Taraf’ta ne oldu? Bundan sonra ne olacak?

Taraf’ta ne oldu? Bundan sonra ne olacak?

Levent Gültekin acikcenk@gmail.com

Taraf gazetesi kuşkusuz son dönem Türk medyasının en kısa sürede en dikkat çekici işlerini çıkaran yayın organlarının başında geliyor.

Taraf gazetesi hatasıyla, sevabıyla, yaptığı iyi işlerle, sebep olduğu haksızlıklarla gerçekten ilginç bir gazete oldu.

Onun bu özellikleri gazetenin başına gelenlerin arka planını merak ettiriyor.

Peki ne oldu da bu önemli gazete aniden dağılma sürecine girdi?

Önce derlediğim hikayeyi sizinle paylaşayım:

Ahmet Altan’ın yaklaşık bir yıldır gazeteye uğramadığını hepimiz biliyoruz.

Gazeteyi fili olarak Yasemin Çongar hazırlıyordu. Buna rağmen Taraf denildiğinde son 1.5 yıldır haberlerinden daha çok ‘muhalif odak’ haline gelen Ahmet Altan’ı ve onun yazılarını hatırlıyoruz.

Taraf’ın uzun zamandır ciddi ekonomik sıkıntı çektiği ortada. Başar Arslan Beyin gazeteden gelen birçok maddi talebe cevap veremez duruma geldiği de biliniyor.

Birkaç aydır doğru düzgün maaş bile veremedikleri duyuldu.

Bu sıkıntıların son zamanlarda had safhaya ulaştı ve en küçük talepler bile karşılanmıyordu.

Yasemin Çongar yazarların, çalışanların maddi talepleri ile gazetenin patronu arasında sıkışıp kalmıştı.

Ahmet Altan evine çekilip gazeteye gitmez olunca, Başar Aslan’ın Yasemin Çongar’la ciddi diyalog sorunu yaşadığını anladık.

Bu diyalogsuzlukla beraber en son Ergenekon davasını izlemek için araba talebine bile patrondan "hayır" cevabı gelince istifa da ardından gelmiş.

Peki her şey bu kadar basit olabilir mi?

Kendini bu kadar önemli bir konuma oturtmuş bir gazete böyle ‘iletişim kazalarına’ kurban verilir mi?

İktidarın özellikle de Başbakan Erdoğan’ın karşısında neredeyse tek başına ‘muhalefet odağı’ haline gelmiş Ahmet Altan tam da herkesin dikkatini çektiği bir dönemde “Ben küstüm artık oynamıyorum” diyecek türden biri midir?

Eminim bütün bu sorular sizin de kafanızı kurcalıyor.

Mevzu şu:

Başar Aslan hem Ahmet Altan ayrıldığı gün personel ile yaptığı toplantıda hem de TV’de yaptığı açıklamada “Parasal sıkıntılarının olmadığını, bundan sonra işlerin daha iyi olacağını, hatta bir ekonomi gazetesi ve haber kanalı projesi olduğunu” söyleyince istifalarla sonlanan bu sürecin patron tarafından kurgulandığı fikri oluştu kafamda.

Çünkü ekonomi gazetesi ve haber kanalı kuracak kadar parası olan biri Taraf’ta aylardır maaşları niçin ödemez? Niçin yayın yönetmenlerinden gelen isteklere ‘Hayır’ der?

Medya dünyasında yayın yönetmeni veyahut genel müdürden kurtulmak için parasal imkansızlıkların malzeme yapılması yaygın bir yöntemdir.

Eğer yayın yönetmeninin yaptığı işlerden memnun değilseniz, isteklerine hayır demeye başlarsınız.

Peki, Başar Arslan bu kadar etkin hale gelmiş bir gazetenin en önemli isimlerini niçin gözden çıkardı?

“Parası olduğu halde” isteklere "hayır" diyerek, yayın yönetmenleri için en zor konu olan parasal sıkıntılarla muhatap etme yolunu niçin seçti?

Başar Aslan’ın aslında Yasemin Çongar’ı gözden çıkardığı söyleniyor.  Fakat Ahmet Altan’ın da kalmayacağını hesaba katmamış olamaz.

Bana sorarsanız…

1.Taraf’ı ilk kurulduğu günden itibaren her kim veyahut hangi ‘odak’ tarafından destekleniyorduysa o ‘odak’ın artık destek vermekten vazgeçtiğini düşünüyorum.

Bu desteğin çekilmesi Başar Aslan’ı ilk defa ciddi anlamda para harcama durumuyla karşı karşıya bıraktı.

Sırf eleştiri, itiraz, hesaplaşma ve defoları bulup çıkarma üzerine kurulu bir yayın organının ticari bir geleceğinin olmayacağını görmek için iyi bir iş adamı olmanıza gerek yok. Ticari geleceği olmayan bir gazeteye para harcamak için çok ciddi bir startejinizin olması gerek. Ben, Başar Aslan’ın böyle bir ‘hesabı’ olmadığını düşünüyorum. Bundan dolayı gazeteye para harcamak anlamsızlaşmıştı.  “Eğer parayı ben harcayacaksam daha ticari ve kalıcı bir yapıya kavuşturmalıyım” duygusu ağır bastı.

Buna hazırlık olarak da Eylül ayında reklam servisi yeniden yapılandırmakla başladı.

2. Taraf gazetesi ilk yıllarda daha çok haberleri ve manşetleri ile vardır. Fakat son iki yıldır taraf deyince akla yalnız Ahmet Altan geliyordu.  Ahmet Altan gazetenin hem sahibi hem yayın yönetmeni, hem başyazarı, her şeyi olarak algılanıyordu.

'Parayı veren' Başar Aslan ama işin sahibi Ahmet Altan’dı.

Başar Aslan’ın bu tabloda yeri hemen hiç yoktu. Eğer para harcayarak devam edecekse, gazeteyi, kendisinin gölgede kalmayacağı, söz sahibi olacağı bir yapıya kavuşturmak istedi.

Toparlayayım:  Başar Aslan’ın ‘parası olduğu’ halde gazete yönetimine bu kadar sıkıntı yaşattığına göre, tüm bu olup biten planlı bir sürecin sonucuydu.

Ahmet Altan varken zaten gazetenin patronu olarak ciddi bir varlığı yoktu. Ahmet Altan sonrası gazete yaşarsa gerçek bir gazete patronu olarak sahaya inmiş olacak.

Ahmet Altan’ın varlığı onun sahaya inmesine engeldi.

Bir risk aldı ve o kumarı oynamaya karar verdi. Ya Ahmet Altan ile para harcamadığı için gazete yok olacaktı ya da Ahmet Altan’sız şansını bir kez deneyecekti.

Başar Aslan’ın yerinde kim olsaydı aynısını yapardı. Çünkü medya patronluğu arka planda kalmayı kaldırmıyor.

Bana göre hükümetin direkt bir baskısı bu süreçte belirleyici etken olmadı.

Hükümetin baskısının en belirgin sonucu gazetenin reklam almıyor olmasıydı.

Peki bundan sonra ne olacak?

Kim ne derse desin Taraf Türk medyası için önemli bir gazete. Evet birçok yanlışlıklar yaptı, birçok kişinin haksız bir şekilde hapse girmesine neden oldu. Onlarca insanın bilerek veyahut bilmeyerek hayatını söndürdü. Diğer taraftan da Dağlıca, Aktütün gibi asla haber olmayacak olayları da haber yaparak medya dünyasındaki sistemi altüst etti.

İtirazın, muhalefetin, eleştirinin, yürüyen aksana çomak sokmanın adresi haline geldi.

Ahmet Altan tek başına bir muhalefet odağı olmayı başarmıştı. Türkiye’de olup bitene söylenmesi gerekeni söyleyen bir konumdaydı.

Ahmet Altan ilk defa köşe yazarlığı yapmıyor. Hiçbir dönemde  bu kadar aranır, bu kadar vazgeçilmez olmamıştı.

Onu bugün vazgeçilmez yapan, eleştirinin neredeyse durma noktasına geldiği bir medyada doğru bildiğini, içinde geçeni en yüksek sesle söyleme cesaretini göstermesidir.

Ahmet Altan’a olan ilgi de yüksek sesli eleştiriye, itiraz kültürüne, cesaretle konuşmaya duyulan özlemin bir yansımasıdır.

Ahmet Altan’ın medyadan çekilişi Türk medyası için bana göre bir dönüm noktasıdır.

Eleştiriyi, itirazı, muhalefeti, uyarıyı gündeminden çıkaran medya için büyük bir darbedir. Yeri doldurulmadığında Oluşan bu boşluk Türk medyasını da yutan bir karadelik halini alacaktır.

Türk medyası Ahmet Altan’dan kalan boşluğu Esra Erol, Ajda Pekkan, İzzet Çapa gibi yazarlarla kapatacağını düşünüyorsa gerçekten yanılıyor.

Taraf gazetesinin yayın hayatını sürdürmekte bir hayli zorlanacağını düşünüyorum. Gönlüm sürdürmesinden yana.

Hatta, bir okur olarak, Türkiye’nin en önemli gazetecilerinden Alper Görmüş’ün yayın yönetmeni olmasını, direksiyona geçmesini iyi bir çözüm, olumlu bir gelişme olarak görüyorum.

Alper Görmüş buna evet der mi?

Bilmiyorum.

Keşke birkaç yıllığına olsun, kabul etse.

 Ahmet Altan’a niçin kızıyorlardı?

Son dönemde Ahmet Altan’a iki tür eleştiri yapılıyordu.

Birincisi: Eleştirileri çok sert.

İkincisi: Kendini çok tekrar ediyor ve Başbakan Erdoğan’ı takıntı haline getirdi.

Başbakan Erdoğan’ın dizginsiz sertliğine, ötekileştirici üslubuna, öfkesine, kavgalarına, hakaretlerine, fırçalarına ses çıkarmayanların ve bunu sorun etmeyenlerin bir gazetecinin köşesinden yaptığı eleştirilerde öfke ve sertlik görmeleri gerçekten ayıptır.

Eğer ortalıkta bir öfke ve sertlik varsa bunun kaynağı Başbakan Erdoğan’dır.

Meseleleri konuşurken sesini yükselten, insanları birbirini duymayacak bu nedenle bağırarak konuşmaya mecbur halde bırakan da Başbakan Erdoğan’dır.

Şefkatin de, hoşgörünün de, kardeşlik ortamının da oluşması ancak iktidarlar sayesinde olur. ‘İktidarın kullanacağı dil’ sayesinde olur.

Başbakanın bu kadar sert üslup kullandığı bir ülkede diğer aktörlerin yumuşak olması, alçak sesle konuşması korkunun, sinmenin bir göstergesidir.

Kaldı ki, Ahmet Altan, edebiyatçı inceliklerine bir iki istisna dışında her zaman bağlı kalmıştı.

Yazılarından kin veya nefret değil, hayal kırıklığı yansıyordu.

Gelelim “Kendini çok tekrar ediyor” eleştirisine.

Türkiye’nin lideri de, imamı da, doktoru da, öğretmeni de, tüccarı da, hakimi de, askeri de, polisi de olan ve bütün bu alanlara dair söz söyleyen bir başbakan varken başka birini yazı konusu etmek kolay değil.

Diğer taraftan köşe yazarlığı demek bir konuyu bir kez yazıp sorumluluktan kurtulmak mıdır, yoksa o konunun neden olduğu zararı ortadan kaldırıncaya kadar peşini bırakmamak mıdır? Hangisi?

Uludere meselesi bir kez yazılıp geçilecek bir konu mudur?

Bu kadar muhalefete rağmen, inatla yapılan Çamlıca camii, bir yazı yazıldıktan sonra vazgeçilecek bir konu mudur?

Her gün onlarca gencin askerde ihmaller sonucu ölmesi, bir sefer yazılarak geçiştirilecek kadar basit bir sorun mu?

Hamasetin bu kadar geçer akçe olması tek bir sefer yazılarak anlatılabilinir mi?

Dış politikada yapılan hatalarla ülkeye verilen zararları anlatmaya birkaç yazı yeter mi?

Türkiye’de özgürlüklerin her geçen gün biraz daha daralmasına tek bir yazı ile dikkat çekilebilir mi?

İşkencesi bir polis müdürünü herkesin gözünün içine bakarak terfi ettirmek bir sefer yazılarak geçiştirilebilir mi?

Amacı sorunları çözmek değil köşe yazarak varlıklarını sürdürmek olanlar, her gün bir başka konuya atlayarak uzun süre bu piyasada kalabilirler.

Kim onlara ne diyor ki? twitter.com/acikcenk

Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın