Ardıç, altlarından girmiş, üstlerinden çıkmış!
İlahi Ardıç! Bugün nasıl bir yazı kaleme almışsın öyle... İmla hataları bol ama bilinçli yapıldığı belli. Bir de çaka çaka gitmiş ki sormayın!
GAZETECİLER.COM - Farkındayız… Çok uzun zamandır konu etmedik Ardıç Kuşu’nu…
Oysa belli ki sizler onu çok seviyorsunuz…
Ona takılmamızı bile özleyenleriniz var…
Kabul…
O halde buyurun…
Hayırlı yolculuklar…
Perendeler şöyle başlıyor:
Akım derken başka şey söyleyen yazı
Burnuma zeytinyağı kokusu geliyor... Sızma... Sonra o gizemli kokuya mutfağın havalandırma deliğinden yükselen kekre sarmısak kokusu karışıyor...
Aman ne tutku dolu, ılgıt ılgıt bir sevgidir bu... Doğayla başbaşayım (Doğa Rutkay değil, o çocuğum yaşında, üstelik anası babası da arkadaşımdır, bebekliğini bilirim)... Bu doğa, bildiğiniz "tabiat", ama öyle yazarsam gerici derler.
Yahu Engin Ardıç…
Bize yapılır mı bu…
Ne güzel(!) küfürlü başlamıştın…
“Akım" derken belli ki kafiyesini de söyleyecektin ama “efendilik bu kere bende kalsın” demek istemişsin adeta ve o “kafiye”nin yerine “başka şey” diye not düşmüşsün…
Binlerce yıllık “sarımsak”, senin dilinde “Sarmısak” olmuş olamaz…
Sen böyle hata yapmazsın ya…
Hadi hayırlısı…
Sonra…
“Başbaşayım” birlikte yazılmaz di mi ama yani?…
Doğrusu,“Baş başa” olacak…
Belli ki bu yanlışlığı da bilerek yapmışsın...
Ve…
Sana gerici diyenler başkaları olacağına göre “gerici” çift tırnak içinde olacaktı…
Yahu Ardıç Kuşu…
Bizim bildiğimiz sen bu hataları yapmazsın…
Hem de üç satırda üç yanlış…
Devam edelim bakalım altından ne çıkacak?..…
Derin maviliklerin sonsuz serinliklerinin dipsiz sarhoşlukları içindeyim. Tepemde çam dalları. Yeşilliğin kızıllığıyla görkemin dinginliği harman olmuş, vuslatı başka âlem, kendisi bir ömre bedel (ne demekse?)... Denizden çıktım, kolumda biriken tuzları dağ keçileri yalıyor. Bacaklarıma yapışmış karpuz çekirdekleri gökteki yıldızlar kadar gizemli... Kafama kozalak düştü, bu ne biçim turizm anlayışı?
Ege'deyim... Ey tanrıların otağı (aylardan Ramazan ama kusura bakmayın!)... Ey yüce Zakippos, yedi dağda yedi ateş yanmadan Hemelandros sunağına günnük sunanları bağışla... Yüce Lakerda'nın kızı güzeller güzeli Fasulya bana uzaktan gülümsüyor (mitolojide böyle tanrılar ve tanrıçalar yok, gülümseyen de "odadan kaçta çıkacaksınız abey, ona göre sileceğim" diye sormaya gelen temizlikçi Fethiyeli Fethiye...)
Fethiye'deyim. Burası Ege mi sayılıyor Akdeniz mi yahu?
Pşşşıkkk…
Bu defa yukaadaki gibin pusuya düşmeyiz aabey…
Masusçuktan öyle “fasulya” diye yazı yazıveedin…
“Günnük” deyişin de mukallitlinden kaynaklanıveri gaari…
Emme giminlen gafa bulu buluveediğini de diyivereydin ya baari…
Keşke ben de kutsal topraklarda olsaydım... Mekke diye bir şehir olduğunu, coğrafya dersinde dalga geçmişim, duymamışım, gidip yerinde görseydim... Kutsal bornozumu giyip resim çektirseydim... Havlu da olur ama desenli olmasın... Yanıma takviye olarak kendini karıya kıza vermiş eski Müslüman da alırdım, çuvalladığım yerde bana yardım ederdi... Abdest destur bilmeyiz, oralarda rezil olmayalım...
Ama kekik ve zeytinyağı kokulu cennet kıyılarımız, yaşamın yaşanmışlığının yaşantı bütünlüğünü gözbebeklerimde taçlandıran büyülü birer gerdanlık (bu cümlenin hiçbir anlamı yok ama yerseniz...)
Uzaktan uzağa klasik müzik çalınıyor kulağıma ("harcıalem" olsun ki herkes anlasın, Mozart'ın kırkıncı senfonisi falan)...
Annadık abey annadık…
Sen de “Umrecilere” takı takıveemişsin gafeyi…
Bunlaadan biri bizim hemşeri sayılır gaari… Ertuurul…
Emme garı gıza gafayı takan eski Müslüman’ı pek anlayamadık gaari…
Kimdir acep?..
Ali Bulaç neyim olamaz herhal…
O elan kavi bi Müslümandır da ondan olamaz…
Ahmet Hakan disen, eski Müslümanlıına eski Müslüman da; golu ganadı gırık be aabey…
Nası edi edivirecek o işi?..
Yazamıyor inekler... Yazamıyorlar... Ben yazınca da anlamıyorlar, anlamıyorlar...
Anlamazdın, anlamazdın, kadere de inanmazdın... (Evladım kaldırın şu fan fin fonu, Ayla Dikmen falan yok mu? Efendim? Sezen mi var? Yok, o olmaz, onunla konuşmuyorum.)
Şimdi bir Yunan çobanı gelse, bize kavalıyla bir sığırtmaç türküsü çalsa... Çobanın adı Pollux... Astyanax... Yok yok, Ajax... Temizlik deterjanı markası gibi... (Bu espriyi Fransız düşünürü Roland Barthes'dan arakladım, nasıl olsa kimse bilmez...)
Olur mu yahu? Bu kıyılar bizim... Bize yüce Priamos'tan miras kaldı... Yunan'la ne ilgisi var? Türk olmasa tarihe yazılacak ne vardı? Demek ki Ergenekon diye bir örgüt de yok. O arslan parçası yiğit arkadaşlar Silivri'de sürünüyorlar, adalet mi bu? Ben buradayım. Adalet reformu şart. Eğitim de şart.
Ne yazık ki yiyip içip parasını da eşek gibi ödeyeceğim... Akıllanmayacağız ki bir türlü...
Anlamış olduğunuz gibi birkaç günlüğüne "yarım tatildeyim" efendim, bu yaz görüp göreceğimiz rahmet bu... Sabah sünnet, pardon, yazı, öğleden sonra deniz...
Türk basınında tatile çıkan herkes tatlı tatlı saçmalıyor, biz geri mi kalacaktık?
İşte burayı çok iyi anladık nitekim…
Hıncal Usta’ya takılmadan edememişsin yine…
İnanır mısın (sen bizi okumuyormuşsun ya onun için böyle dedik), biz de dün Koca Usta’yı aynı konuda eleştirdik…
Demek ki kalp kalbe karşı derler…
(Ulan biz de şarkı sözünden cümle kurduk ama n’apalım aabey?.. Türk milleti her cümle için bir şiir yazmış)…