Yalçın Akdoğan nerede yanlış yapıyor?..

Yalçın Akdoğan nerede yanlış yapıyor?..

Adnan Berk Okan adnanberkokan@gmail.com

Başbakan Erdoğan’ın son birkaç yıldır en büyük şanslarından biri Yalçın Akdoğan’la çalışıyor olması...
Yazılarından takip edebildiğim kadarıyla Erdoğan, Akdoğan’ın verdiği “danışmanlık” hizmetlerinden sonra “Kürt Sorunu” olmadığını; “Kürt yurttaşlarımızın sorunları olduğu” gerçeğini gördü…
Erdoğan, Akdoğan’la çalışmaya başladıktan sonradır ki, “Terörle Mücadele” ile “Teröristle Mücadele”nin aynı şey olmadığını anladı…
O nedenle de dağda teröristle silahlı mücadeleye öncelik verilirken, parlamentoda ve bölgede Kürt yurttaşların etnik, ekonomik ve tabii ki siyasal - sosyal taleplerinin yerine getirileceği yasal düzenlemeler, siyasi ve ekonomik atılımlar yapılmaya başlandı…
Yani; “gerilla bir balık halk da sudur” diyen Mao’nun kuramının “terör eylemleri” açısından doğruluğu kabul edilip gerillanın (teröristin) halk ile ilişkisinin koparılma, terörün bölge halkının lehine olmadığının anlatılma çalışmaları hızlandırıldı…
Bir ara neredeyse tamamen terör örgütünün kontrolüne giren ve bunu da kendisine dışkı yediren, evini, ocağını yakan; sürüm sürüm süründüren Devlete duyduğu öfkeyle yapan bölge halkı son yıllarda Devlet’in şefkatinin, örgütün verebileceğinden çok daha fazla olduğunu gördü…
Buraya kadar Akdoğan’ın, Başbakan’a verdiği danışmanlık hizmetinin yararlarının sadece bir kısmını hatırlatmaya çalıştım…
Ancak…
Akdoğan’ın bugünkü STAR’da “Süreç dönüştürür” başlığı altında yayımlanan makalesinde yer alan bazı tespit ve önermelere itirazım var…
Çünkü…
Müzakere, ortada “bir sorun” ve o sorunla ilgili “birden fazla taraf” olması durumudur…
Yani tek tarafın yaptığına müzakere değil “monolog” denir…
Müzakere, kapalı kapılar ardında yapılan konuşmalar ve verilen sözlerle kamuoyuna yapılan açıklamalar ve verilen sözlerin asla birbirini tutmadığı görüşmelerdir…
Yani;
Taraflar kamuoyu önünde taraftarları için;
kapalı kapılar ardında müzakere edilen sorunun çözümü için konuşurlar…
Aksi; müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması demektir…
Bir kere daha yani;
kapalı kapılar ardında söylenenlerle kamuoyuna söylenenler aynı şeyler olursa müzakereler yürümez…

Burada önemli olan müzakereye katılanların bu gerçeği bilmeleri ve kamuoyu önünde yapılan açıklamalara itiraz etmeden, onları duymazdan ya da görmezden gelmeleridir…
Meselâ, Akdoğan’ın yazısında veya konuşmalarında (kamuoyu huzurunda) müzakere sürecinin AK Parti Hükümetinin başlattığı önemli bir inisiyatif olduğunu söylemesi ne kadar doğru ise;

aynı tavrın müzakerelere taşınması da o kadar yanlıştır…
Tek taraflı inisiyatif almak; karşı tarafın aşağılanmasından başka bir şey değildir…
Umuyorum ve hatta tahmin ediyorum ki kapalı kapılar ardında müzakerenin diğer tarafına “eşitlik” duygusu pompalanıyordur…
Nitekim aslında bunun böyle olması gerektiğini Akdoğan da aynı yazısının bir yerinde şöyle söyleyerek kabul ediyor:

Sürecin hassasiyetleri farklı bir dil, farklı bir üslup, farklı bir anlayış geliştirilmesini gerektiriyor. Sorunun içindeki tüm aktörlerin kendilerini gözden geçirmeleri, daha yapıcı, daha uzlaşmacı bir karaktere bürünmeleri başlı başına büyük bir kazanç olacaktır.
Bazen lafın tamamının söylenmemesi, hissiyatın frenlenmesi, karşıdakinin tepkisinin dikkate alınması süreç için bir kazançtır, bazen de işin farklı boyutlarının da hesaba katılarak denge söylemlerinin geliştirilmesi bir faydadır.

Aynen öyle sevgili Akdoğan, aynen öyle…
Benim itirazım böylesine doğru bir yaklaşımda bulunduktan sonra yazılan şu cümleleredir…
Bakın ne diyor Akdoğan:

Özellikle BDP'li siyasetçiler o derece uç noktaya savruldular, o kadar büyük bir kutuplaşma meydana getirdiler ki, buradan makule kaymaları oldukça zor. Siyasi mücadeleyi bir 'savaş', siyasi rakibini 'düşman' gibi konumlandıran bir anlayışın demokratik siyasetin normal mücadele ölçülerine ulaşması daha fazla duyarlılık, daha fazla hassasiyet gerektiriyor.

Peki, neden mi itiraz ediyorum?..
Söyleyeyim…
Akdoğan’ın eleştirdiği bu tutum aslında müzakerelerin sağlıklı yürüdüğünün işaretidir…
Ve BDP’lilere yönelik bu eleştiri bir MHP’li tarafından yapıldığında “anlamlı” ama müzakerenin en etkin tarafının bir numaralı danışmanı ve hatta siyasi sözcüsü tarafından yapıldığında hatadır…

Unutmayınız ki BDP bir siyasi partidir…
Yani; seçmenleri olan, seçimlere katılan bir kurum…
Yani, müzakere sürecinde kendi seçmenlerine “bakın nasıl da dik duruyoruz” demek zorunda olan bir kurum…
Başbakan’ın bir numaralı danışmanına düşen bunu anlamak, anlayışla karşılamaktır…

Bunu yaparken de el altından müzakerelere karşı çıkan gurupların en etkin olanlarının BDP’lileri eleştirmelerine imkân vermektir…
Hâsılı…
Akdoğan bu kadar büyük başarısının arasında keşke zaman zaman “yazar” olduğunu unutsa…
O zaman kendisi de daha yararlı olduğunu görecektir…

adnanberkokan@gmail.com