sapık” mıydı yani?..
ADNAN BERK OKAN
Mehmet Barlas bugünkü (22.05.2011) SABAH’ta, başlığı altında yayımlanan makalesinde ne güzel yazıyor yine her zaman olduğu gibi…
Şöyle başlıyor makalesine:
Birbirlerini susturmaya, aşağılamaya çalışan meslektaşlarımı izlerken, aynı duruma başka mesleklerde de rastlandığını tabii ki unutmuyorum.
Bu tür düşmanlıklar sanat dünyasında da fazlasıyla yok mu?
Neticede Salieri'nin Mozart'ı öldürme girişimine kadar dayanan nefretini Milos Forman'ın filminde de izlememiş miydik?
Geçenlerde TRT-Müzik kanalında Zeki Müren'in sanat yaşamını kendi sesinden anlattığı bir belgeselde, burun damlası tüpüne bilmediği bir kişinin kezzap koyduğunu anlatıyordu rahmetli sanatçı.
Ama istisnalar da var.
Namık Kemal ile Şinasi atışması |
Çok uzun yıllar önce; Türk Ticaret Bankası Genel Müdür Muavinlerinden (merhum) Zeki Tolun ağabeyimden dinlemiştim… İşte böyle… Nerede şimdi böyle zeki yazar taifesi?.. |
Ve bu…
“Ama” şerhi ve “istisnaları da var” hatırlatmasından sonra sözü “güzel örneklerden biri”ne getiriyor Barlas…
Recaizade Ekrem Bey'in, Bestekâr Şevki Bey'in (1860-91) ölümünün ardından yazdığı, Rahmi Bey'in de Bayati makamından bestelediği şarkının, sanatkârların birbirlerini sevebileceklerine örnek olduğunu hatırlatıyor:
"Gül hazîn, sümbül perîşan, bâğ-ı zârın şevki yok,
Dertnâk olmuş hezârın nağmekârın şevki yok.
Başka bir hâletle çağlar cûy-i bârın şevki yok.
Ah eder inler nesîm-i bî-kararın şevki yok.
Geldi ammâ neyleyim sensiz baharın şevki yok."
Sonra geçtim
Biliyorsunuz…
Halk arasında, “Kim kiminle, kumru kukusuyla” diye bir söz vardır…
Engin Ardıç da o misal…
Kim kiminle, Engin Ardıç da Atatürk'le...
Atatürk'le yatıyor...
Atatürk'le kalkıyor...
Haftada yazdığı altı yazının neredeyse dördü Atatürk'ün özel hayatını, geçmişini, annesini, babasını "aşağılamak" üzerine...
Çocuk takmış bir kere; Atatürk’e…
Birisi satırlarında “At…” diye başlasa ve “Erdoğan'ı sırtından atan at var ya hani canım, işte o at” diye devam etse; Engin Ardıç cümlenin tamamını okumadan hemen başlar Atatürk’ü aşağılamaya…
Vurmaya…
Çakmaya…
Karalamaya…
Efendim…
Hiç kimseye “Atatürk’ü seveceksin kardeşim.. Onu sevmek ibadettir” diyenlerden değilim…
Diyenlere de fena gıcık olurum…
Ama…
Yahu, bu kadar; yaşayan hergele ve sözde devlet adamı, siyasetçi varken, 73 yıl önce hakkın rahmetine kavuşmuş, arkadaşlarıyla birlikte (eksikleri, gedikleri, günahları, kusurları olsa da) bir cumhuriyet bırakmış bir mevtadan ne istersin be hey Engin Ardıç!..
Yahu adamın yattığı yerde sana bir şey dediği mi var?..
Evindeki huzurunu O mu kaçırıyor?..
Maaşından kesinti mi yaptırıyor?..
Piyano çalma özgürlüğünü elinden mi alıyor?..
Arif’ten aldığın tango derslerini uygulamak istiyorsun da elini ayağını mı tutuyor?..
Yooo…
Yatıp durur orda; Anıtkabir’de…
Adamı rahat bırak yahu!..
Ne diyordum?..
İnanın aklım almıyor…
Tabii tartışalım birbirimizle…
Tabii Atatürk’ü de ve diğer tarihi şahsiyetleri de sorgulayalım…
Bunu yapmak ne ayıptır, ne günah ne de suç…
Ama işin bokunu da çıkarmayalım hani…
O insanların özel hayatlarını da anlatalım, yazalım, çizelim, film yapalım elbette...
Ama...
Bunu yaparken o kişileri "hakaret denizi"nde bir kez daha boğup da öldürmeyelim…
Ruhlarını muazzeb emeyelim...
Yani Engin kardeş…
Atatürk her türlü çapkınlığı yapmış olabilir…
Hatta ne "olabilir"i?..
Yaptı, yaptı...
Bulgaristan'daki çapkınlıkları dillere destan...
Ama "helâl olsun"...
Yakışıklı, bekâr ve entelektüel bir Osmanlı subayı...
Yapmaması kötüydü asıl...
O zaman da ne biçim dedikodular uydururdun hakkında kim bilir?..
Tabii alenen yapamazdın çünkü contalar sıkmaz, su kaçırırdı...
Ama...
Her zaman olduğu gibi "ima" eder geçerdin...
İyi de be arkadaş…
Makalende de yine açıkça yazamayıp ima ettiğin gibi, Atatürk; manevi kızlarına sarkacak kadar da “sapık” mıydı yani?..
Seni "hılkıhıt" seni (Bakalım sözlük karıştırmadan ne demek istediğimi anlayabilecek misin?)...
Kendi aklına düşen karpuz kabuğunun aynısını herkesin aklına düşürmek istediğin ayan beyan ortada…
Yok; manevi kızı Afet (İnan)’e sarkmış olabilir miymiş?..
Yok, bir başka manevi kızı Ülkü (Adatepe)’ye aşık olmuş olabilir miymiş?..
Yok efendim; Sabiha Gökçen’e olan “tutkusu” başkaymış…
Hani ya Ardıç kuşu;
Benim gibi, “Atatürkçülükten nasibini alamamış” ve “Kemalizm” denildiğinde tüyleri diken diken olan ama tarihi kişiliğine, askeri ve siyasal başarılarına her zaman saygı duyan birini bile çileden çıkarıyorsun ya; pes yani...
Çünkü…
Mustafa Kemal “birileri sevmiyor” diye, sıradanlaştırılamayacak kadar “değerli” ve “önemi” bir tarihi şahsiyet…
Ama aynı Mustafa Kemal, birilerinin “çok demokrattı” tanımlamasını yakıştıramayacakları kadar da “despot” biriydi…
Hâlbuki bir siyasi karakterin her hal ve tavrı, yaşadığı çağın öncelikleriyle birlikte ele alınıp tartışılmalı...
Mustafa Kemal'in döneminde bütün dünya Demokrattı da bir T.C. mi "Anti demokrat"tı?..
Geçiniz...
Ne var ki...
Ne hasletleri onu tanrılaştırmayı gerektirir...
Ne de hataları, kusurları özel hayatıyla dalga geçip, kendisini aşağılamaya cevaz verir…
Bendeniz, Engin Ardıç’la birçok siyasi, sosyal ve ekonomik konularda olduğu gibi “Atatürk” konusunda ters düşmüş olmama rağmen, Mustafa Kemal üzerinden “dostça” tartışmak isterdim…
Ama “dostça”…
Ama “efendice”…
Meselâ, bir müzik dehası olan (50 yaşından sonra piyano çalmayı öğrendi kolay değildir ha!) Engin’e şiirlerimden gönderip onları bestelemesini isteyebilirim…
Örneğin; Nuri Halil Poyraz’ın Acemaşiran eserinden mülhem şöyle bir şeyler yazsam:
“O tatlı ama sivri dilinden;
derd-i şekvâyı Atatürk’ü çekmeye takat mı var?
O güzel yüzünden;
ah-ı cefa-yı Atatürk'ü dinlemeye takat mı var?”
Aaaahhhh Engin aahhhh!..
Yahu büzüklerimizin (ben değil sen diyorsun makalende) sıkıp sıkmadığını şifrelemek yerine, karşıma çıksan da hayatında en zevk aldığın yerlerini kullanarak “adam” gibi tartışsan olmaz mı?..
Not: “Hayatında en zevk aldığın yerin” deyişimden yola çıkarak sakın Çölaşanlaşma…
Çünkü o da niyetimin “hakaret” etmek olduğunu iddia etmişti mahkemede; ama yargı beni haklı buldu…
Çünkü bir gazeteci/yazarın en zevk aldığı yeri eli (gazete köşesinde) ve dili(ekranda)dir…
Neden başka bir yeri olsun ki?..