Ahmet Hakan'ın, Mahsun Kırmızıgül hasetliği!..
Sen küçük mahallelerden mütevazı bir imamın çocuğu olarak kefeni yırtıp sanat ve medya dünyasının arasına “arkadaş” olarak girdin ya…
ADNAN BERK OKAN
“Eti senin kemiği benim…”
Bu sözü bizim kuşaktan bilmeyen kaç kişi vardır?..
Bence herkes bilir…
Ve büyük ihtimalle büyük çoğunluğumuz da bizzat “et ve kemik” olarak teslim edilmişizdir öğretmenlerimize ya da ustalarımıza…
“Gülme ulan karı gibi!”…
Bu sözü duymayanımız var mı?..
Tabii ki yok…
Çünkü biz Türkler gülmenin saygınlığı ortadan kaldırdığına inandırılmış bir milletiz ama buna rağmen Nasrettin Hoca da bizimdir, İncili Çavuş da…
Şair Eşref de bizimdir, Aziz Nesin de…
Peki…
“Az verme hırsız, çok övme arsız olur” atasözünden haberi olmayanınız var mı?.
Tabii ya…
Çok küçük yaşlarda dedelerimiz ya da büyük annelerimiz babalarımızla annelerimize vermişlerdir bu öğüdü…
Hem de bizlerin yanında…
Çünkü az verirlerse (harçlık) mutlaka çalıp çırpar ve harçlık ihtiyacımızı gideririz(!)…
Çok överlerse de mutlaka şımarır, “olduk artık, büyüdük” der yan gelir yatarız…
Sevgili Ahmet (Hakan),
Bu girişi senin üç gün üst üste Mahsun (Kırmızıgül) için yazdığın yazılar üzerine yaptım...
İlk gün Mahsun'un eserini öyle küçümsüyordun ki; benim gözümde insan bedeninde sıçrayarak dolanan küçük canlılara döndün birden...
Sonraki iki gün, günah çıkartmaya, yaptığın saygısızlığa "kılıf" hazırlamaya çabaladın...
Mahsun'un son çektiği “Bitlis’te (New York'ta) beş minare” filmiyle ilgili yaptığın eleştirilerde (aslında aşağılamalarda) kantarın topunu kaçırdığının farkına vardın…
Belli ki birileri "ayıp" ettiğini hatırlattı...
İki gündür o yaptığın ayıba, haksızlığa, köhne zihniyetine bahane üretmeye çalışıyorsun…
Yahu Ahmet...
Hani çok gördüm ama senin gibi absürt bahane üretenini de hiç görmedim...
Madem beğenmedin filmi ve bunu okurunla paylaştın, orada dursan ya...
Mecbur musun dönmeye?..
Yoksa "alışkanlık" mı oldu sende dönüşler?..
Herkes filmi övüyormuş, o halde birileri de karşı çıkmalıymış…
Herkes filmi överse Mahsun da kendini bir şey zannedip bundan sonra daha iyisini yapmaya çalışmazmış…
Buna ne denir biliyor musun Ahmet?..
“Çok övme arsız olur” mantıksızlığı…
Yahu Ahmet!..
Sen hiç hayatında sahneye çıktın mı?..
Sen hiç hayatında film çektin mi?..
Sen hiç kitap yazdın mı?..
Sen hiç hayatında sanat faaliyetinden ötürü “Alkışı” duydun mu?..
Yoooo…
Eeee…
O zaman ne konuşuyorsun dır, dır, dır; vır, vır, vır…
Sen ne bilirsin ki sanatçıyı yücelten ve daha ileri koşturan “alkış”tır…
Sen ne bilirsin ki sanatçıyı yücelten ve daha ileri koşturan “övgü”dür…
Sen ne bilirsin ki sanatçıyı küstüren, dünyadan da yaptığı işten de soğutan ise “Sövgüdür, hakarettir, aşağılamadır”…
Yani…
Senin yaptığın destek veya teşvik değil; tam aksine “köstektir”…
Ama…
Bilirim ki Mahsun senin gibi sanat düşmanını değil, alkışı duymuş, sanatçının ruhunu kavramış adam gibi adamların övgülerine açacaktır kulaklarını…
Sevgili Ahmet;
Aslında senin yaptığın “Ben Mahsun’un kötü polisiyim arkadaşlar” ayakları…
Ve...
Aslında senin yaptığın tipik bir taşra kıskançlığı…
Ve...
İşin daha da kötüsü bize yutturmaya çalışıyorsun…
Sen küçük mahallelerden mütevazı bir imamın çocuğu olarak kefeni yırtıp sanat ve medya dünyasının arasına “arkadaş” gibi girdin ya…
Başkaları senin başardığını(!) daha da ileri taşıyıp, ürettiği eserlerle uluslararası başarıya ulaşamamalı…
Başkaları senin başarılarını(!) aşamamalı…
Sevgili Ahmet…
Bu senin yaşadığın ruh dünyasına ne denir biliyor musun?..
Söyleyeyim:
“Çiçeron Kompleksi”…
Yani…
Fukaralıktan, ezilmişlikten gelip de sınıf atlayan birinin, eski sıra arkadaşlarından hiç kimseyi o mahallede görmek istememe duygusu…
Çünkü…
Sadece Çiçeron (bugün Ahmet) fukaralıktan, ezilmişlikten gelip de üst sınıfların arasında yıldızlaşabilir…
Bunu on/lar/dan başka kimse yapamaz, yapamamalı…
Ama yine biliriz ki Ahmet…
Aynı Çiçeron, Sergius Katilina’nın kutsal mücadelesini küçümseyenlerin de en başında gelir…
Sergius Katilina'yı tanıyorsun...
Tanıman lâzım...
Asiller sınıfından olduğu halde fukaraları, ezilmiş kitleleri örgütleyip üst sınıflara karşı savaş veren Romalı soylu kumandan...
Çiçeron sadece içinden geldiği kendi alt sınıfındakileri değil; asil olduğu halde fukaraların ezilmişliğini yenmek için savaşan soyluları da sevmezdi (Allah'ın var ki senin burjuvayla derdin yok)…
Senin Mahsun’a karşı takındığın; yaptıklarının hiçbirini beğenmeyen, her üretimini aşağılayan tavrının temel sebebi de işte bu Çiçero Kompleksidir Ahmet…
Senin hasetliğin Mahsun’un başarılarınadır…
Senin hasetliğin fukara mahallelerden gelen Mahsun'un yıldızlaşmasına, uluslararası arenaya çıkışınadır...
Sen, Güneydoğu’nun fukara evlerinden birinden İstanbul’a gelip Konsrevatuar gibi saygın bir eğitim kurumunu bitiren ve giderek yıldızlaşan, hatta uluslar arası üne kavuşmak üzere olan eski mahallelin Mahsun’un bu üstün başarılarını kıskanmaktasın…
Farkında mısın Ahmet!..
Uluslar arası başarıya ulaşan her Türk’le kavgalısın…
Acaba?...
Acaba bu kavganın temelinde, henüz medyanın amiral gemisiyle yetinmek zorunda kalışın mı yatıyor?..
Acaba bu kavganın temelinde henüz Edirne sınırlarından dışarı sadece elinde bavul, bilmem ne turizmi amacıyla çıkabilmen mi yatıyor?..
Ve…
Acaba bu kavganın temelinde, son derecede saygın film eleştirmenlerinin Mahsun için “Martin Scorsess” yakıştırması yapmaları mı yatıyor?..
Acaba senin kabullenemediğin, Mahsun’un işte bu üst düzey başarısı mı?..
Bu arada bir sitem demeti de sana Mahsun Efendi(!)!...
Ne işin vardı İstanbul’da be kardeşim?..
Memleketinde kalıp izbe pavyonlarda okusaydın ya yanık türkülerini…
Ne demeye bitirdin şu konservatuarı?..
Niçin çıktın ortalık yere de fukara çocuklarının da gerçek bir “yıldız” olabileceğini kanıtladın?..
Oysa bütün bunlar sadece, imam hatip lisesini bitirip medyamızda “yıldız” olan Ahmet Hakan’ın başarabileceği(!) şeylerdi…
Olmadı yani Mahsun…
Çok fazla üzdün Ahmet’imizi…
Yüreğini yaktın…
Onu derin bir; hasetlik ateşinin içine attın…
[email protected]