Ahmet Kekeç'ten Nazlı Ilıcak Ahmet Altan yazısı: İçim kaldırmadı
Star gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan yazıları yazarak kendisine "vicdan sahibi yazar" dedirtmek istediğini ama içinin kaldırmadığını yazdı.
Bazen ben de aşeriyorum, içinde “Ahmet, Nazlı ve diğerleri” geçen yazılar yazıp, kendime “vicdan sahibi yazar” dedirtmeye...
Böyle bir denemede bulunmuştum.
İçim kaldırmadı.
Daha doğrusu, vicdanımın örselendiğini hissettim ve hemen kalemi bıraktım.
Hayır, “Suçludurlar, kalan ömürlerini cezaevinde geçirmelidirler” demek istemiyorum. Asıl vicdansızlık bu olur...
Kaldı ki, insanları “peşinen” suçlu ilan edemeyiz.
Nihayetinde yargılama devam ediyor.
Savcı iddialarını sıraladı, “savunma makamı” serdedilen iddialara karşı savunmasını yaptı. Kararı hâkim verecek...
Temennimi söyleyeyim:
İsmini zikrettiğim (Ahmet ve Nazlı diye kodladığım) gazeteciler dâhil, birçoğu için “tahliye” ya da “beraat” kararı çıkacak... Çıkmalı... Ceza alsalar bile, bu “FETÖ’cülükten”olmayacak.
Bize düşen, hukuka uygun ve adalet duygumuzu zedelemeyecek kararların çıkmasını dilemek.
FETÖ’nün medya yapılanması davasında yargılanan gazetecilerden biri (ismini Nazlı diye kodladığım şahıs), iki yıl kadar önce bir duruşmada, “Seküler bir hayat tarzına sahip olduğunu, dini görünümlü bir yapılanmayla ilişkisinin olamayacağını, ayrıca Fetullah Gülen’den de nefret ettiğini” söylemişti.
Bir gazeteci arkadaşımızın, 75 yaşındaki bu sanığa kefil olduğunu bildiren yazısını okuyunca aklıma geldi:
FETÖ’nün medya yapılanması soruşturmasında ismi geçen gazetecilerden birçoğu 70 yaşın üzerinde. Bazıları da “sair hastalıklarla” boğuşuyor.
Kendi adıma, tutuksuz yargılanmalarının, vaki mağduriyetleri önleyeceğini düşünüyorum.
Bir Kuddusi Okkır vakası daha yaşamayalım... Fetullah Gülen’den nefret etmeye yine devam etsinler... Mahkeme bunu “hafifletici neden” yine saymasın... Ama ortada hastalık gibi önemli/hayati bir mazeret varsa, bu durum değerlendirilsin/değerlendirilmelidir.
Buraya kadar, “sanıkların lehinde” bir tutum almış ve evrensel bir hukuk kuralını hatırlatmış oldum.
Fakat bir dakika...
Fetullah Gülen’den nefret ettiğini söyleyen bu “sanık” (hem nefret ediyormuş, hem de “FETÖ’nün ne baş belası bir örgüt olduğunu 16 Temmuz sabahı anlamış”), 15 Temmuz’dan birkaç gün öncesine kadar, darbeyi “seçenek” olarak gören “siyasal inanmışlığın” bir neferi gibi çalışıyordu ve üstü örtük ifadelerle Türkiye’yi kaosa götürecek olayları “kurtuluş” (bu iktidardan ve Erdoğan’dan kurtuluş) olarak görüyordu.
Eminim ki, darbe olacağı bilgisine sahipti.
Bunu da, çeşitli “jestlerle” açık ediyordu ve “gelecek”ten söz ederken müthiş bir özgüvenle konuşuyordu. (“Yine yeşillendi fındık dalları” vs...)
Bu örgütün (yani FETÖ’nün) darbeci kimliği, 15 Temmuz’dan önce ortaya çıkmıştı oysa...
17/25 Aralık girişimine “yolsuzluk” kılıfı giydirildiği için, hadi diyelim ki örgütün niteliği konusunda yeterli kanaat oluşmadı ya da örgütle ilgili iddialar bazıları açısından “inandırıcı” bulunmadı.
MİT TIR’larına yapılan saldırı, durumu net olarak açıklıyordu...
Hem bir “darbeci yapılanma”yla, hem de Türkiye aleyhinde kanaat oluşturan (Türkiye’nin operasyonel gücünü zayıflatan ve Münbiç’in YPG tarafından işgalini kolaylaştıran) uluslararası bir casusluk örgütüyle karşı karşıyaydık.
Bizim süreç içinde anlatamadıklarımızı, 15 Temmuz girişimi anlattı.
Bugün Fetullah Gülen’den nefret ettiğini söyleyen sanıkların, hiç değilse MİT TIR’ları baskını döneminde oluşturdukları kafa karışıklığı için özür dilemeleri ya da en azından “nedamet duyduklarını” söylemeleri beklenir.
Bunu mahkemede dile getirmeleri gerekmez.
Çünkü “pişmanlık beyanı”nın hafifletici unsur olarak değer ifade edip etmediğini bilmiyoruz.
Nadim olduklarını kendi vicdanlarında dile getirsinler, biz onu duyarız!