Ahmet Kekeç'i neden sevmiştim?..
Son iki yazımda (“Düşün lan şu Prandelli’nin yakasından...”, "Sevda bacım de bakem hele sen ne sevirsen?..") bilhassa kabalaştım…
ADNAN BERK OKAN
Ey güzel ve makul insanlar!..
Evet…
Son iki yazımda (“Düşün lan şu Prandelli’nin yakasından...”, "Sevda bacım de bakem hele sen ne sevirsen?..") bilhassa kabalaştım…
Kasten çirkefleştim…
Bütün hakaret ve küfürlerim bilerekti…
Ve…
Gördüm ki…
Ben ise Ahmet Kekeç’i, son MGK toplantısına yakın uzunlukta süren 28 Şubat (1997)MGK kararlarına kafa tuttuğu için sevmiştim… Hayat işte böyle bir şey… Kabul ama… “Gazetecilik” işte böyle bir şey olmamalı… MGK’da alınan karar sevdiklerinize, inandıklarınıza, ideolojik akrabanız olanlara karşı ise... Zarar veriyorsa kişiliklerine, iktidarlarının gücüne... O zaman da "Aslan MGK!"... Söyler misiniz kuzum... Yoksa… Aldığı kararların sevdiklerinize, inandıklarınıza, ideolojik akrabanız olanlara fayda veya zarar getirişine mi?... Çok kahredici bir durum çıkıyor ortaya çooookkk… Hayır yani… Bu tavır başkalarına yakışır yakışmasına da… Ahmet Kekeç’e yakışmadı… |
Gazeteci milleti…
“Kendi ölüsüne ağlar” hale gelmiş sadece…
Nasıl mı?..
İşte şöyle:
Eğer hakaretler sevmediklerine, nefret ettiklerine, düşmanlaştırdıkları rakiplerine ise eğer…
Ne nezaket gelmiş akıllarına…
Ne nezahet…
Vermişler desteği küfürbazlara…
“Bravvvooo!”…
“Çok yaşa….”
“Allah iki cihanda tuttuğunu altın etsin!”…
Amaaaaa…
Hakaretler eğer…
Edilmişse sevdiklerine…
Yapılmışsa saldırılar biat ettiklerine…
Nemalandıklarına ise edilen küfürler…
Kimisi “siz meğer ne kadar kabaymışsınız” demiş sözüm ona kendisi haz etmezmiş gibi küfürden…
Unutmuş “düşmanına” hakaret ettiğinizde size düzdüğü övgüleri…
Kimisi ise…
Ya anasına sövmüş küfürbazın…
Ya karısına…
Ya da bacısından girmiş, çıkmış kızından…
Ey güzel insanlar!..
Bazı yazılar turnusol kâğıdı gibidir…
Okurun rengini çıkarır ortaya…
Ama benim için de şu son iki yazı; Cem Karaca merhumun bir şarkısında dediği gibi
“Bu son olsun bu son”…
Bir daha…
Engin Ardıçlaşırsam eğer…
Olursam taklidi Çölaşan’ın…
Edersem küfür…
Kaba, saba yazarsam…
Basarsam hakareti, kalayı…
Hakaret bile etseler; kabulümdür alayı…
Bir kısmı Cumhurbaşkanı’nın papağanı… O ne derse Kobani hakkında… Onu tekrar ediyor, patronuna tutkun… “Tutturmuşsunuz bir Kobani de Kobani?.. Ne var Allah aşkına şu Kobani’de… Petrol mü?.. Altın mı?.. Elmas mı?...” Diğer mahalle ise tam tersini söylemekte aynı nutkun… “Kobani düşerse görürsünüz siz o zaman gününüzü… Kobani bizim canımız feda olsun akan ve akacak kanımız…” Başka?.. Başka yok… Meselâ… Kobanili birisinin hayat hikâyesini anlatan yok… Hem de taaa oralara kadar gitmişken… 200 bin Kobanili olurken misafirimiz; orada kalan iki bin kişinin duygularını anlatan bir meslektaşımızı gördünüz mü siz?.. Ben görmedim… Ayakta alkışlayacağım gösterebilirseniz… Pardon… Yoksa gazete okurları hiç mi merak etmez insana ait öyküleri… İnsanca duyguları, düşünceleri… İnsanların hissettiklerini?.. Etmiyorsa eğer… Orhan Baba yaşasın… Bu dünya batsın aabi… |
O 50 kişi kim?..
Söyleyeyim…
İsim isim sayamam elbette…
Ama…
Gör-ev-lerini söyleyebilirim…
Meselâ…
Kazanın olduğu ilden (Varsa) bakan veya bakanlar…
Hatta o şehirden çıkmışsa eğer başbakan…
Cinayetin (Pardon kazanın) olduğu ilin milletvekilleri…
Kazanın olduğu ilin il ve merkez ilçe başkanları…
İktidar partili etkin delegeler…
Kazanın olduğu ilçenin başkanı ve partili teşkilat görevlileri…
Siz bakmayın ilgili bakanın “çevir kazı yanmasın” açıklamalarına…
Aslında onun sözünü ettiği “50 kişi” işte bu elli kişi…
Ama n’apsın Bakan?..
Doğruyu söyleyip de koltuğundan mı olsun?..