Ak Parti'nin oyları neden mi artıyor?.. Söyleyeyim...
Erdoğan’ın adı geçtiğinde “Kemalist Tapınmacılar” gibi olanların sayısı epey çok....
ADNAN BERK OKAN
Kötü bir başbakan değildi…
Aksine…
İlk yedi veya sekiz yılı “demokrasi tarihinin en başarılı başbakanı” unvanını hak edecek kadar başarılıydı…
Bu tespiti yapan bendim...
Ama...
İlk olarak da yine ben uyarmıştım kendisini…
“Bu kadar baskıcı, bu kadar dini referans alıcı, bu kadar hoşgörüsüz, bu kadar Batı ve İsrail düşmanı olmakta ısrar ederse; Ak Parti değil ama hem ülke hem de bütün müttefiklerimiz için bizzat kendisi sorun olur” demiştim…
Aynen öyle oldu…
Bugün; ne müttefiklerimizin şikâyeti var Ak Parti Hükümetinden…
Ne de halkın yüzde elliden fazlasının…
Yani…
Yarın seçim olsa Ak Partili adaylara oy vermeyeceği kesin olan en az % 20’lik bir kitle; Ak Parti Hükümetinin pek çok konuda başarılı olduğunu inkâr etmiyor…
Erdoğan’a birçok konuda kızsalar da hakkını teslim edenler de işte o muhalif % 20’lik kitleydi.
Kimileri…
“Bugün artık öyle değil” diyorlar…
Neymiş?..
Bugün Ak Parti’ye itiraz etmeyen ama partinin ve hükümetin başında onu görmek istemeyenlerin oranı toplam seçmen sayısının % 75’ine yaklaşmış(mış)…
Halkın dörtte üçü artık onun adını duyduğunda dişlerini gıcırdatıyor(muş)…
Menderes, Özal, Ecevit ve Erbakan merhumların adları anıldığında; “Kemalist Tapınmacı” modeli seçmen sayısı çok az(mış)…
Ve sevmeyenleri daha çok(muş)…
Demirel’den, Yılmaz’dan ve Çiller’den de haz etmeyenlerin sayısı sevip sayanların sayısından çok fazla(ymış)…
Ama…
Adları anıldığında hiç kimse dişlerini gıcırdatmaz(mış)…
Ya da gıcırdatanların sayısı çok az(mış)…
Gelin görün ki…
Erdoğan için öyle değil(miş)…
Erdoğan’ın adı geçtiğinde “Kemalist Tapınmacılar” gibi olanların sayısı epey çok(muş)…
Hatta...
Ak Parti milletvekillerinden biri onu "Allah'ın bütün vasıflarına sahip liderimiz" diye tanımlayarak "Tanrılaştırmış" bile...
Ama…
Bugün için diş gıcırdatanların sayısı “tapınmacılar”ın sayısını geçmişmiş…
Biliyor musunuz?..
Bir ara ben bile bu tespitlere az daha inanıyordum…
Sonra arşivime girip baktım…
12 yıl önce neler söylemişim bir kere daha yeni baştan göz attım…
Meselâ…
2002 seçimlerine giderken DYP Genel Başkanı Prof. Dr. Tansu Çiller ve yakın çevresi Erdoğan’ın aşırı zenginleşmesini birbirlerine anlatıyor; bilhassa Rahmi Koç’un o ünlü açıklamasından (Belediye başkanlığından alındığında milyar dolara sahip olduğu) sonra asla beklediği oyu alamayacağını iddia ediyorlardı…
Ben ise tam aksini savunuyordum o günlerde…
Türkiye’de genelde seçmenlerin (sağ parti veya sol parti) oy verirken, (Eğitim düzeyi yüksek ve aydın kesimler hariç) yolsuzluk yaparak zenginleştiği iddia edilen siyasi liderleri daha çok sevdiklerini savunuyordum.
12 Eylül 1980 darbesinin sadece demokrasiyi katletmediğini, seçmenlerin huyunu da değiştirdiğini savunuyordum...
Seksen öncesinin yolsuzluklara karşı hassas seçmeni gitmiş, yerine "çalsın ama iş yapsın aabi..."ci seçmen gelmişti...
Tabii ki bunda merhum Özal'ın da rolü vardı...
Ama...
Seçmen de o tür "çalan ama çalışan" politikacıyı sevmeye yatkındı...
Zira...
Arşivinde “Komşuda pişer bize de düşer” diye bir atasözü vardı…
İğrenç bir atasözüydü…
Komşuda kaynayan tencerenin zilletle dolmuş olma ihtimali hiç kimsenin umurunda bile değildi…
Yeter ki “komşuda pişen bize de düşsün” idi…
Erdoğan’ın genel başkanı olduğu Ak Parti işte o kitlelerden oy istiyordu genelde…
Amaaaaaa....
Ayrıca çok da bilimsel bir seçim stratejisi hazırlamışlardı...
Bir yandan ABD’de küresel siyaset ve ekonomi çevrelerine iktidar olurlarsa Kemal Derviş’in ekonomi programını aynen uygulayacaklarını taahhüt ediyorlardı…
Diğer yanda (İçeride), az önce kısaca tanımlamaya çalıştığım; “emperyalizm, ABD, İsrail” denildiğinde tüyleri diken diken olan muhafazakâr seçmenleri, ABD ve İsrail ile nasıl mücadele edeceklerini ikna etmeye çabalıyorlardı…
Bir taraftan AB’nin etkili kurucu ülkelerine “iktidar olursak tam üyelik için bütün kriterlere uyum sağlayacağız” haberi gönderiyorlardı…
İçeride ise “Avrupa ortak biz Pazar; Hıristiyan Kulübü” gibi suçlamalarla Ecevit’in 11 Aralık 1999’da Helsinki’de imzaladığı sözleşmeyi iptal edeceklerini açıklıyorlardı…
En önemlisi…
Merkez medyanın da teşviki ve yaygarasıyla bütün dünyaya “cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en hırsız hükümeti ve muhalefeti” olduğu duyurulan o günün koalisyon ve muhalefet partilerinin beceriksizliklerini hatırlatıyor:
“Bizim iktidarımızda yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar olmayacak” diyorlardı…
Halkın % 35’i inanmıştı Ak Parti’nin o söylemine…
Çünkü...
- Aydınlar yolsuzluktan yılmıştı…
- Muhafazakâr fukara ve dar gelirliler yoksulluktan…
- Varlıklı, iyi eğitim almış ama yasaklar (İlle de başörtüsü yasağı) yüzünden sosyal hayata katılamayan Müslümanlar ise yasaklardan…
2002 seçimlerini; DYP ve ANAP henüz çökmediği için Ak Parti % 35 oyla ancak kazanabildi…
Cem Uzan’ın Genç Parti (A.Ş.)’si ise hem ANAP, DYP ve MHP’yi (Üç parti toplam % 22 oy almışlardı) barajın altına itmişti…
Ama hem de kendisi % 7.5 oy oranıyla barajı aşamamıştı…
Ne var ki parlamento dışında kalan toplam % 45 oy; Ak Parti’yi % 35’le tek başına iktidara taşımıştı…
Sonrası malûmunuz…
Geleyim bu güne…
Ey beceriksiz muhalif partiler!..
Ak Parti’yi ve bilhassa Erdoğan’ı seçimlerde yenebilmenin yolu seçmene temcit pilavı gibi “bunlar hırsız, yolsuz, devleti soydular” demekten geçmez…
Aksine…
O söylem; “komşuda pişer bize de düşer” zihniyetinde; yattığı yerde şeker, un, kömür, yağ, tuz, pirinçle takviye edilen milyonlarca dindar fukarayı daha da iter Ak Parti’ye…
Erdoğan’ın yenebilmenin yolu:
- Ondan daha dindar,
- Ondan daha varlıklı,
- Ondan daha becerikli,
- “Çalıyor ama çalışıyor” sıfatını ondan daha çok hak eden,
- Seçmeni ondan daha sert azarlayan (Bizim halkımızın dörtte üçü azarlanmayı, aşağılanmayı, küfür edilmeyi çok sever; kendisine değer verilmiş olarak kabul eder),
- ABD ve İsrail’e ondan daha çok kafa tutan,
- Alevilere ondan daha etkili “İkinci sınıf vatandaş muamelesi çeken”,
- Kürtlere “İslamî dil” ile ondan daha güzel hitap eden,
- Dün “Siyah” dediğine bugün “Beyaz” diyen, buna seçmenlerini kolaylıkla ikna edebilen,
- Öküzün altından buzağı çıkarıp; “öküz doğurdu” dediğinde milyonlarca Müslüman fukarayı buna inandıran...
Ve...
Modern hukuk kurallarına uymasını değil; Kuran hükümlerinden ayrılmamasını tavsiye eden, rüşvet için bile fetva verebilen bir ilahiyat profesörüne danışan yeni bir lider ortaya çıkarmaktan geçiyor…
Soruyorum:
Bugün için böyle bir lider çıkar mı?..
Benim cevabım mı?..
Söyleyeyim: Mümkün değil çıkmaz…
Diyeceksiniz ki:
“Yahu senin her zaman tarifini yaptığın beklenen liderle Erdoğan birbirine hiç benzemiyor”.
Haklısınız…
Ben de zaten benzediğini söylemedim…
Benim tanımını yaptığım lideri halkın geneli de benimseseydi, bu satırları yazmaz, “Erdoğan daha çoookkk seçim kazanır” demezdim…
Yani…
Resmi görüşüm başka, tespitim başka…
Demek istemem o ki…
Erdoğan için, “bütün bakanları da kendisi gibi hırsızlığa ve yolsuzluğa göz yumuyor; oğlunu da yargıdan koruyor” diye muhalefet etmek; onun arayıp da bulamadığı bir muhalefet türüdür…
Çünkü…
O tür muhalefet hem muhafazakâr ve hem de fukara milyonlarca seçmeni ona daha çok bağlar, bağlıyor…
Bakın: Kamuoyu araştırma sonuçları…
Ak Parti’nin oyları düşmediği gibi artıyor bile…
Neden?..
Çünkü…
Türkiye, “ekonomisi çok büyüdü” masallarına rağmen halen halkının % 70’i fukara…
O % 70’in % 80’i ise “Komşuda pişer bize de düşer” atasözüne yürekten inananlar…
Komşuda öyle bir pişiyor ki; ağızlarının suyu akıyor…
Hem dedim ya…
Ben doğruyu, sadece doğruyu yazıyorum; temennilerimi değil…
[email protected]