Akademisyen ve gazeteci zavallılığı…
Sözü Ece Üner’in HaberTürk TV’de sunduğu Akşam Raporunda konuklarıyla yaptığı tartışmaya getireceğim…
ADNAN BERK OKAN
Yok yok, amacım ekranlarda arzı endam edip çok değerli fikirleriyle kamuoyunu aydınlatan akademisyen ve gazeteci dostları küçümsemek değil…
Ama itiraf etmeliyim ki zavallılıklarına da acıyorum…
Evet, “zavallılıklarına”…
Nedir zavallılıkları?..
Tartışmada akıllarının desteklediği vicdanlarını değil; ufacık kişisel hesaplarıyla ideolojilerinin esiri oluşları…
Tartışmada “İnsan” unsurunu unutup bütün savunma veya iddialarını “etnik kimlik” üzerinden yapmaları…
Pes yani…
Bir gazeteci bir akademisyen “İnsan” unsurunu bu kadar mı unutur?..
Etnik kimlik bu kadar mı getirilir de “insan” kimliğinin üzerine çivilenir?..
Allah aşkınıza söyler misiniz?..
Bir gazeteci, bir akademisyen nasıl olur da “ulus” kavramını “ırk” kimliği ile özdeşleştirebilir?..
Bu mozaikle suyu kıyaslamak gibi bir şey değil midir?..
Böyle yapılarak hangi sorun çözülebilir ki?..
Esas olan samimiyettir...
Sözü Ece Üner’in HaberTürk TV’de sunduğu Akşam Raporunda konuklarıyla yaptığı tartışmaya getireceğim…
İki gazeteci (Nevzat Çiçek, Metin Özkan) bir akademisyen (Yrd. Doç. Ali Kemal Özcan) sözüm ona “Barış Süreci” olarak kabul gören dönemi tartıştılar…
Üçünün de yaptığı açıklamalar sadece “Etnik Kimlik” üzerineydi…
“Türk” ya da “Kürt”…
Taraflar Meydanları da sayılara bakıp yorumladılar…
Nevroz’da ki Diyarbakır Meydanı mı daha kalabalıktı?..
Yoksa Kutlu Doğum Haftası’ndaki meydan mı?..
Yoksa MHP Mitingindeki İzmir Meydanı mı?..
Yorumlar sayıların çokluğuna göre yapıldı…
Oysa meydanı dolduran kalabalıkların samimiyetiydi önemli olan…
Zaten meydanları sayılara göre değil de samimiyetlere göre yorumlamaya geçtiğimiz gün Türkiye, Dünya hoşgörü haritasında gözle görülür bir yere sahip olacaktır.
Siyasi parti sözcüsü
Oysa dün gece Ece Üner’in konukları barış sürecini bile hoşgörüsüzlük örnekleri sergileyerek tartıştılar…
Neden?..
Ekrana çıkan gazeteciler ve akademisyenler birer siyasi parti sözcüsü gibi konuşuyorlardı ondan...
Öyle olunca da ortak uzlaşma alanı giderek daralıyordu...
Çünkü tarafların hassasiyetlerini gözetmenin yerini, siyasi tarafların kısır çıkarları alıyordu.
Orta yerde tartışılan iki somut konu vardı: Türk ve Kürt…
Peki “insan” neredeydi?..
Yoktu…
İnsan tartışmaların hiçbir yerinde yoktu…
Neden?..
Çünkü “insan” üzerinden tartışma yapılamıyor…
Ancak etnik kimlik üzerinden tartışabiliyorlar…
Yani mama etnik tartışmada, insanda değil…
Sözüm ona karşılıklı uzlaşma mesajları verilirken; “Türkler ve Kürtler bir araya gelip uçmalıdır” deniyordu…
Oysa bana göre doğrusu “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bir olup bütün güçlükleri aşmalı” olmalıydı…
Bunun söylenmesini isteyen ise yoktu…
Neden?..
Çünkü tartışmayı “insan” üzerinden götürürseler demokrasi ile birlikte tartışmaları gerekecekti…
Etnik kimlik üzerinden yaparsalar “talimat kültürü” üzerinden yapacaklardı…
Demokrasi kültürü çağdaşlık, talimat kültürü ise biat etmeyi gerektiriyordu…
Biat kültürü hâkim geldi her zaman olduğu gibi…
Haliyle de çözüme “dağdaki insanların sorunu” olarak bakmak yerine “dağdaki Kürt sorunu” olarak bakıldı…
Bu bakış açısı ise adına “barış süreci” denilen dönemin aslında karşılıklı çıkar çatışmasından başka bir şey değildi…
İyi ama böyle bir süreçte neyi çözeceksiniz?..