Önce "eleştiri"yle ilgili genel yaklaşımımı
aktarayım.
Gücü elinde tutanların tutumu hiçbir zaman değişmiyor. Çok samimi
eleştiriler bile "güç" sahipleri tarafından
düşmanlık olarak algılanıyor. Ya da daha geniş bir kitlenin bunu
böyle algılaması sağlanıp eleştiri getirenler değersizleştirilmeye
çalışılıyor.
Bir zamanlar İsrail’i eleştirmekle antisemit olmak neredeyse aynı şeydi. İsrail zulüm yapıyor dediğinizde İsrail bunu diyenleri antisemit ilan ederek eleştirilerin etkisini zayıflatıyordu.
Antisemit damgası yememek için insanlar bir süre sonra artık İsrail’in zulmüne ses çıkaramaz oldu.
Benzer bir durumu TSK eleştirildiğinde de görüyorduk. “Askerin işi ülkeyi yönetmek değil, niçin siyasete müdahale ediyor” denildiğinde TSK bir açıklama yapar ve bu tür eleştiri getirenleri "asker düşmanı" olmakla itham ederdi.
Benzer durumu bugünün güç odaklarıyla da yaşıyoruz.
AK Parti’yi eleştirenler AK Parti düşmanı, Gülen cemaatini eleştirenler ise cemaat düşmanı damgası yemekten kurtulamıyor. İstiyorlar ki kimse onlara "gözünün üzerinde kaşın var" demesin.
İstiyorlar ki yapılan yanlışlara, işlenen günahlara, verilen zararlara dikkat çekmeyelim.
Ne yapacağız? Gerek medyada gerekse bürokraside ciddi bir gücü temsil eden Gülen cemaatini değil de, esamisi okunmayan CHP’yi veyahut onun liderini mi eleştireceğiz?
Yargıyı veyahut hükümeti değil de, her gün Silivri yolunda perişan hale gelmiş askeri mi eleştireceğiz?
Neyse, meselenin bu kısmını fazla uzatmadan asıl konuya geleyim.
Zaman ve STV’nin tuhaf bir çabası var.
Daha önce de dikkatinizi çekmiştim ama arkadaşlar bu çabalarından vazgeçmek bir yana, işi neredeyse kampanyaya döndürdüler.
Zaman grubuna ait gazetelerde ve TV’lerde ilginç bir İran aleyhtarlığı yapılıyor.
Geçtiğimiz günlerde Zaman’ın bir haberinin İsrail’in Haaretz gazetesinde manşet olmasına dikkat çekmiştim.
İşte o yazıma aldığım onlarca mail arasında bir iddia dikkatimi çekti. Bazı okurlar Zaman’ın bu haberini savunup beni "İran’ın Türkiye üzerinde oynadığı tehlikeli oyunları" görmemekle suçluyordu.
Bu "tehlikeli çabaların" başında da İran’ın Türkiye’ye gönderdiği hemşirelerin olduğu ileri sürülüyordu.
“İran Türkiye’ye 2000 hemşire göndermiş, Türkiye’yi karıştırmayı planlıyormuş.” Ben de bunu görmüyormuşum.
Bu iddialara o gün gülüp geçtim. Hatta “bazı okurların tuhaf paranoyasıdır” deyip ciddiye bile almadım. Fakat iki hafta sonra aynı iddianın STV’de haber yapıldığını görünce “yok artık, daha neler” dediğimi hatırlıyorum.
Dikkat ediyor musunuz? Eskiden biz bu tür haberleri Cumhuriyet’te okurduk. Öyle değil mi? Türkiye’deki Kemalistler yıllarca bizi "İran’ın rejim ihracı" ile korkutup toplumu "terbiye" ettiler.
Şimdi aynı şeyi Zaman grubu yapıyor.
Nedir Zaman grubunun derdi? Niçin böyle bir çaba içerisindeler? Ne bekliyorlar? Gerçekten çok merak ediyorum.
Zaman grubuna mensup gazeteci arkadaşlar birçok konuda hükümeti eleştiriyorlar.
Mesela şike meselesindeki tutumunu, hükümetin "Kürt sorununu" çözme yöntemini, dış politikadaki zikzakları, Beşir Atalay’ı, Ahmet Davutoğlu’nu, hatta Başbakan Erdoğan’ın birçok tavrını kıyasıya eleştiriyorlar. Birçoğunda da haklı olduklarını düşünüyorum.
Fakat her konuda hükümeti eleştiren bu arkadaşlar, sıra Suriye ve İran meselesine gelince hükümetle aynı çizgiye geliyorlar.
İsrail’le izlenen gergin politikadan dolayı Ahmet Davutoğlu’nu yerden yere vuran arkadaşlar, mesele Suriye olduğunda aynen onun gibi düşünüyorlar.
Suriye ve İran konusunda o kadar heveskar bir tutum takınıyorlar ki şaşırıp kalıyorsunuz.
Hatta bazen bu alanda hükümeti bile geride bırakıyorlar. Kendimizi çok zorlarsak "hükümet siyaseten böyle davranmak zorunda" diyebiliriz. Peki Zaman grubunun nasıl bir zorunluluğu var? Niçin tam da İran’ın vurulacağının konuşulduğu günlerde Türk toplumu İran’dan gelen "tehlikelerle" korkutuluyor? Niçin "Aslında sadece ABD ve İsrail için değil, bizim için de korkunç hesapları olan bir ülke” imajı oluşturulmaya çalışılıyor?
Ne demek “İran Türkiye’ye 2000 hemşire gönderdi. Türkiye’yi karıştırmak istiyor.” Gönderip göndermediği sağlık bakanlığından öğrenilir. Kaldı ki gönderse ne olacak? Niçin Almanya’dan, Fransa’dan ya da ABD’den gelen hemşireler değil de İran’dan gelenler tehlikeli?
Bu çaba en çok kimin işine yarayacak? Hiç düşünüyor musunuz? Bu propagandadan en büyük zararı kim görecek? Bunları söylemeyecek miyiz? Açıkça yapılan bu dezenformasyonun çok yanlış, çok tehlikeli, gayri İslami, gayri ahlaki olduğuna işaret etmeyecek miyiz?
Böyle bir çabanın içinde olmak mı ayıp, kınanacak, hor görülecek tutum yoksa bunları yazıp yanlıştan dönülmesi için uyarmak mı? Hangisi?
Burada beni rahatsız eden bunun Suriye ve İran’a yapılıyor olması değil. Bu ülkelerin yerine Tanzanya veyahut Uganda olsa da, ben aynı rahatsızlığı hissederim. Çünkü burada mesele ABD ve İsrail’in düşman gördüklerini bu arkadaşların da düşman görmeye, göstermeye çalışmasıdır.
Yoksa ne diktatör Esad, ne de saçma sapan birçok iş yapan
İran’ın yöneticileri umurumda bile değil.
Suriye'de ölen müslümanları dert ediyorlar ama Irak'da
Afganistan'da Bahreyn'de ölenler umurlarında değil. Tam da dünya
sisteminin olmadığı gibi. Böyle davranıyorlar bizden de bu
tutumlarının aslında merhametten kaynakladığına inanmamızı
bekliyorlar.
İran’da ve Suriye’de dünya sisteminin asıl yapmak istediği nedir ve
biz buna niçin destek oluyoruz? ABD’nin ve İsrail’in bu çabasını
bunca yıldır Müslümanlık terbiyesi almış insanlar görmeyecekse, kim
görecek ki? Suriye ve İran’ın yem edilmesinin hamallığını yapmak
bize yakışıyor mu?
Ben Gülen grubu ile hükümet arasındaki tartışmanın Türkiye için en zarar verici boyutunun burada, yani ABD ile olan ilişkilerde ortaya çıktığını düşünüyorum. Türkiye’de eskiden hükümetler askerin ABD ile iş tutmasından korkup daha fazla Amerikancı bir çizgi benimserlerdi. Şimdi benzer bir sıkıntıyı iki güç odağı arasındaki yarışta görüyoruz.
Bu arkadaşların ABD’nin politikalarını hükümetten daha fazla benimser görünmeleri, hükûmeti de pervasızca Amerikan çıkarlarına göre hareket etmeye sevk ediyor.
Gülen cemaatinin ve AK Parti’nin bazı alanlarda çok iyi işler çıkardıklarının da farkındayım.
"Yapılan onca iyi hizmetin yanında niçin sadece bunu görüyorsun?" diyenlere sadece şunu söyleyebilirim: “Bir bardak berrak suya bir damla zehir katıldığında o suyu kimse içmez." Bana göre onca iyi iş çıkaran arkadaşlar, girdikleri bu tür işlerle o yaptıklarını da berbat, işe yaramaz hale getiriyorlar.
Tom Peters’in dediği gibi: "Dürüstlükten küçük bir sapma diye bir şey yoktur."
Bilmem bu sefer anlaşıldım mı?
www.twitter.com/acikcenk