Adalet ve Kalkınma Partisi’nin “ilk olağanüstü
kongre”sinde medyanın bir kısmına akreditasyon engeli vardı.
Konunun düşündürücü yanı çok.
Mesela akreditasyonun kendisi. Haber alma özgürlüğü
(Anayasa Madde:28) tarih oldu ve artık kimse bunu ilkesel olarak
bile tartışmıyor.
Mesela akreditasyonun marjları. Partilere göre değişen
marjlar, zamana göre de değişiyor.
2012’deki olağan kongrede de akredite edilmeyen gazete
ve televizyonlar vardı.
O gün başköşede olan gazete ve televizyonlar, mesela
cemaat medyası, bu kez akredite değildi.
Mesela akreditasyona medyanın tavrı. Kongreye davetli
kanalları izledim. Salondan canlı yayın yapanları da. Tartışma
programlarını da.
Konuk gazetecilerin hiç biri salona girişleri
engellenen meslektaşlarını dile getirmedi. Durumu yok saydılar.
Sanırım medyadaki bölünmelerin en çirkini “çemberin
içi” ve çemberin dışı” şeklinde olanı.
Ve. Bu çember bölünmesi de meslekteki etik erozyonunun
en somut göstergesi.
Murathan Mungan’ın “Ya dışındasındır çemberin ya da
içinde yer alacaksın” dizeleri denk düşse de duruma, ben en iyisi
Ali Püsküllüoğlu’nun “Çember” şiirinin son kısmıyla bitireyim:
“Hangi soruya karşılık olacak? bilinmezken
kalmanın neyi değiştireceği, gitmenin neyi eksilteceği
neye yok desek, neyi çarmıha gersek, neye tapsak
diye düşünseniz bile. Düşünmek olur bu önce, ama sonra?
ama sonra sıkıntılarınızın kışı başlar yine de
çevrenizde ateşten bir çember gibi darala darala…”
YENİ CUMHURBAŞKANININ
GÜCÜ
Erdoğan güçlü bir lider, güçlü bir başbakan oldu.
Şimdi de güçlü bir cumhurbaşkanı olacağı
düşünülüyor.
Peki bu gücün göstergelerinden küçük bir liste;
Bir, kendisinden önceki kişiyi belirleyebiliyor.
Cumhurbaşkanlığı makamını Gül’e altın tepside sundu.
İki, kendisinden sonraki kişiyi de belirleyebiliyor.
Davutoğlu’nu genel başkanlığa aday gösterdi. 1382 delege oyunun
tamamını (6 oy da geçersizdi) yönlendirdi.
Üç, varlığında partisinin “milletin adamı” sloganını,
yokluğunda “yeni Türkiye” sloganına çevirdi.
Dört, dışarıda 40, içeride 50 derece olan bir
sıcaklıkta konuşurken salonu kıyamet gibi dolduruyor, salondan
çıkınca kimse kalmıyor.
Beş, 13 yılda sadece ve sadece bir olağanüstü kongre
yapıyor.
Altı, tam 18 gün hem cumhurbaşkanı hem de başbakan
olarak anılmayı sağlayabiliyor.
Yedi, partisiyle ilişkisini “aşkım, tutkum, kavgam”
gibi güçlü sözcüklerle belirtiyor. (Bu madde üzerine yazacağım
sonra.)
BİZ NASIL PARANOYAK
OLMAYALIM?
Bir gün önce uzun boylu, karizmatik bir Başbakan
vardı, bir gün sonra kısa boylu, karizması eksik bir Başbakan var.
Ve her ikisinin de delege desteği tam.
Üç gün önce “Ölüm tehdidi alıyorum, Başbakan bana
yardım etsin” diye televizyonlarda salya sümük ağlayan Petek
Dinçöz. Üç gün sonra evlenip, dünyanın en mutlu kadını oluyor.
VOLKAN’I ACİLEN TEDAVİ
ETTİRSİNLER
FB kalecisi Volkan gazetelerdeki korkunç
fotoğraflarını görünce kendisi hakkında ne düşünmüştür acaba?
Kin. Nefret. Hınç. Öfke. Zıvanadan çıkmış.
Ne beden diline, ne de çenesine hakim olamıyor. Yanlış
yapıyor. Acilen psikolojik tedavi görmesi gerek.
AKLIMDA
KALAN
Bir kriz, üç kazanan: Yargıtay’ın açılış töreni
krizi çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Eğer Metin Feyzioğlu konuşursa
ben katılmam” dedi. Sonuç; Erdoğan kazandı. “Katılmam” dedi,
dediğini yaptı. Sözünün arkasında durdu. Metin Feyzioğlu da
kazandı. “Giderim ve konuşurum” diyerek meydan okudu. Dediği oldu.
Yargıtay da kazandı. Siyasi erkin gölgesinde kalmadı.