Bugün sizlerden birine emanet ediyorum köşemi…
Bir okura…
Bizler herkese ulaşabiliyoruz yazılarımızla…
Ama sizlerin imkânınız bizim kadar geniş değil…
Bu nedenle; bir avukat okurun Başbakan’a hitaben ve son derecede saygılı bir dille yazılmış mektubunu yayımlıyorum…
Lütfen okur musunuz?..
Sayın Başbakan’ım!
Haberdar olur da okursanız mektubum sizi kızdırabilir. Ya da ne bileyim, canınızı sıkabilir… Ama bu niyetle yazmadığımı bilmenizi isterim; gerçekten isterim.
Size her fırsatta düşmanlık edenlerden değilim…
“O gitsin de yerine kim gelirse gelsin” diyenlerden değilim…
Çevresel duyarlılıklarıyla tepkilerini ortaya koymaya çalışan birtakım insanların arkalarına gizlenerek “köprü yapmayacaksınız, yol yapmayacaksınız, havaalanı yapmayacaksınız, istifa edeceksiniz” gibi zırvalarla milli iradeyi iğfal etmeye soyunan iç ve dış destekli karanlık odaklardan değilim…
Tökezlemeniz için yanlış yapmanızı bekleyen, hatta sizi yanlışa sevk etmeye çalışan dost görünümlü düşmanlardan da değilim…
Cemaatçi camiacı değilim, beyaz Türk değilim, seçkinci değilim, ikide birde saydırdığınız köşecilerden biri değilim, Kemalist değilim, CHP’li MHP’li, hiç değilim…
Özetle belirtmem gerekirse; sizin hoşunuza gitmeyen kişi ve gruplardan hiçbirinin mensubu ya da meftûnu değilim…
Pekiyi kimim o zaman?!
Başbakan’ım!
Ben de aynen sizin gibi muhafazakâr bir çevrede yetişen, ailesi ve yakın çevresi sizinkilere benzeyen sıradan insanlardan biriyim. Allah’a şükürler olsun ki, maddi ve manevi olarak kimseye muhtaç değilim. İyi bir işim ve güzel bir ailem var. Mesleki kariyerim fena değil. Hayatın “rezil” taraflarından köşe bucak kaçarak bugünlere kadar gelebilmemi nasip ettiği için sık sık Mevla’ya şükrederim.
Durup dururken bu (gereksiz) cümleleri neden arka arkaya sıraladığımı merak etmiş olabilirsiniz; arz etmeye çalışayım.
Başbakan’ım! Ayıptır söylemesi, öğrencilik yıllarımda ben de (sizlerden biri olmama rağmen) kızlı erkekli evlerde zaman zaman bulundum. Hatta bir defasında 5’i kız 6’sı erkek olmak üzere kışın ortasında 11 kişi bir odada sabahladığımızı söyleyeceğim ama sizden biraz çekiniyorum. Çoğumuz Anadolu çocuğuyduk; önceleri bu durumu anlamlandırmakta zorlanırdık ama biliniz ki böyle bir yaşam da var… Yakın çevrenizdeki birçok insanın buna benzer hikâyeleri olduğuna eminim ama onlar da sizden “korkarak” bunu itiraf edemeyebilirler. Sakın yanlış anlamayın! O odadaki 11 kişiden hiçbiri, ne o zaman ne de daha sonra sevgili falan olmadı; hepsi onuruna ve namusuna düşkündü; zaten şu anda tamamına yakını evli ve çoluk çocuğa karışmış durumda.
Bunları anlatırken, ahlâki telakkilerimizin çok çok farklı olduğunu düşünmenizi istemem. Hayata bakışımız, inancımız, manevi değerlerimiz ve ülkenin geleceğine yönelik tasavvurumuz muhtemelen birbirine yakındır. Birtakım şekli unsurları göz ardı edersek (ki, bence edelim) şaşırtıcı derecede benzeştiğimizi söyleyebilirim. Hatta, Atatürk’ten sonra rahmetli Özal’la birlikte bu milletin kaderine müspet yönde etki eden en önemli insanlar olduğunuzu düşünüyorum.
Ancak!
Size zihnen bu kadar yakın olmama rağmen, duyduğumda kanımı donduran cümleleriniz olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Müsaadelerinizle birkaç örnek veriyorum…
Gelin; kızmadan gücenmeden bunları okuyun ve bir kez daha düşünün.
“Vapurdan inenlerle” ilgili sözlerinizi işittiğimde size karşı içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim. Küçük kızım “ne oldu baba!” dediğinde kendime gelebildim. 100 yıldır çeşitli baskı ve zulümlere duçar olmuş bir zümrenin ferdinin ağzından “türbanlı gördüğümde korkuyorum” felaketine eşdeğerde sözlerin çıkması bu kırılmanın en önemli sebeplerinden biriydi. Hayır, siz öyle değildiniz; siz o insanlardan değildiniz… Kırılmıştım ama yine sizi destekleyecektim. Zira, bazen söylediğiniz şeylerin yanlışlığını fark edip pragmatik davranışlar sergilediğinizi biliyordum. Bu da öyle olabilirdi… Ve öyle oldu.
“Kızlı erkekli ev meselesi” size olan kırgınlığımın derinleşmesine, Adana Valisine yönelik tutumunuz ise duygularımın kopma noktasına gelmesine sebebiyet verdi. Bekledim; aradan kaç gün geçti, içimi soğutacak hiçbir şey yapmadınız. Bu iki olay sonucunda sizinle ilgili düşüncelerimi yeniden ele almaya karar verdim. Henüz kopmadım; kopmayı da düşünmüyorum ama yukarıdaki olayların bir benzeri vuku bulduğunda içimde kopacak fırtınaları kestirmekte güçlük çekiyorum.
Size çok çok iyi bildiğiniz Hz. Ömer hikâyelerini hatırlatırsam sinirden kapıyı pencereyi indirebilirsiniz! Bazen bu akıl almaz tempoya 1’er 2’şer saat ara verip size (ve bize) okutulanları tekrar etmenizi naçizane hararetle tavsiye ediyorum. Biliniz ki, dünyanın en kudretli insanı olsanız da kendi hayatınızı ve doğrularınızı diğer insanlara kabul ettirmeyi başaramazsınız… Hepsinin de sizin gibi yaşamalarını sağlayamazsınız… İyi düşünün, hafızanızı yoklayın! Sizden öncekiler bunu çok denediler ve gördüğünüz gibi hüsrana uğradılar. Bu kadar hizmetten sonra size hüsran yakışmaz; hayır duaları yakışır.
“Çevremde son derece zeki, kültürlü, birikimli danışmanlarım var, sana mı kaldım” gibi çok haklı sorular aklınıza gelebilir; gelsin… “Ben böyle yaparak oy almaya devam ediyorum, hatta oylarımı artırıyorum, o zaman doğru yoldayım” da diyebilirsiniz. Bunlar siyaseten size doğru geliyor olabilir. Ancak, bu dünyaya sadece siyaset için gelmediğimizi size hatırlatırsam bana kızmayınız; “TAKVA ne olacak” dediğimde küplere binmeyiniz.
Sayın Başbakan’ım!
Siz bu milletin bir evladısınız ve bu millete lâzımsınız. Lütfen bu milleti, tekrar iç ve dış güç odaklarının oyuncağı hâline getiren kokuşmuş siyasetlere ve siyasetçilere teslim etmeyiniz. Bu millete sevginiz gerçekten devam ediyorsa kendiniz de teslim almaya çalışmayınız.
Saygılarımla…