RÖPORTAJ

Akif Beki, Ömer Çelik'le yumruklaştı mı?

Basın sözcülüğünüz döneminde herkesi püskürttüğünüzü, herkesi küstürdüğünüzü söylüyorlar. Nefis müdafaası mı, şeytana uymak mıydı?

Akif Beki, Ömer Çelik'le yumruklaştı mı?

gazeteciler.com

Usta röportajcı Nuriye Akman, ‘’eski’’ Başbakanlık sözcüsü, ''yeni'' Radikal yazarı Akif Beki ile yaptığı kapsamlı söyleşisinde çok eğlenmiş. Beki, röportajı maça dönüştürmüş, Akman da canla başla top koşturmuş.

Söyleşiye genelde yaptığı gibi damardan bir soruyla giriyor Akman:  ‘’Bu söyleşide belki her doğruyu söylemeyeceksiniz. Ama söyleyeceğiniz her şeyin doğru olacağına yemin eder misiniz?’’

Akif Beki ise yıllarca Başbakanlık sözcülüğünden kalma bir alışkanlıkla olsa gerek ‘’kıvrak’’ bir şekilde ‘’Her zaman doğrunun tamamını söylemeyebilirim. Ama benden duyacağınız şeyler sadece hakikatler olur.’’ şeklinde yanıtlıyor bu soruyu.

Söyleşinin devamında da bu kıvrak ve hatta bazen kaçak yanıtların dozunu arttırarak devam ettiğini görüyoruz.

''Gerçeğin tamamını söylememiş olabilirim.''

Bazı köşe yazarlarını arayarak, başbakanlıkta ya da partide hoşlanmadığı insanlar hakkında yazı malzemeleri verdiği iddiasını kabul etmeyen Beki,  ‘’Yazarları başbakanın ya da kendinizin hayrına hiç yanılttınız mı?’’ sorusuna ‘’Gerçeğin tamamını söylememiş olabilirim. Bu bir yanıltmaysa evet. Ama bile bile asla yalan söylemedim’’ cevabını veriyor.

Gazetecilerin akreditasyonlarını iptal ettirdiğini de kabul etmeyen Beki, sadece kriterlere uymayan gazetecilerin kartlarının yenilenmediğini söylüyor ve ‘’Sizin yalanladığınız haberler de sadece bir kanaat açıklaması olup, aslında yalan olmayabilir yani,’’ sorusuna, ‘’Teorik olarak bu mümkün. Ama biz yaptığımız yalanlamalarda özenli bir dil kullandık. Gerçeğin tamamını her zaman kamuoyu ile paylaşamamış olabiliriz. Ama hiçbir zaman gerçeğin yüzde yüz hilafına olanı söylememek için özenli davrandık. Ben bana verilen bilgiler üzerine hareket ettim. Devletin organlarını da içine alan diyelim bir hadise söz konusu. Başbakanlık ofisi ya da sayın başbakanı doğrudan ilgilendiren bir haber çıktı diyelim. Ben o haber çıktığında olayın aslına vakıf olan birim olmayabilirim. İlgililerine sorarım bu işin aslı nedir diye. Onlardan aldığım bilgi doğrultusunda hareket ederim.’’ şeklinde politik bir cevap verdikten sonra yalanlamanın da aşamaları olduğunu belirterek

‘’…Bir bilginin tamamını kamuoyu ile paylaşamıyorsak ama o bilginin kamuoyuna yansıyan kadarını da doğrulamamızda zorluklar vardır. Sonuçta devlet işi söz konusu. İçeriyi, dışarıyı ilgilendiren, güvenlik konusunda hassasiyeti olan, operasyonel boyutu olan bir takım işler olabilir. Haber aslında doğruysa ama biz doğrulayamıyorsak, bize sorulduğunda ben o konuda bilgi sahibi olmadığımı söylemişimdir. Bir haberi doğrulayamadığımızı söylemekle o haberin büsbütün yalan olduğunu söylemek arasında fark var.’’ diyor.

Ergun Babahan Sabah'ta kalsaydı, Beki de bugün ordaydı.

Başbakanlık sözcüsü iken pek çok haberini yalanladığı Doğan grubuna yazar olarak hizmet etmesinde -gruba kurumsal olarak akreditasyon uygulamadıkları mantığıyla- hiçbir tuhaflık görmeyen Beki, Sabah-atv grubu hariç bütün gruplardan teklif aldığını söylüyor.

Bunun üzerine Nuriye Akman taşı gediğine koyuyor ve ‘’Ergun Babahan hala Sabah'ın başında olsaydı belki oradan da alırdım diyorsunuz! ‘’ diyor. Beki, gülüyor ve Akman’dan süper bir gol yediğini kabul ediyor.

Radikal’de yazmasının iki mahalleyi birleştirmek anlamına geldiğini de söyleyerek ‘’Kanal 7'de haftalık bir program yapacağım. Ve Kanal 24'te de politika danışmanı olarak ekran yorumcusu oldum.’’ diyor.

 ‘’Çok çalıştım, çok yoruldum’ dediniz ayrılırken. Acayip bir yoğunlukla da geri döndünüz. Radikal'de yazarlık, Kanal 7'de programcılık, Kanal 24'de yorumculuk, danışmanlık. Bu işlerden kazandığınız para, basın sözcülüğünden aldığınız paraya ancak mı denk geliyor?’’ sorusuna ise:

Aydın Doğan Akif Beki'nin yaptığı işlerden hoşnut.

W’Üst üste koyarsanız çok uçuk bir rakama tekabül etmiyor. Ama eskiden aldığımdan daha iyi. Ona da şükrediyorum. Üç yerde iş yapmak istemezdim. Biraz şartlar beni bu noktaya getirdi. Ama bu şartlar ekonomik şartlar değildi.’’ cevabını veriyor. (Tam da bu noktada o ekonomik olmayan şartların ne olduğunu merak ediyor insan.)

Aydın Doğan’ın da bu durumdan hoşnut olduğunu söyleyen Beki, Milliyet'te kendisi hakkında yazılan imzasız kulis haberlerinin Sedat Ergin’in hoşnutsuzluğundan kaynaklandığından şüphelendiğini ifade ederek, Radikal’de yazmaya başladıktan sonra –tanıdıkları içinde- kendisini tebrik etmeyen tek kişinin Sedat Ergin olduğunu söylemeden de edemiyor.

Nuriye Akman’ın, Ahmet Hakan paslarını ise –psikiyatrist olmadığı şeklinde imalı bir ifadeyle- savuşturan Beki, Başbakanlık sözcüsü olarak yerine gelen Kemal Öztürk'e kendisini kanıtlaması için şans tanımak gerektiğini düşünüyor.

''Bir zamanlar Ömer Çelik'le çok iyi arkadaştık.''

Başbakanlık’taki kavgalarına gönderme yapan ‘’Ömer Çelik, Nabi Avcı, Cüneyt Zapsu, Egemen Bağış, Ahmed Davudoğlu... Başbakanın adamları arasındaki güç savaşında yenik düştünüz sanki.’’ sorusuna ise ‘’Yenilgiyi kabul etmemek için psikolojik refleks gösterip, hayır dememi ve bunun aksini ispat etmemi bekliyorsunuz. Böylece aramızda bir güç savaşı yaşandığını da kabul etmiş olacağım. Yanılıyorsunuz. Bunu kaleye göndermenize izin vermeyeceğim. ‘’ şeklinde kaçak cevap veriyor.

Beki, Akman’ın köşeye sıkıştıran sorularının sonucunda Ömer Çelik ile arasının uzun zamandır kötü olduğunu itiraf ediyor: ‘’Ömer Çelik ile hiçbir zaman yumruklaşmadık. Aramızın uzun süredir pek iyi olmadığı doğru. Fakat birbirimize kötü söz sarf etmedik. Bir zamanlar çok iyi arkadaştık. Sonra aramızda ihtilaflar oldu. Bunlar derinleşti. Bir başbakanla münasebette, belli bir yakınlıkta bulunanlar birbirlerinin ilişkisine nüfuz edemez. Herkesin başbakanla ilişkisi kendinedir. O ilişkide ilerleme ya da gerileme varsa bunun sebebini herkes önce kendinde arasın diyorum.‘’

Yaptığı işi hakkını vererek yaptığına inanan Akif Beki ‘’Hiç kaytarmadım. Üç buçuk yılın sonunda müsaade istedim. Tedirgindim, kendimi anlatabilecek miyim, anlayışla karşılayacak mı diye. Zorlamak zorunda kalmadım. Hakikaten anlayışla karşıladı. Ve ayrıldıktan sonra Sayın başbakan "canım ciğerim" dedi ya, bu sözleri o üç buçuk yılı taçlandırdı. ‘’ diyor.

Başbakan ile Fehmi Koru arasındaki gerginlik konusunu usta bir manevrayla savuşturan Beki, Erdoğan’ın konuşurken endazeyi kaçırmasını yorgunluğuna ve çok konuşma yapmasına  bağlıyor.

Söyleşi de geniş yer verilen konulardan biri de Akif Beki’nin sık sık gündeme gelen ‘’ Erdoğan'ın Harfleri’’  kitabı:

N.A: 2003'de çıkan Erdoğan'ın Harfleri adlı kitabın ana fikrini "Gökten beklenen kurtarıcı yerden çıktı" diye özetleyebiliriz. Ama ben bunu başkaları gibi "Tayyip Erdoğan'a mehdi dedi Akif Beki" diye okumuyorum. Ama siyasal İslamcılığın bittiğini anlatmak için Musa peygamberle benzerliğini söylemenizi de biraz gayretkeşlik olarak görüyorum. Hatta kaş yapayım derken göz çıkardığınızı düşünüyorum.

A.B: İsmet Berkan ile Avrupa Birliği'ne yapılan seyahatlerden birinde dönüşte beraberdik uçakta. Tayyip Bey o zaman genel başkandı. Seçimleri kazanmıştı. Uçakta dönerken sohbet ediyoruz. Kabala'ydı, hurifilik'ti, dil-zihin ilişkisi vs. konuşuyoruz. Tayyip Bey'in kullandığı dilden örnekler veriyoruz.
Hadi bunu dizi yazıya dönüştürelim Radikal için diye konuştuk, İsmet ile. Oturdum, bir dizi yazı yazdım. Bu dizi yazı iki parçadan oluşuyor. Bu parçalardan bir tanesi modern linguizmin dil zihin ilişkisini nasıl analiz ettiğine dair.
Bunun diğer bölümü de eski zamanlardan beri harflere, dile ne tür anlamlar yükleniyordu? Özellikle dini, mistik gelenekler ve harflerin, dilin yeri nedir? Bir parçası da buna ait.
Gökten gelecek kurtarıcının sandıktan çıkma meselesine gelince. Osmanlı İmparatorluluğunun parçalanma döneminde bir kurtuluş politikası olarak siyasi İslamcılığa yönelindiğini görüyoruz. Yani islam cumhuriyetleri birliği adı altında bir proje Bu Osmanlının yıkılışı, cumhuriyetin kuruluşu yıllarındaki müslümanın hayata, dünyaya, devlete bakışı.
Bugün, alfabenin zihin üzerindeki etkisini inceleyen okullar var. Ben de dedim ki, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş Müslüman zihinde nasıl bir değişim meydana getirdi.
Siyasi İslam, siyasi ümmetçilik ve İslam cumhuriyetleri birliği fikrinden bugün geldiğimiz noktada bir farklılaşma var mı? O anlayışın içerisinde ahir zaman anlayışı var. Mehdi meselesi var, Mesih meselesi var.
Ben de dedim ki, Latin alfabesinin Müslüman zihnin düşünüş biçimlerinde bir dünyevileşme meydana getirdiğini görüyorum. Bunu da başbakanın örneğinde ortaya koyuyorum. Siyasi İslam geleneğinde de bir kırılmadır Tayyip Erdoğan ve Ak Parti. Buna ait bir takım emareler anlatıyorum. Ve diyorum ki işte gelinen nokta şu.
Yani ahir zaman günleri geldi. Alametler belirdi. İşte iki buçuk minare boyunda deccal olacak, mehdi olacak, Mesih gelecek diye bekleyen bir zihin, bugün demokratik sisteme entegre oldu. Artık kurtarıcısını sandıkta arıyor. Gökten beklemiyor. Söylediğim bu. Sonra o gazetedeki yazı dizisi aynen kitaplaştı.

N.A: Bütün bunları biliyorum. Kitabın 14. sayfasında İbn Arabi'nin Hurufilik çizelgesine göre Erdoğan'ın Musa peygamberin soyundan geldiğini söylüyorsunuz.

A.B:Yazı dizisini şöyle düşün. Gün gün bir şeyler var. Ana anlatım var. Yani o dil-zihin ilişkisi. Bir de kutu içerisinde harf mistisizmi var. Bir gün hurufilik var, bir gün kabala var. Bir gün hermesçilik var. Şimdi bu söylediğiniz o günlerden birine ait bir kutu. Tamam mı?

N.A: Dizide öyle olabilir. Sonuç olarak bizim kafamızda bu kitaptan kalan iki cümle şu: Tayyip Erdoğan siyasal İslamcılıktan vazgeçmiştir. Ve Tayyip Erdoğan Musa peygamberin soyundan gelmektedir.

O zaman sizin zihninizde sorun var. Hiç kusura bakmayın. O söylediğiniz bölümün başlığını okuyorum şimdi size: "Bir Hurufi bu harfleri nasıl yorumlardı. Erdoğan ile Gül, Musa ile Harun gibi". Şimdi hurufilikte her harf burcuna tekabül eden bir peygamber var. Sizin de doğum tarihinize baksak, çizelgeyi alsak önümüze, oradaki harfinize baksak, oraya da tekabül eden bir peygamber var.

N.A: Sonuç olarak böylesine fantastik bir unsur, akılda gerçeklik gibi kalıyor.

Şikayetçi değilim bundan.

N.A: İronik olan şu, siyasal İslamcı değil, ama Musa'nın soyundan! İkisi bir araya geldiğinde tuhaf bir algı biçimi oluyor.

İkisi bir araya gelmiyor ki. Birisi 14. sayfada, öteki bilmem 70. sayfada. Arada var 50 sayfa, insaf.

N.A: Asıl siz insaf edin. Söylediklerimin sayfa ile alakası yok. Algıdan bahsediyorum ben.

A.B: Şaka gibisiniz ya! Kitabın temel tezi şudur: Cumhuriyetin kuruluş yıllarında birçok devrim oldu. Bunların bir bölümü kanlı tepkilere ve kanlı bastırmalara yol açtı. Aslında etkisi şapkadan çok daha derin olan harf inkılabına tepki gösterilmedi. Yani şekli devrimler öze ilişkin devrimlerden daha çok tepki aldı. Fakat öze ilişkin, mesela harf inkılâbının etkileri çok daha derin oldu diyorum. Ve sonuçta cumhuriyetin modernleşme projesinin başarıya ulaştığını söylüyorum. Kanal 7'nin Ankara temsilcisinin Radikal'de yazdığı, Tayyip Erdoğan konulu bir dizide söylediği bir şey için çok daha ileri, çok daha çarpıcı bir cümle olarak geliyor bu bana. Ama kimsenin işine bu gelmiyor. Ben de herkesin içini tayin etme noktasında değilim.

N.A: Başbakan nasıl karşıladı bu kitabı?

A.B: O dizi yazı çıktığında sanırım ikinci günüydü. Çin seferi vardı. Ben de başka gazeteci meslektaşlarım gibi o uçaktaydım. Radikal'de o diziye baktı. Gülerek bana esprili bir tepki verdi. "Ne yani bundan sonra Perşembe günleri mi karar alacağız?" dedi.


Söyleşinin tamamı/1.bölüm

Söyleşinin tamamı/2.bölüm

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar