Ahmet Hakan-Fehmi Koru kavgasına Raha Muhtar molası!
Fehmi Koru'nun Ahmet Hakan'la başlattığı Papermoon polemiğine Reha Muhtar da katıldı.
GAZETECİLER.COM
Fehmi Koru'nun Star'dan Habertürk'e geçtikten sonra Ahmet Hakan'la başlattığı Papermoon polemiği genişleyerek sürüyor. Vatan gazetesi yazarı Reha Muhtar da bugünkü yazısıyla tartışmaya dahil oldu. Polemikte taraflardan birine destek vermekten kaçınan Muhtar, tartışmaya konu olan restoranın hikayesini yazdı.
REHA MUHTAR'DAN PAPERMOON REHBERİ!
Papermoon'un herhangi bir restorandan çok daha fazlası olduğunu vurgulayan Reha Muhtar, mekanın taşıdığı sosyal anlamları çözümledi. Papermoon'un Beyaz Türkler için "güç borsası" işlevi gördüğünü yazan Muhtar "Papermoon’a gitmek, belirli çevrelerce bir statü sembolü görülmek eğilimindedir...” dedi.
İşte Muhtar'ın yazısındaki ilgili bölüm:
PAPERMOON BİR BEYAZ TÜRK MEKANIDIR
Fehmi Koru arkadaşım; Ahmet Hakan için “Onu Papermoon’a ben götürdüm” deyince Papermoon için ilginç bir polemik başlıyor...
“Beyaz Türk mekanı” Papermoon’la ilgili bu polemik ortaya çıkana kadar, birbuçuk yılı aşkın bir süredir terk-i mekan eylediğim, bir zamanlar adımla beraber anılan mekanla ilgili tek bir kelime etmiyorum...
***
Kişisel tercihim; gerek yok anlamı da yok...
Fakat görüyorum ki; Fehmi Koru ve Ahmet Hakan arasında çıkan tartışmada Papermoon; “Öteki mahallelerin menziline giren ve gıpta edilesi bir restoran ve Beyaz Türk mekanı” olarak geçiyor...
Papermoon’a gitmek, yanında veya karşısında olunan bir pozisyon haline geliyor...
Her bir masasında hatırı sayılır sayıda ikamet etmiş bir insan olarak şunu söyleyebilirim;
“Papermoon bir Beyaz Türk mekanıdır...”
RESTORAN DEĞİL ŞEHİR KULÜBÜ! KENDİ KOLONİSİ VAR!
Güçlü ve kudretli Beyaz Türk’lerin sıkça geldiği, tercihli masalarının olduğu, buna karşın sürekli müşteri olmayanların çekinerek geldikleri, ilk başlarda iğreti oturdukları, alıştıkça sevdikleri bir mekandır...
Bir restoran değil, bir şehir kulübü havasındadır...
Kendi kolonisi vardır...
Koloni haftada birkaç kez birbirini öğle ya da akşam yemeklerinde görmezse hayatlarında bir şeylerin eksik olduğu hissine kapılır...
Papermoon’a gitmek, belirli çevrelerce bir statü sembolü görülmek eğilimindedir...”
BİR "GÜÇ BORSASI" OLARAK PAPERMOON!
Yıllar önce, sevgili Kıvanç Oktay’la öğle yemeği yiyecektik...
Gayr-ı ihtiyarı, sanki başka bir seçenek yokmuşcasına “Papermoon’da buluşuruz...” dedim...
-“Ben pek oraya gitmiyorum... Başka yerleri tercih ediyorum...” dedi...
Hayret ettim...
Sonra üzerinden bir zaman geçti... Bir gün bir vesileyle Papermoon hayatımdan çıkıverdi...
Sonra anladım ki vesilenin kendisi değil neden;
Ben oralardaki enerjiden, güç ve iktidar gösterisinden uzaklaşmış bulunmaktayım...
Hayat tarzım değişmiş...
“Ben de buraya aitim” duygusunun, enerjisinin, her bir kişinin o günkü borsa değerinin ölçülme termometresinin ötesinde, güç savaşlarının dışında hissediyorum kendimi...
***
Papermoon’da oturduğumda, o mahut enerji bir tarafından beni içine alıveriyor...
Kendimi güç ve iktidar borsasının vazgeçilmez bir parçası olarak görme eğilimine giriyorum bilinçaltımda...
Oysa benim hayatımın ne bilinç altında, ne bilinç üstünde “o güç borsası” egemen değil...
Başka enerjiler ve mekanlar beni çok daha fazla cezbediyor...
Hayatın keyfini huzurlu barışçı ve estetik mekanlarda daha çok çıkartıyorum...
***
“Gücü ve iktidarı” sevenler, orada bulunmaktan keyif alıyorlar...
Beyaz Türk veya neo Beyaz Türk ya da Aktürk...
Kurulu güce ve iktidara, kendi kimlikleriyle, alternatif bir güç yaratmak isteyenler ise Papermoon’a karşı çıkıyorlar...
Papermoon markasına muhalefet etmenin etmenin dayanılmaz çekiciliğini tadıyorlar...
Ben ise;
“Papermoon kolonisinin her şeyi kendinden ibaret gören dünyasını çoktan reddettim... Papermoon’a uzun zamandır hiç gitmesem de, “hiçbir zaman gitmem” demiyorum...
Karşı da çıkmıyorum, yanında da yer almıyorum...
Restoranın profesyonel bir hizmet ekibi, gayet ustaca tasarlanmış bir servisi ve kaliteli bir İtalyan ambiyansı var...
ARTIK BENİM İÇİN SADECE BİR NOSTALJİ
Fakat artık;
Papermoon ismi benim için nostalji ötesi bir anlam ifade etmiyor...
Ne olumlu ne olumsuz...
Bir aidiyet taşıtmıyor artık bana...
Ne yanında ne karşısında...
Oradaki “güç” beni güçlü yapmıyor...
Oradan uzak yaşadığımda da “güçsüz” kalmıyorum...
Papermoon artık bir “ihtiyaç” arzetmiyor bende...
Ne Beyaz Türk’lü, ne neo Beyaz Türk’lü, ne de Aktürk’lü haliyle...
Garip ama gerçek;
Son zamanlarda mekanın adı aramızda sadece minik çocuklarımın bir zamanlar, orada yemeye alıştıkları “lazanya”yı arzu ettiklerinde geçiyor...
Minik çocukların nostaljik lazanya lezzeti özlemi dışında ne bir güç, ne bir Beyaz Türk aidiyet, ne karşıtlığın verdiği muhalif keyif, ne futbol dünyasının orada sarmaşık açan ‘güç’ sevgisi; hiçbirisi çekmemekte beni...
Çünkü “güç” olarak addetikleri şey artık çekmiyor beni...
“Güç” denilen şeyin puro içerek kırmızı şarap tadarak, etrafa fiyaka satarak değil, “insanın içinden gelen mucizevi yaratıcılık ve disiplinle, ruhun gücünden” geçtiğinin farkındayım...
Papermoon demek, çocuklarımın damağında kalan “lazanya tadı” demek...
Şimdiki durum bu...
REHA MUHTAR YAZILARI
Fehmi Koru'nun Star'dan Habertürk'e geçtikten sonra Ahmet Hakan'la başlattığı Papermoon polemiği genişleyerek sürüyor. Vatan gazetesi yazarı Reha Muhtar da bugünkü yazısıyla tartışmaya dahil oldu. Polemikte taraflardan birine destek vermekten kaçınan Muhtar, tartışmaya konu olan restoranın hikayesini yazdı.
REHA MUHTAR'DAN PAPERMOON REHBERİ!
Papermoon'un herhangi bir restorandan çok daha fazlası olduğunu vurgulayan Reha Muhtar, mekanın taşıdığı sosyal anlamları çözümledi. Papermoon'un Beyaz Türkler için "güç borsası" işlevi gördüğünü yazan Muhtar "Papermoon’a gitmek, belirli çevrelerce bir statü sembolü görülmek eğilimindedir...” dedi.
İşte Muhtar'ın yazısındaki ilgili bölüm:
PAPERMOON BİR BEYAZ TÜRK MEKANIDIR
Fehmi Koru arkadaşım; Ahmet Hakan için “Onu Papermoon’a ben götürdüm” deyince Papermoon için ilginç bir polemik başlıyor...
“Beyaz Türk mekanı” Papermoon’la ilgili bu polemik ortaya çıkana kadar, birbuçuk yılı aşkın bir süredir terk-i mekan eylediğim, bir zamanlar adımla beraber anılan mekanla ilgili tek bir kelime etmiyorum...
***
Kişisel tercihim; gerek yok anlamı da yok...
Fakat görüyorum ki; Fehmi Koru ve Ahmet Hakan arasında çıkan tartışmada Papermoon; “Öteki mahallelerin menziline giren ve gıpta edilesi bir restoran ve Beyaz Türk mekanı” olarak geçiyor...
Papermoon’a gitmek, yanında veya karşısında olunan bir pozisyon haline geliyor...
Her bir masasında hatırı sayılır sayıda ikamet etmiş bir insan olarak şunu söyleyebilirim;
“Papermoon bir Beyaz Türk mekanıdır...”
RESTORAN DEĞİL ŞEHİR KULÜBÜ! KENDİ KOLONİSİ VAR!
Güçlü ve kudretli Beyaz Türk’lerin sıkça geldiği, tercihli masalarının olduğu, buna karşın sürekli müşteri olmayanların çekinerek geldikleri, ilk başlarda iğreti oturdukları, alıştıkça sevdikleri bir mekandır...
Bir restoran değil, bir şehir kulübü havasındadır...
Kendi kolonisi vardır...
Koloni haftada birkaç kez birbirini öğle ya da akşam yemeklerinde görmezse hayatlarında bir şeylerin eksik olduğu hissine kapılır...
Papermoon’a gitmek, belirli çevrelerce bir statü sembolü görülmek eğilimindedir...”
BİR "GÜÇ BORSASI" OLARAK PAPERMOON!
Yıllar önce, sevgili Kıvanç Oktay’la öğle yemeği yiyecektik...
Gayr-ı ihtiyarı, sanki başka bir seçenek yokmuşcasına “Papermoon’da buluşuruz...” dedim...
-“Ben pek oraya gitmiyorum... Başka yerleri tercih ediyorum...” dedi...
Hayret ettim...
Sonra üzerinden bir zaman geçti... Bir gün bir vesileyle Papermoon hayatımdan çıkıverdi...
Sonra anladım ki vesilenin kendisi değil neden;
Ben oralardaki enerjiden, güç ve iktidar gösterisinden uzaklaşmış bulunmaktayım...
Hayat tarzım değişmiş...
“Ben de buraya aitim” duygusunun, enerjisinin, her bir kişinin o günkü borsa değerinin ölçülme termometresinin ötesinde, güç savaşlarının dışında hissediyorum kendimi...
***
Papermoon’da oturduğumda, o mahut enerji bir tarafından beni içine alıveriyor...
Kendimi güç ve iktidar borsasının vazgeçilmez bir parçası olarak görme eğilimine giriyorum bilinçaltımda...
Oysa benim hayatımın ne bilinç altında, ne bilinç üstünde “o güç borsası” egemen değil...
Başka enerjiler ve mekanlar beni çok daha fazla cezbediyor...
Hayatın keyfini huzurlu barışçı ve estetik mekanlarda daha çok çıkartıyorum...
***
“Gücü ve iktidarı” sevenler, orada bulunmaktan keyif alıyorlar...
Beyaz Türk veya neo Beyaz Türk ya da Aktürk...
Kurulu güce ve iktidara, kendi kimlikleriyle, alternatif bir güç yaratmak isteyenler ise Papermoon’a karşı çıkıyorlar...
Papermoon markasına muhalefet etmenin etmenin dayanılmaz çekiciliğini tadıyorlar...
Ben ise;
“Papermoon kolonisinin her şeyi kendinden ibaret gören dünyasını çoktan reddettim... Papermoon’a uzun zamandır hiç gitmesem de, “hiçbir zaman gitmem” demiyorum...
Karşı da çıkmıyorum, yanında da yer almıyorum...
Restoranın profesyonel bir hizmet ekibi, gayet ustaca tasarlanmış bir servisi ve kaliteli bir İtalyan ambiyansı var...
ARTIK BENİM İÇİN SADECE BİR NOSTALJİ
Fakat artık;
Papermoon ismi benim için nostalji ötesi bir anlam ifade etmiyor...
Ne olumlu ne olumsuz...
Bir aidiyet taşıtmıyor artık bana...
Ne yanında ne karşısında...
Oradaki “güç” beni güçlü yapmıyor...
Oradan uzak yaşadığımda da “güçsüz” kalmıyorum...
Papermoon artık bir “ihtiyaç” arzetmiyor bende...
Ne Beyaz Türk’lü, ne neo Beyaz Türk’lü, ne de Aktürk’lü haliyle...
Garip ama gerçek;
Son zamanlarda mekanın adı aramızda sadece minik çocuklarımın bir zamanlar, orada yemeye alıştıkları “lazanya”yı arzu ettiklerinde geçiyor...
Minik çocukların nostaljik lazanya lezzeti özlemi dışında ne bir güç, ne bir Beyaz Türk aidiyet, ne karşıtlığın verdiği muhalif keyif, ne futbol dünyasının orada sarmaşık açan ‘güç’ sevgisi; hiçbirisi çekmemekte beni...
Çünkü “güç” olarak addetikleri şey artık çekmiyor beni...
“Güç” denilen şeyin puro içerek kırmızı şarap tadarak, etrafa fiyaka satarak değil, “insanın içinden gelen mucizevi yaratıcılık ve disiplinle, ruhun gücünden” geçtiğinin farkındayım...
Papermoon demek, çocuklarımın damağında kalan “lazanya tadı” demek...
Şimdiki durum bu...
REHA MUHTAR YAZILARI