Ahmet Hakan ve nefsi ya da egosu...
Pişmanlık, mahcubiyet ve yüz kızarıklığıyla, “ne yaptım ben” duygusuyla geçen koca bir gün...
ADNAN BERK OKAN
Ahmet Hakan'ı çok eleştiriyorum…
Ve eleştireceğim de…
Çünkü bazı yazarların “yanlış” yapma “hakları” var ama “kötü örnek olma” lüksleri yok…
Kötü örnek olma lüksü olmayanlardan biri de Ahmet Hakan…
Ahmet, Türkiye’nin “Amiral Gemisi” olarak kabul edilen bir gazetesinde (Hürriyet) haftanın altı günü ve özgürce yazıyor…
Etkin bir haber kanalında (CNN-TÜRK) da haftanın beş günü yine etkili bir saatte programı var…
Ve…
"Yeni Dönem"in en iyi, en çok okunan yazarlarından biri...
Yaşı da köşe yazarlığı için “ileri” sayılmaz…
O halde “yeni nesil” diyebiliyorum ona.
Yeni nesil yazarlar ise olaylardan çok “kişilerle” uğraşıyorlar…
Yeni nesil yazarlarda “İyi” ya da “kötü” yok…
Ya?..
“Çıkar” var…
“Hedef” var…
“Amaç” var…
Haliyle Ahmet bir yazısında genç- güzel bir sanatçıya çaktığında hemen “acaba?” sorusu soruluyor…
Çünkü yazarlığa başladığı günden bugüne medyada adı Ahmet’le anılan kadınların listesi, o arkadaşlıktan(!) önce Ahmet’in köşesinde eleştirilenlerden(!) oluşuyor…
Yeni nesil, benim ve benim kuşağım gibi Ayhan Işık ya da Türkân Şoray mukallidi değil...
Bizim kuşakta “mutlak iyiler” (Ayhan Işık, Eşref Kolçak, Orhan Günşiray) ve “mutlak kötüler” (Erol Taş, Necdet Çağlar, Senih Okran) vardı…
Şimdi ise iyilik ve kötülük geçici…
Olaylardan elde edilecek kazanç veya kayıplara göre değişiyor…
Bir gün “çok kötü” diyebileceğiniz birinin bir sonraki gün “çok iyi” olduğunu gözlemleyebiliyorsunuz…
Demek istemem o ki; ben şahsen Ahmet’in "kişisel" olmasını eleştirmiyorum…
Yani Makyavelliği değil benim eleştirdiğim…
Ben amacına ulaşmak için kullandığı dili sevmiyorum...
Nitekim 11.10.2010 tarihli yazısının bir yerinde şöyle diyor:
".... benim bitmek tükenmek bilmeyen kendimi izah etme çırpınışlarım..."
Bu demektir ki "kompleksleri" var Ahmet’in...
Oysa medyamızda o duyguya hiç ihtiyacı olmayanlardan biridir Ahmet Hakan...
Diyor ki:
"... Okurken ben bile alttan alta kendini gösteren bu hafif 'ego patlaması' nedeniyle gerildim."
"Ego" dediği şeye "bencillik" diyebileceğimiz gibi "nefs" olarak da tanımlayabiliriz...
Ve hemen sorayım:
Neden Ahmet Hakan, niçin?..
Sen nefsine hâkim olmayacak kadar zayıf değilsin ki...
Ve şunlar da aynı yazıdan alıntı:
".... İçinde hafiften 'Bir daha olmayacak, söz' edası da barındıran özeleştirimi vermiş bulunmaktayım..."
Buyurun işte…
"Özeleştiri" diyor...
Yani, "dünkü yazımdan utanıyorum ama içeriğinden değil, kullandığım dilden utanıyorum... Aynı şeyleri daha nazik bir dille yazabilirdim"...
Eh yani…
Bu da bir gelişim…
Ama neden “özür” yok?..
Haaa…
Dersen ki “ben sadece Jr. Ewing kuşağına yazıyorum” sorun yok…
Ama unutma ki Ayhan Işık kuşağı da okuyor seni…
Ahmet kardeş;
Senin için sıkça söylediğim "Önce ateş eder sonra nişan alır" tanımlamasını haklı çıkardığını söylemeden geçemeyeceğim...
Nitekim bugünkü yazılarından birinde benim dün ve daha önce senin için yazdıklarımı "doğruluyorsun"...
Dün yayımlanan makalen için "özür" dilemek istiyorsun ama o "kibir" var ya "kibir"...
İşte o ölümcül günah seni "özür" dilemekten alıkoyup "bahane" üretmeye sürüklüyor...
Hoş... Bu sözünü ettiğim yazıda "pişmanlık" var, içeriğinden "utanma" var ama "özür dilerim" erdemliliği yok...
Erkan Yolaç'ın ünlü oyunundaki asla kullanılmaması gereken iki kelime, "Evet- Hayır" gibi sen de "özür dilerim" demeden özür dilemeye çabalıyorsun...
"Özeleştiri yaptım" deyip geçiştirmeye çalışıyorsun...
Yani yine "kibir", yine, "yutturma"...
Olmuyor Ahmet olmuyor...
Geç klavyenin başına "kahrolası kibir" de...
"Ellerimi de bağlıyor dillerimi de" diye haykır...
Ve bütün samimiyetinle:
"Dün adına 'yazı' veya 'makale' bile denilmeyecek zırvalarım için özür dilerim" de...
Demiyor, diyemiyorsan, önce nişan al sonra ateş et bundan böyle...