Hayat, hatırladıklarımız kadar unuttuklarımızdır. Ama
biz. Hayatı hatırlananlardan ibaret sayarız.
Anı defterleri. “Unutma beni”
çiçekleri. Verilen hediyeler. Kullanılan en güzel sözcükler.
Yaşanan en güzel anlar. Durmadan çekilen fotoğraflar. Tarih
anlatısı. Hepsi unutulmaya karşı amansız bir savaştır.
Unutulmamak için çabalamak bir hayat stratejisidir.
Ölmeyecekmiş gibi olmak. Bauman tam bu sözcüklerle demez ama benzer
şeyler söyler, “Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat
Stratejileri”nde.
Deniz Seki. Popçu. Tutuklandığı günden itibaren
sürekli mektup gönderiyor.
Ayşe Arman’la başladı. Cengiz Semercioğlu ile devam
etti. Magazin programlarına yazdı. Dergiler derken. En son
radyoculara yazdı.
Dört duvar arasında yazmak. Ruhu iyileştirir. Kendiyle
muhasebe, hayatla hesaplaşmadır. Deniz Seki’ninki öyle değil.
Ağdalı ifadeleri var. Duygu sömürüsü var. “Buz
gibi demirden ranzalar”, “özgürlüğü elinden alınmış sanatçı”, “pet
şişeden yapılan ağaç” vs.
Akıl vereni,
“Mektup yaz. Hissettiklerini anlat. Mümkünse
köpürt” diyor olmalı,
“Seni unutmalarına izin
verme.”
Oysa. Bazen unutulmak iyidir. Demlendirir. Durultur.
Özgürleştirir.
Biraz. Onlar seni görmeden, onları seyretmek. İyidir. Sürekli
dışarı bakmak yerine, kendi içine bakmak. Hele ki, yaşanan olumsuz
bir durumdan sonra. Unutulmak. İyidir.
Deniz Seki medya mensuplarına
“beni unutmayın”
demekten vazgeçip geri dönüşünün hikayesini yazmalı halbuki.
İşte
Tarkan. Kameralar önünde
“çişim
geldi” skandalından sonra. Öyle bir kaçıp gitti, öyle bir
unutturdu ki kendini.
Popçu gitti, star döndü. Sonra bir daha star
çıkmadı.
Deniz Seki ise, yazdığı her mektupla, uyuşturucu
trafiğinde geçen isminin altını çizmekte…
Unutulmaktan korkmamak gerek. Bir tek kişi unutmasın
sizi. O da sizin için vazgeçilmez biri olsun. Yetmeli.
MİYOP
MEDYA
Son günlerde. Televizyonlar, gazeteler.
Cumhurbaşkanının bulunduğu ortamlarda çalan müziği “TRT’nin
Diriliş dizisinin müziği” olarak veriyorlar.
Ya gözleri burunlarının ucundan başka şey görmüyorlar,
miyoplar. Ya da hafıza kaybına tutulmuşlar. O müzik, diziden önce,
Erdoğan’ın seçim şarkısıydı: “Dombra.”
Hatırlatayım dedim.
BENİM
KAHRAMANLARIM
Notos, 40 roman kahramanını seçmiş. 295 kişiye
sorarak. Ben de kendi roman kahramanlarımı sıralamak istedim;
1.Feride - Çalıkuşu (Reşat Nuri
Güntekin)
2.Anna Karanina – (Tolstoy)
3.Quasimodo - Notre-Dame’ın Kamburu
(Victor Hugo)
4.Pollyanna – (Elenor H. Porter)
5.Dürü - Tırpan (Fakir Baykurt)
6.Mr. Keating - Ölü Ozanlar Derneği
(Nancy H. Kleinbaum)
7.Aliye Öğretmen - Vurun Kahpeye
(Halide Edip)
8.Abel Magwitch - Büyük Umutlar
(Charles Dickens)
9.George - Fareler ve İnsanlar (John
Steinback)
10.Jale - Mektup Aşkları (Leyla
Erbil)
YALNIZ
DEĞİLMİŞİM
Meğer GSM şirketim Turkcell tarafından taciz edilen
tek ben değilmişim.
Hazine eski müsteşarı Mahfi Eğilmez de televizyonda
aynı şeyden şikayet ediyordu. Kullanıcının izni olmaksızın liste
olarak gönderilen mesajlardan.
“Yasa da çıktı ama uygulayan yok” diyordu, sonra da
soruyordu: “Her mesajı tek tek mi şikayet edeceğiz?”
Turkcell kendi işine gelince duyarlı, kullanıcısının
işine gelince kör, sağır ve duyarsız mı?
AKLIMDA
KALAN
Kocasının gölgesinde kalan
kariyer: Doğu Perinçek’in Strazburg’da süren
davası, ifade özgürlüğü konusunda Avrupa’nın ikiyüzlülüğünü bir kez
daha ortaya koydu. Son duruşmanın biz Clooney sever kadınlar için
başka bir önemi daha vardı: George’un eşi Amal’ın, kırmızı halının
görkemi ve özel makyajı olmayınca hiç de güzel bir kadın olmadığını
gösterdi. İçimiz rahatladı. Yanında George olmayınca meğer sıradan
bir kadınmış. Tüm ışıltısını yanındaki adamdan alıyormuş. Onu güzel
gösteren mücevher, George’un sihirli gülümsemesiymiş. Ve. Onca yıl
çalış. Kariyer yap. Hukuk alanında önemli bir isim ol. Ama tüm
dikkati kocanın soyadı sayesinde kazan. Ne acı. Bu sayede Amal
kıskançlığımız bitti.