ALKIŞ

Alkışlar Namık Çınar için...

“Kışla” ile “cami” arasında sıkışıp kalmışlık olarak özetlediği toplumsal hayatımıza dair ciltler dolusu bilgiyi, bir cümleyle formüle edebilme pratikliğini de ondan öğrendim.

Alkışlar Namık Çınar için...

"Ben daha bacak kadarken, bilir misiniz ki, Çetin Altan okurdum" diyerek başladığı yazısında Taraf yazarı Namık Çınar, "Ustam" dediği Çetin Altan için yazılmış en çarpıcı yazılardan birini yazdı.

En dikkat çeken cümlesi ise bize göre "Kışla" ile "cami" arasında sıkışıp kalmışlık olarak özetlediği toplumsal hayatımıza dair ciltler dolusu bilgiyi, bir cümleyle formüle edebilme pratikliğini de ondan öğrendim." diyor...

İşte bu yüzden alkışlarımız Çetin Altan'ı anan en dikkat çekici yazının sahibi Namık Çınar'a.

İşte Çınar'ın yazısının tamamı:

Ben daha bacak kadarken, bilir misiniz ki, Çetin Altan okurdum.

Tekirdağ’da, çarşının göbeği Kömür Pazar’ında gazete bayii Kitapçı Muhterem Abi, hurdaya ayrıldığı kenarları boydan boya mürekkeplenerek belli edilmiş eski gazeteleri kilo ile satar, biz de gider deste ile alırdık.

Akşamları yemek yenip yer sofrası kalktıktan sonra, hamuru tutkal gibi kullanarak büyükbabamın bakkal dükkânına o gazetelerden kesekâğıdı yapardık.

Beni kucağından hiç düşürmeyen babaannem, yazı namına ne bulursa öğüten bir değirmen gibi, eğer elindeki Ahmediye değilse o vakit bu gazetelerdeki köşe yazılarına geçer, saplarını don lastiğiyle tutturduğu yakın gözlüğüyle tane tane ve heceleyerek, ilk kez duyacağım muhalif görüşlerle tanıştırırdı.

Soydan kökten İsmet Paşa’cı oldukları için, Menderes’e edilen veryansınları duymak hoşlarına gider, hep birlikte keyiflenirdik.

Günü geçmiş gazetelerden okusak da, o yazarların başında, hiçbir yazısının güncelliği bugün bile yitmemiş Çetin Altan gelirdi.

Çocuk aklımın olur olmaz sorularından, hayatın çelişkileriyle ilgili olanlarına erkenden geçişimi sağlayanlardan biri Aziz Nesin’se, diğeri de işte o Çetin Altan’dı.

Siyasal bilincimin halktan yana gelişmesindeki etkileyiciliği kadar; eğer biraz olsun varsa, dürüst, yürekli ve cesur olmayı da ondan öğrendim.

Kelimelerin sihrini ve doğruların er ya da geç haklılığını da.

Umutsuzluğa kapılıp “enseyi karartmamayı” da.

Kışla” ile “cami” arasında sıkışıp kalmışlık olarak özetlediği toplumsal hayatımıza dair ciltler dolusu bilgiyi, bir cümleyle formüle edebilme pratikliğini de ondan öğrendim.

Her sabah yatağından doğrulup, öfkesi burnunda bir boğayı andıran hayatı, iki koca boynuzundan kavrayıp dizleri üstüne çökertebilmek için yola koyulan ve her akşam evine yorgun argın dönen” küçük insanların ilişkilerini,

özverilerini, bencilliklerini,

birbirlerine ihanetlerini,

yiğitlik ve kalleşliklerini,

neden sömürüldüklerini

ve yeri gelince de dur demeyi nasıl bileceklerini,

hep ama hep ondan öğrendim.

Ömrünü, üzerine şimşekleri çekerek çileyle geçirecek olsan bile; gerçekleri korkmadan haykırmanın bir aydın ahlâkı olduğunu benimsemeyi de.

Kanıksanıp alışılması belki birkaç nesil alacak olan fikir ve görüşleri, bir bayrak gibi ilk kez kendi yalnızlığının gönderinde dalgalandırmanın acılı ama onursal lezzetini de.

Yerel bir cesede yuvalanıp, ondan yararlanarak yaşamayla yetinen bir parazit olmaktansa, bedel ve risklerini göze alarak evrensel canlılığa doğru yola koyulan bir karınca olmayı da.

Yaşamıyla ve yazdıklarıyla bana bunları öğreten, hep Çetin Altan olmuştu.

Nazım Hikmet’e vatan şairi dediği için onu Meclis’te linç etmeye kalkmalarından beş sene sonra, aynı nedenlerle beni de ordudan atıp mahkemelerde süründürmelerinin ortak paydası, onunla aynı soydan geldiğimin onurlu bir kanıtıdır.

Gençliğimde sol çizgideki okumalarımda, olgunluğumda da özgürlükçü evrensel değerlerde hiç geriye düşmeden bana yol göstermişti.

Dönemin kadın yazarlarından biriyle aralarında geçen siyasal tartışma, muhatabının bel altı vuruşlarıyla şekil ve mahiyet değiştirmeye başlayınca, “hokka” ile “divit” metaforunu kullanarak, çoğu yazarın ancak sövgü çamuruyla yapabildiği bayağılıklara hiç tevessül etmeden, daha etkili ama düzeyli bir polemikle, lâf gediğine nasıl konur, buna gene onda rastlamıştım.

Neredeyse koca bir yüzyılı hiç sektirmeden genç kalarak yaşamak, bu dünyada kaç kişiye nasip olmuştur?

Seksen sekiz senelik ömrünün yetmiş senesine sığdırdığı elli bin kadar günlük köşe yazısı ile elli kadar roman, öykü, oyun, deneme ve mizah kitabının böylesine abidevi bir filozofu, bu ülkenin gerçek kahramanıdır.

Ne zaman değer verdiğim birini yitirsem, biraz daha eksilirim, biraz daha öksüzleşirim, biraz daha yalnızlaşırım.

Onun ölümüyle bu, başıma bir kez daha geldi.

ÇOK OKUNANLAR