Kullandığımız sosyal medya mecralarının algoritmalar
üzerinden kişisel verilerimizi analiz ederek, bu bilgileri
reklam verenlerle paylaştığını daha doğrusu bizi reklam verenlere
sattığını artık biliyoruz.
Her ne kadar bu mecraların sahibi olan şirketler bunu yalanlasa da
geçen sene Facebook'un sahibi Marc Zuckerberg’in 50 milyon
kullanıcının kişisel bilgilerini hiç haberleri olmadan Cambridge
Analytica adlı veri toplama firması aracılığı ile siyasi
propagandalarda kullanılması amacıyla sattığı iddiaları çok ses
getirmişti.
Girdiğimiz siteler, baktığımız gönderiler, aradığımız kelimeler ve
sosyal medyada yaptığımız gezintiler sonrası benzer konularla
ilgili reklamların karşımıza çıkmasına alıştık. Hatta
telefonda konuştuklarımız ve WhatsApp’ta yazdıklarımız da
buna dahil.
Fakat son dönemlerde daha vahim bir durumla karşı karşıyayız.
Telefonla herhangi bir temasımız olmadan yaptığımız konuşmalar
sonucunda o konuyla ilgili reklamların da karşımıza çıkması.
Yani akıllı telefonlarımız sosyal medya uygulamalarıyla
resmen ortam dinlemesi yapıyor.
***
Bendeki aydınlanma tam olarak bir baston reklamıyla başladı.
Siz "nasıl yani?" demeden ben anlatayım...
Kendime tam olarak açıklayamadığım hatta "paranoyak mı
oluyorum" diye sormama neden olan bu tür olaylar sık sık
başıma gelmeye başlamıştı. Ta ki geçen sene ayağım kırılıp anneme
"dedemin bastonu hala duruyor mu?" diye sorana
kadar.
Annemle yaptığımız baston muhabbetinin ardından telefonuma girip de
karşıma çıkan baston reklamını gördüğümde kocaman bir “yuhh
artık” çektim ve paranoyak olmadığıma kesinlikle emin
oldum. Zira bu konuşmayı telefon üzerinden değil yüz yüze
yapmıştık.
Geçenlerde bir grup arkadaşla yine bu konu açılınca çoğu benzer
durumlarla sık sık karşılaştığını söyledi. Hatta içlerinden biri
“o da bir şey mi, benim aklımdan geçen bile çıkıyor
karşıma” dedi. Güldük falan ama işin o kısmının da sadece
gülünüp geçilemeyecek bir boyutu var bence.
Nasıl mı?
Bu dinleme mevzusuna geçmeden önce kısaca bahsedeyim. Akıllı
telefonlarımız henüz zihin okumaya başlamadıysa da algoritmalar
sayesinde bizi çok iyi tanıyor.
Tabiki akıllı telefonlarımız diyerek suçu telefona atmanın alemi
yok, zira bu araçların arkasında çok büyük şirketler var. Özellikle
anahtar kelime aramaları, beğeniler ve tıkladığımız sayfalar
üzerinden muhteşem bir karakter ve eğilim analizi yapıyorlar.
Dolayısıyla ilgilendiğimiz ya da ilgimizi çekecek reklamların,
gönderilerin, paylaşımların önümüze düşmesi hiç şaşırtıcı
değil.
Yani keramet telefonda değil
algoritmada!
Gelelim telefonlarımız üzerinden ortam dinlemesine maruz kalma
korkunçluğuna.
Eminim bir çoğunuzun başına bu tür olaylar gelmiştir. Bir cafede
otururken ya da herhangi bir mekanda arkadaşınızla yaptığınız
sohbetin hemen ardından konuştuğunuz konuyla ilgili reklamların ya
da gönderilerin karşınıza çıktığını görmüşsünüzdür.
Bundan henüz emin olmayanlar küçük bir deneyle dinlenip
dinlenmediklerini anlayabilir. Mesela sessiz bir ortamda
telefonunuzda herhangi bir uygulama açık değilken bir arkadaşınızla
tatil planlarınızdan, tatil beldelerinden, otellerden
bahsedebilirsiniz. Kısa bir süre sonra telefonunuzda muhtemelen
tatil reklamları göreceksiniz.
Telefon konuşmalarının dinlenmesi bile yeteri kadar
ürkütücüyken telefonunuzun yanınızda olduğu her an dinleniyor olma
hissi korkunç bir duygu.
***
Peki sosyal medya uygulamaları bunu nasıl
yapıyor?
Aslına bakarsanız bu izni onlara bilmeden de olsa biz
veriyoruz. Akıllı cihazlara indirdiğimiz uygulamalarda bize
'Kamera kullanımı, rehber kullanımı, mikrofon kullanımı...
İzin verilsin mi?' gibi sorular soruluyor. Biz de çoğu
zaman hiç dikkat etmeden evet diyoruz ve bu izni uygulamaya bizzat
kendi ellerimizle sunmuş oluyoruz.
Sistem şöyle işliyor: Ortamda söylediğimiz kelimeler,
kurduğumuz cümlelerin tamamı kayıt edilmese de bir filtreden
geçiyor. Bir veri tabanı oluşturan bu uygulamalar, aynı internette
yaptığınız gezintileri takip eden çerezler gibi telefonun mikrofonu
sayesinde konuştuğumuz her şeyi takip ediyor.
Sonrasında içlerinden belli kelimeleri, kendi reklam ağında
bulunan “anahtar” kelimeler ile karşılaştırıp
karşımıza reklam olarak çıkarıyor. Bu anahtar kelimeleri belirleyen
ise tabiki reklam verenler.
KİŞİSEL VERİLERİN GİZLİLİĞİ VE
MAHREMİYET
Teknolojik açıdan gelişmenin nimetlerinden yararlanırken işin
hukuki ve etik boyutlarını çoğu zaman gözardı ediyoruz.
Dijital platformlarla etkileşim sürecinde açığa
çıkardığımız kişisel bilgiler, alınıp satılan birer metaya
dönüşüyor. Daha iyi hizmet ya da ürüne erişmek amacıyla
çevrimiçi ortamlarda yaptığımız daha fazla veri paylaşmaları ise
aslında hepimizi birer reklam panosu haline
getiriyor.
Sosyal medya mahremiyet alanlarımızı bir bir işgal ederken
bunu rızaya dayandırarak meşruiyet sağlıyor.
Evet, bu veriler YouTube, Facebook, Instagram gibi sosyal medya
platformlarında kullanıcının rızasına dayalı olarak paylaşılıyor
fakat bu verilerin üçüncü kişilerce de kullanıldığını görüyoruz. Bu
durumun hukuki boyutunda, şirketler izni kullanıcı verdiği için
hukuka aykırı olmadığı gibi bir kandırmacanın içine giriyor.
Oysa gizlilik ayarları ile korunan ve sadece belli
kişilerin ulaşımına izin verilen verilerin, izin verilenler dışında
kullanımı hukuka aykırıdır. Kullanıcının rızası ancak
belli kişilerin kullanımı içindir.
Bunun dışında sosyal medya kullanıcılarının uygulama içi
mikrofon kullanımına izin vermesi asla ortam dinlemesi yapılmasına
izin verdiği anlamına gelmez. Bu alenen hukuk
dışıdır.
Kişisel verilerin toplanmasına yönelik birey onayı, verilerin
toplanması esnasında gerçekleşiyor. Fakat kişisel verilerle
doğrudan ilgisi olmayan birçok çevrimiçi verinin, davranışın kayıt
altına alınması ve toplanan verilerin anlamlandırılması yoluyla
yeni kişisel verilerimize ulaşılması bizim doğrudan izin verdiğimiz
bir süreç değil.
Kaldı ki hiçbir kullanıcı çevrimiçi süreç dışında
kendisinin sosyal medya uygulamaları aracılığıyla dinlenmesine ve
kullandığı anahtar kelimeler üzerinden verilerinin depolanmasına ne
izin verir ne de rıza gösterir.
***
Artık büyük veri uygulamalarıyla ortaya çıkan teknikler, kişilerin
mahremiyetini korumak için geleneksel yolların yeterli ve etkili
olmadığını gösteriyor bize.
Kişisel verilerin gizliliği ve mahremiyete yönelik yasalar ve
düzenlemelerle devletler, vatandaşlarının bu haklarını korumaya
almaya çalışsa da çok başarılı oldukları söylenemez.
İçinde bulunduğumuz bu durum bize kısa bir Black
Mirror sahnesindeymişiz hissi verse de özellikle
mahremiyetin korunmasına yönelik kaygıların giderek artmasına neden
oluyor.
Ve bu konuda hukuk, maalesef ki teknolojinin hızına
yetişemiyor.
twitter.com/Htckubra
Facebook Hatice
Kübra