ADNAN BERK OKAN
Az sonra okuyacağınız analizi 16 Temmuz
2009'da yapmışım.
Aslına bakarsanız çoktan unutmuştum.
"Bir kez daha yayınlamayı düşünmüyor musunuz?.. Tam
zamanı" notunu da düşerek bir okur dost
hatırlattı:
Dönüp okuyunca hak verdim...
Bugün ayrıca yorum yapmayacağım...
Karar sizin...
Ancak bir noktanın altını çizmek istiyorum...
Bakın ne demişim o gün:
"HSYK üyelerinin seçimine yönelik yasa değişikliği
bir başka tehlikeyi gündeme getirmiştir: Sivil bürokratların da
yargıyı ele geçirmek için hazırlık içinde
olduklarını…"
Ne dersiniz?..
Haklı çıkmış mıyım?..
Neyse...
Lütfen okur musunuz?..
Adalet nedir?.. İntikam almak mı?.. Bir
hakkın teslimi mi?..
Hep tartışılır olmuştur: Adalet biraz
da “intikam amacı” taşımamalı
mıdır?...
Öyle ya…
Nedir adalet?..
Bireylerin gördüğü zararın, zarar veren kişiye devlet (ya
da idare) tarafından ödettirilmesi değil mi?..
Size zarar veren birini alıp da siz kendi evinizde ya da
bodrumunuzda yıllarca kilitli tutsanız bu
da “adalet” olur mu?..
Gülmeyin lütfen…
Sanki bu son
söylediğimin “adalet” olması özlenir
gibi çünkü…
Bütün kurumlar adaleti, intikam aracı olarak gördükleri
için midir nedir, adalet dağıtımını da tekellerine alıp yargılama
sonunda “adalet” dağıtmayı değil, kendi
pencerelerinden baktıkları kendi sanıklarını cezalandırmayı
istemektedirler…
Gelişmiş demokrasilerde Hukuk sistemi ve adalet
dağıtıcılar Devletin
sadece“denetimi” altındadır ama
asla Devlet tarafından kontrol edilemez,
yönlendirilemez…
Sadece Devlet mi?.
Hiçbir kişi ve kurum bağımsız yargıyı kontrolü
altına alamaz, bunu düşünemez bile…
Bunun içindir ki Hakimler Savcılar Yüksek
Kurulu’nda siyasal iktidarı temsilen hiç kimse
bulunmaz…
Türkiye de AB üyeliğine
giden yolda HSYK’nu değiştirmek, siyasal
iktidarın kontrolü ve yönlendirme etkisinden kurtarmak
zorundadır…
Buraya kadar sanırım herkesle mutabıkız ama…
Son yaşanan olaylarda gördük ki, sadece siyasal iktidarlar
değil; hukuku, adaleti temsil etmek konumundaki sivil
bürokratlar, siyasal iktidarlardan daha tehlikeliler bağımsız yargı
için…
Tartışma, STAR Gazetesinde
yayımlanan (Şamil Tayyar’a göre ironik) bir haberle
başladı…
Neymiş
efendim?..
STAR’ın yargı muhabiri Lütfü
Kaplan belli ki içeriden bir bilgi almış ve bunu
haber yapıp yazı işlerine vermişti…
İlk bakışta “Tam da
gazetesi” diye düşünebilir hatta Mehmet
Y. Yılmaz gibi STAR’ın yazı
işlerini “Söylenti Haber” yapmakla bile
suçlayabilirsiniz ama…
“Söylenti” de olsa, (Watergate
skandalı da başta söylentiden ibaretti) haberin sadece
bir bölümünün doğruluğu, sivil bürokrasinin, asker
bürokrasiden de siyasal iktidardan da daha tehlikeli olduğunu
kanıtlayacaktı…
Hükümet muhalifi çevreler haberle dalga
geçtiler…
Hatta STAR’ı, “dedikodu” haberciliği
ile suçladılar…
Gazetenin asıl amacının hükümete yaranmak olduğu iddia
edildi…
Neymiş efendim?..
Sözde birileri, kamuoyunda “Ergenekon
Davası” diye bilinen soruşturmaları yürüten
savcıların görev yerlerini değiştirmek istiyordu…
Hiç olur muydu öyle şey?..
Zaten STAR’ın en çok okunan, en
etkili (bilhassa adı geçen dava ve soruşturmalarda) yazarı bile
mahcup bir eda ile “ironi
yaptık” demiyor muydu?..
Oysa “ironi” değil, “gazetecilik” yapmışlardı…
Gelin görün ki “başarılı olmanın sırrı,
etliye sütlüye karışmamaktan geçer” zihniyetindeki
gazete genel yayın yönetimi, kendi yönettiği, her haberin, her
kelimesinden sorumlu olduğu gazetesine yapılan saldırılara göğüs
geremiyordu…
Muhabir Lütfü Kaplan'ın haberi
sahiplenilmiyordu…
Hükümet ne yaparsa yapsın muhalefet etmeyi alışkanlık
(görev değil) haline getiren belli çevreler
ise STAR yönetimi ile adeta dalga
geçiyorlardı…
Sonra hep birlikte gördük ki:
“Söylenti” denilen
haber “Doğru” çıktı…
HSYK’nda görevli bazı Adalet Bakanlığı
bürokratları gerçekten
de Ergenekon savcılarının görev
yerlerinin değiştirilmesini isterken, kurumda görevli siyasal
iktidar kanadı bu isteğe direniyordu…
Ve “söylentiden haber olur
mu?” diye salt karşı çıkmış olmak için öylesine
değerli bir haberciliğe karşı çıkanların yüzlerini kızartması
gereken olay gerçek oluyordu…
Ve halen ikibine yakın hakim ve savcının ataması
gerçekleşmiş değil…
STAR'da yayımlanan bu haber Türk medya
tarihinde çok önemli değişimlerin gerektiğini bir kez daha gözler
önüne sermiştir...
Hep birlikte gördük ki artık yerini korumak için haberine
bile sahip çıkamayan genel yayın yönetmenleri dönemi
bitmiştir…
Çünkü o genel yayın yönetmeninin gösteremediği cesaret
aynı gazetenin bir köşe yazarı tarafından ortaya konmuştur ama o da
yetersizdir…
Çünkü karşı tarafın güçlü ve de edepsizlerinden duyulan
korku
nedeniyle“mahcup” davranılmıştır…
“Söylenti haber”le dalga geçen bir eski
genel yayın yönetmeni - köşe yazarı (Mehmet Y. Yılmaz) yaptığı
ayıptan dolayı özür dileyeceğine, o yazısını internet nüshasından
çıkarmayı yeğlemiştir…
Haberi yapan Lütfü Kaplan başta
yalnız bırakılmış, sonradan kendisine teşekkür edildiği de
görülmemiştir…
HSYK üyelerinin seçimine yönelik
yasa değişikliği bir başka tehlikeyi gündeme getirmiştir: Sivil
bürokratların da yargıyı ele geçirmek için hazırlık içinde
olduklarını…
Gerçek bir gazetecilik başarısı
gösteren Lütfü Kaplan’ı tebrik
ediyorum…
STAR Gazetesi genel yayın
yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’nu ise
muhabirine ve haberine sahip çıkamadığı için kınıyorum…
Şamil Tayyar ve Mehmet
Y. Yılmaz’a gelince…
GAZETECİLER.COM birincisini “Alkışlar”a
lâyık görürken, ikincisini“kaybeden” olarak
ilân etmiştir…
Aynen katılıyorum…
Adnan Berk Okan
16.07.2009