Batıl inançlarımızdan biri, ayakkabı ters dönerse bir
şeylerin ters gideceğine inanmaktır.
Öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi'nin bedeni yüz üstü
yere düşünce. Haberin görsellerinde ayağındaki ayakkabının altı
vardı.
Ne kadar da tanıdıktı görüntü.
Bu ters dönmüş ayakkabı altını Hrant Dink'ten
hatırlıyorum.
Bedeni deniz kıyısına vurmuş minik Aylan'dan
hatırlıyorum.
Üçü de benzeşiyordu kafamda. Üçü de "genel"in
dışına düşüyordu.
Ayakkabı manyağı olmayı konuşuruz da, ayakkabının insan olmakla
ilişkisini aklımıza getirmeyiz.
"İnsan olma"nın, hakkında çok konuştuğumuz,
üzerinde hiç düşünmediğimizden olsa gerek.
"Ayakta durmak" bedenimizin zorluklarla
mücadelesinin fiilidir.
"Ayakta durmak" hareket edebilmenin,
özgürleşmenin ifadesidir.
"Ayakta durmak", gücün göstergesidir.
Meydan okumanın bir yoludur.
Ters dönmüş ayakkabılar. Hem de içinde cansız bir ayak varken...
Ağır meseledir.
Dahası. Bir şeyler ters gidiyor demektir.
İKİ GAZETECİNİN
TUTUKLANMASI
Bilirsiniz Can Dündar'dan pek hazzetmem. Bu hep
böyle değildi.
Çok eskiden. Bazen. Fakülteden çıktığımızda, Cebeci-Kızılay
arasını birlikte yürürdük.
Onun ifadesiyle "mobilize" olmadığımız
günlerdi. Yani. Arabalarımızın ve cep telefonlarımızın olmadığı
günler.
Sonra Can, gazetecilikle ticareti birlikte yapmaya karar
verdi. Fikren ayrı düştük.
Trend neyi gerektiriyorsa onu ortaya koyan, işin ticaretini
yapan bir belgeselci oldu. Sesi etkileyici, kalemi iyi bir
belgeselci.
Genel kanının aksine "belgesel", gerçeklerin
konuştuğu bir tv formatı değildir.
Belgeselci, kendi durduğu yere göre belgeleri kullanan
kişidir.
"Mustafa" filmi böyle bir anlayışın ürünüydü.
Bu konudaki düşüncelerimi 2008'de haberturk.com'da ve 2010'da
odatv.com'da yazmıştım.
Gazetecilikle tüccarlığı bir arada yapmak bir suç
mudur?
Değildir.
Cumhuriyet ve Can Dündar'ın FETÖ ile ilişkisinin sadece
gazeteci-haber kaynağı ilişkisi olması kuvvetli olasılıktır.
Bu ilişkinin böyle olup olmadığını araştırmak için Canı'ın ve
Erdem Gül'ün tutuklanması gerekmezdi.
Kaldı ki gazetecilik, haber kaynağı üzerinden sorgulanabilecek
bir meslek değildir.
Her ne kadar haber kaynağı-gazeteci arasındaki ilişkiler son
yıllarda büyük sorunlar içerse de, böyledir.
Ve ben. İşleri nedeniyle tutuklanma korkusu yaşamayacak
gazetecilik öğrencileri mezun etmek istiyorum.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SAVAŞ DESTEKÇİSİ Mİ?
BM Uluslararası İklim Konferansı Paris'te yapılıyor.
Dünya barışını sağlamakta beceriksizliği ve işlevsizliği
tartışılan BM, organizasyonu yaparken Putin ile Erdoğan'ı
karşılaştırmamak için önlemler almış.
İki lider ayrı salonlarda olacak, yemeklerini ayrı masalarda
yiyecekler vs.
Demek ki, barışta beceriksiz BM, savaş çıkarmaya pek
hevesli.
Aksi halde. Putin ve Erdoğan'ı birbirinden uzaklaştırmak yerine,
karşılaştırıp diyalog oluşmasına olanak veren bir ortam için kafa
yorarlardı.
KİMLERE AKIL
VERİYORUM?
İletişim çalışan bir öğretim üyesiyim.
Dolayısıyla. Dost muhabbetleri bile birden iletişim işine
dönüveriyor.
İş, siyaset, şov dünyasından tanıdıklarla yapılan her konuşma da
bu bağlama oturuveriyor.
Kimin yanında görünsem, iletişim danışmanlığını
yapıyorum algısı doğuyor.
Çoğuyla sadece dostum halbuki.
Danışmanlıkla, dostluk arasında şöyle iki ayrım var;
Bir, danışmanlıkta para alıyorsun, dostlukta
lezzet.
İki, danışmanlıkta muhabbet sistematik,
dostlukta muhabbet rastgele.
Geçen gün önemli bir politikacıyla iletişim muhabbeti yaparken,
okur nezdinde bu notu düşmeye karar verdim.
İZMİR'İN...
Hemen hepiniz başlığı, "kızları" diye
tanımlamışsınızdır.
Geçen hafta yolum İzmir'e düştü. Türkiye'nin en
"batılı" şehrine.
Alsancak'ta yürüdüm. Tepemde güneş. İzmir'in keyif verici bir
yanı var.
Ve fakat. Hastalıklı yapılaşması her defasında yüreğimi
burkuyor. Güzelim bir kent ancak böyle nefessiz
kalabilir.
Zamanında. Deniz kıyısına yüksek binaların sıra sıra dizilmesine
kim göz yummuşsa şehrin katili o olmuş.
Denizle kent arasına çekilen bina seti, kenti denizden,
rüzgârdan ayırmış.
Yetmezmiş gibi bir de o binaların altındaki kafelerle deniz
arasına otoparklar konmuş!
Kıyıdaki kafeye oturuyorsunuz, denize doğru bakınca otomobil
popolarından başka bir şey görmüyorsunuz.
Boğuluyorsunuz.
Sonra. İzmir'in meşhur kızları ne giyiyor da o kadar
havalı oluyorlar merakıyla ayakkabı ve giyim mağazalarını
dolaştım.
Türkiye zevk ortalamasından pek farkları yokmuş.
Meğer, İzmir'in kızlarını güzel gösteren ne giydikleri değilmiş,
kızların havalarıymış.
AKLIMDA KALAN
"Gelişmişlik böyle bir şey"
hissi: Bodrum'da kıyıya vuran onlarca çocuktan
biriydi Aylan bebek. Cansız bedeniyle simgesi oldu ülkesizliğin.
Ailesini Kanada kabul etmiş. Zenginlik, gelişmişlik, "batı", insan
hak ve özgürlüklerinin yükselişi, kişi başına düşen gelir artışı,
marka yarışı, teknolojik gelişim vs. tüm bu kavramlar "olumlu"
anlamlar içerir. Öyle sunulur. Bu gösterişli ifadelerin gizlediği
somut gerçek şudur: Ölü bir (kardeşiyle iki) bebek bedeni
veriyorsun, karşılığında gelişmiş ülke vatandaşlığı alıyorsun.