Türkiye tuhaf günlerden geçiyor. Sokak ağzı her yeri zapt etti.
Siyaset, medya, ticaret her şey artık kabadayı üslubuyla
ilerliyor.
Öyle ki herkes birbirinden etkilenerek sokak ağzını benimsedi.
Kaba, yüksek sesli, tıkayıcı, kısır lakırdılar konuşmanın kuralı
haline geldi.
Bahane hazır: “Halk bundan hoşlanıyor.”
Başbakan Erdoğan, meseleleri, kabul edilemez bir üslupla
ele alıyor. “Niye böyle yapıyor?” dediğinizde,
başbakanın yakınındaki herkes “Ama halk bundan
hoşlanıyor” gibi akla mantığa sığmayacak saçma sapan bir
gerekçe ileri sürüyor.
Bakanlar, başbakanla yarış halindeler. Hatta AK Parti tabanına
göz kırpmak isteyen her bakan, genel başkanlığın buradan geçtiğini
sanıyor.
Öyle ki AB’den sorumlu bakan bile, kabadayı üslubundan prestij
devşireceğini sanıyor.
Muhalefet ise başbakanın toplumda gördüğü itibarın icraatlarında
değil üslubunda olduğunu vehmediyor olmalı ki, başbakanla yarış
halindeler.
Sanki bütün bayağı, kaba, nezaketten yoksun bir dil halk
nezdinde daha muteber. Halk, en çok kim kabalaşırsa, en çok
kim “ağız payı verirse” onu daha çok sevecekmiş
gibi bir hava yaratılıyor.
Bununla birlikte, muhalefetin nezaket dışı bir üslupla yaptığı
eleştiriler, millet tarafından “düşmanlık” olarak
algılanıyor.
Medya da halkın bu savrukluktan hoşlandığını ileri sürerek ne
kadar mahalle kabadayısı havasında gazeteci varsa ekranları onlara
tahsis etmiş vaziyette.
Bulaşıcı bir hastalık gibi her tarafa yayılıyor. Bu bayağılığın
önüne geçecek bir yol bulunmalı.
Siyasetçilerden evvel, meslektaşlarıma, medya mensuplarına
hatırlatmak isterim: Gazeteci etiği, aynı zamanda evrensel ahlakın
parçasıdır. Haber değeri, üslubun güzelliğiyle pekişir.
Taşıyıcı gazeteciler
Medyada ilginç bir manzara oluştu. Artık insanlar bir birleriyle
olan hesabını bir başkası üzerinden görüyorlar.
Bazı gazeteciler, yazarlar rahatsız oldukları kişileri
eleştirmekten imtina ediyorlar.
Diğer taraftan, o kişiyi bir başkası eleştirdiğinde hemen onun
arkasında saf tutup eleştiriye konu olan kişiye hakarete
başlıyorlar
Sade bir eleştiriyi, üzerine iki cümle yorum da ekleyerek
sağa sola dağıtıyorlar. Bir kişinin bir başkası hakkında yazdığı
eleştiri yazısı bir anda bir kampın elinde linç makinası haline
dönüşüyor.
Bunu da güya savundukları hak dava için yapıyorlar
Bu tür bir korkaklığı ve ikiyüzlülüğü en son Ece Temelkuran’a
reva görülenlerde müşahede ettim.
Ece Temelkuran’ı hepimiz eleştirebiliriz. Bize yanlış, hatalı,
tuhaf görünen tutum ve ifadelerine dikkat çekebiliriz. Bu gayet
anlaşılabilir bir şey. Fakat başka birinin eleştiri yazısı
üzerinden muarızıyla hesap görmek nasıl bir kişiliğin, nasıl bir
ruh halinin tezahürüdür?
Başkasının yazısını virüs taşır gibi oradan oraya aktararak
hesap görmenin ahlaki bir tarafı var mı?
Etyen Mahcupyan Zaman gazetesinde Ece Temelkuran’ı eleştiren bir
yazı yazdı. Bu yazı bir anda Etyen Mahçupyan’ın yazısı olmaktan
çıkıp bir kampın ortak metni haline getirildi.
Günlerdir bu yazı üzerinden bir linç kampanyası sürdürülüyor.
Kampanyaya katılan herkesin elinde, korsan bayrağı gibi Etyen
Mahçupyan’ın yazısı var. Birde bu yazıya eklenen küçük
yorumlar.
Birçok gazeteci kendileri direkt bir eleştiri yazısı yazmak
yerine Etyen Mahçupyan’ın yazısını üzerinden Ece Temelkuran’a
parmak sallıyor.
Başkasının yazısının arkasında saklanarak linç kampanyası
yapanlar niçin kendileri yazmıyor?
Kimden korkuyorlar? Hem eleştiriyi yazanın bu tutum karşısında
ne hale düştüğünü bir düşünün. Sıradan bir eleştiri bir anda bir
kampanyaya dönüştürüldüğünde, bu, yazanı da zorda bırakmaz mı?
Eskiden mertlik diye bir şey vardı. Yüzüne söyleyemediğin sözü
kimsenin arkasından söylemezdin. Bir dedikodu kumkuması tavrıyla,
“ben filancanın yalancısıyım” pespayeliğiyle
gazetecilik yapılması utanç verici.
Burada bir de, başkalarının kötü duruma düşmesinden veya
düşürülmesinden duyulan hastalıklı bir zevk var belli ki. Bu
kepazece motivasyonu başka türlü açıklamak zor görünüyor.
Maalesef, kendisine saygısı olmayan kimselerden, başkasına saygı
göstermesini beklemek boşuna.
Bu tür yıkıcı sinsiliği görmezden gelmek bize yakışmaz.
www.twitter.com/acikcenk