ALKIŞ

Alkışlar Fatma Barbarosoğlu için...

Yeni Şafak’ta “Adana’nın bir dağ köyünde bir Cennet vardı, ama artık yok!” başlıklı yazısıyla Fatma Barbarosoğlu günün köşe yazarı...

Alkışlar Fatma Barbarosoğlu için...

Bir “acı” bu kadar mı “etkili” anlatılır be arkadaş…

Bir “felâket” böylesine mi kakılır bir çivi gibi “suçlu” beyinlere?..

Hangi yazı mı?..

Fatma Barbarosoğlu’nun bugünkü Yeni Şafak’ta “Adana’nın bir dağ köyünde bir Cennet vardı, ama artık yok!” başlığı altında yayımlanan yazısı…

Son üç gündür yayımlanan hiçbir yazı; ulusal bir “acı” bir “felâket” için “sanki sadece Aladağ’daki o yurtta yaşanmış ama başka yerlerde öylesine acılar, ihmaller yokmuş gibi” davrananları Fatma Barbarosoğlu’nun bu yazısı kadar “etkili” anlatmadı…

Belki de anlatamadı…

Alkışlarımızla tebrik ettiğimiz Fatma Barbaroğlu’nun yazısının tamamı aşağıda…

ADANA’NIN BİR DAĞ KÖYÜNDE BİR CENNET VARDI, AMA ARTIK YOK!

Bir kız vardı Adana'nın bir dağ köyünde, adı Cennet.

Biz onu hiç bilmedik.

Hayallerini, rüyalarını bilmedik. Yaşadığı sıkıntıları bilmedik.

Bir gün bile göz hizasından bir hikayesi düşmedi dilimize.

Kendi küçük, hayalleri büyüktü Cennet'in, ne ki hiç bilmedik.

Oysa ne çok haber kanalımız, ne çok gazetemiz, ne çok radyomuz, ne çok internet sitemiz vardı. Arsızlar, yüzsüzler arzı endam etti haber diye.

Ama bir gün fakir köy çocuklarının yaşayan hikayesi gelmedi dile.

Bir kız vardı adı Cennet. Ailesi adını Cennet koyarken, onun bir yangının içinden erkenden Cennet'e varacağını bilmiyordu elbet.

O gitti. Evvel gitti. Gök ekin gibi vakitsiz gitti.

Biz şimdi onun ve 11 arkadaşının vakitsiz gidişine suçlu arıyoruz.

Sadece o yurdu denetleyenler/denetlemeyenler değil, hepimiz SUÇLUYUZ!

Orda bir köy var uzakta ve o çocuklar bizim çocuğumuz değilse... Ne yerler ne içerler, nerede barınırlar ve ailelerinden onca uzakta ne ederler diye bir gün dert edinmediysek... İnsanlığımız, vatandaş bilincimiz, yangından sinen is ile karadır gayrı.

Her yıl kararıyor. Geçen yıl da kararmıştı hani. Tencere dibin kara seninki benden kara...

Seküler zihniyet ölümleri, tedbirsizliği, denetimsizliği sadece dindarların hanesine kaydediyor.

Dindarlar, vicdanı ile hesaplaşmak yerine dışardan gelen sorulara karşı savunmacı refleks geliştiriyor.

İhtiyacımız olan şey ne suçlama ne savunma. İşlerin yolunda gitmesi için, bizim yoldan çıkmamamız için, üç şeye ihtiyacımız var: Adalet, liyakat ve sorumluluk bilinci.

Sorumluluk bilinci eksik olunca, ne adil bireyler olabiliyoruz ne de liyakat ehli.

Ne acıdır ki sorumluluk bilincimizi bize hatırlatan Cennet'in yüreği yanık babası: “Herkes işini iyi yapsın” diyor canından can kopmuş baba.

İşinin ne olduğunu kaç kişi biliyor aramızda?

In Time filminin içindeyiz sanki. Zenginler ölümsüz, fakirler otuzlu yaşlarını göremeden ayrılıyor dünyadan.

Zenginler “ölümsüz hayat”larını 30'lu yaşların bedeninde sabitlemek için bütün imkanlarını seferber ederken, seferberliklerinin diyetini daima fakirlere ödetiyor.

Zenginler için vakit nakit, fakirler için vakit bekleme zamanı. Göçükte can veren maden işçisi oğulun/babanın/eşin cesedini bekleyen, yanan evladının cesedine ulaşmak için bekleyen kavruk yürekler.

Adana'da 12 evladımız yanarak can verdi. Dağ köylerinden gelip yurtta kalan küçücük kızlar.

Ölüm zor, yanarak ölmek daha da zor. Kalp krizi gibi değil, trafik kazası gibi değil, bekleye bekleye ölüyorsunuz. Canınızı kurtarmaya çalışarak, korkuyla ölüyorsunuz.

Yangın merdiveninin önünde dışarıya çıkıp kurtulmak bir adımlık mesafe iken, merdivene açılan kapı kilitli ve anahtarı ortada olmadığı için ölüyorsunuz.

Geride kalanlar için, canlarının canını yangında yitirmek, bir cesede sahip olamamak demek.

Kimin kim olduğu belirsiz bir ölümde, canınızdan can bir bedenden geriye kalanı almak için bekliyorsunuz.

Yüreği yaşlı analardan DNA örnekleri alınacak da, birbirinden ayrılmayan bedenler arasına fark konup, bu senin evladın denilecek.

12 evladın ölümü üzerine bir iki gün, belki de bir iki saat konuşarak artık günün hızı neyi ne kadar gerektiriyorsa işte o kadar konuşup, sonra başka gündemlerin peşine düşeceğiz.

Düştüğümüz gündemler daima siyasi olacak. Siyasetimiz için haber devşireceğiz. Siyasetimiz için haberleri kullanışlı hale getireceğiz. Siyasetimiz için kim kimi nereden denetlemek istiyorsa tam oradan, 3. sayfa haberlerinden yol alacak. Kimse işini iyi yapmak için çaba sarf etmeyecek ama sürekli ne olacak memleketin hali diye boşu boşaltıp doluyu dolduracak.

Cinayetler, hırsızlıklar, kazalar Türkiye'nin haber kaynaklarını doyurmaya yetmediğinde, dünyanın “kötü haber”leri yetişecek imdada. Hindistan'dan tecavüz, Fas'tan koca dayağı vs.

Oysa denetim mekanizması, kimlikçi politikalar üzerinden değil, layık olduğu hayat standardını vatandaşımıza kazandırmak üzere işlemeli.

Denetimin olması için yasanın, yönetmeliğin olması lazım. Yangın yönetmeliğimiz var mı? VAR. Bütün teferruatlarıyla düzenlenmiş.

O yönetmeliğin uygulanıp uygulanmadığını denetleyenler nerede?

Şimdi haberlerin dilinde. Ya sonra...

Sonrası yok. Hep böyle. Hep böyle.

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar 1 yorum