Sırrı Süreyya’nın sormadıklarını ben sorayım

Sırrı Süreyya’nın sormadıklarını ben sorayım

Levent Gültekin acikcenk@gmail.com

Dün akşam Sırrı Süreyya Önder’i NTV’de YSK’nın bağımsız 12 vekil adayını veto eden kararını yorumlarken izledim. Büyük bir feveran içerisindeydi. Hiç kuşkusuz haklı. Öfkesini ben de paylaşıyorum.

 YSK bir meseleyi daha çıkmaza taşıdı. Halkın elinden alarak konuyu rahatsız edici bir zemine çekti.

 "Akıl tutulması" yaşayan "devlet" yine topa girdi.

Bu karar izaha muhtaç.

Buraya kadar Sırrı Süreyya Önder’le hemfikirim. Hal böyleyken, Sırrı Süreyya Önder’den, YSK kararına ve BDP’nin tutumuna dönük daha anlamlı sorular sormasını bekliyordum.

Gerçi "YSK’nın gülle gibi kararı ortada, diğer kısımlar teferruattır" diyebilirsiniz. Ama ben yine de aklıma takılan soruları sormaktan geri durmayacağım.

Öncelikle bir durumun altını çizeyim. Bu meseleyi Sırrı Süreyya üzerinden konuşmayı özellikle tercih ediyorum. Çünkü Sırrı Sürayya ile nezaket sınırları içerisinde konuşabiliyoruz. Amacın hır çıkarmak değil, bir meseleyi tartışmak olduğunun farkındayız.

Başta da belirttiğim gibi YSK’nın kararının kabul edilebilir bir tarafı yok.

Türkiye uzun yıllar sonra ilk defa duygusal tarafgirlikten uzak bir seçime doğru hızla yol alıyordu. Ne BDP için olumsuz bir hava vardı, ne de CHP- AKP arasında laiklik tartışması baş göstermişti.

Uzun yıllardır icraatların konuşulduğu bir seçime ilk kez gidecektik.

Hal böyleyken, YSK’nın seçimi başka bir zemine taşımış olması gerçekten anlaşılır gibi değil. Amaçları ne, doğrusu onu da kimsenin anladığını sanmıyorum.

Gelelim YSK’nın bu tuhaf kararı üzerine Sırrı Süreyya Önder’in yaptığı yoruma.

Sırrı Süreyya’nın ‘YSK’nın bu kararını bütün Kürtlere yapılmış bir imha operasyonu’ olarak görmesi tuhaf . Sırrı Süreyya’nın "Söyleyin bu millete ekmek de vermesinler" cümlesi YSK’nın çıkardığı "12 adam meselesini" bir "Kürt meselesi" haline getiriyor.

Bu tutum sadece Sırrı Süreyya Önder’de de yok. BDP’li bir çok yönetici ve medyada birçok köşe yazarı da bu veto kararını YSK’nın Kürtlere çektiği bir hareket olarak görüyor.

Peki YSK’nın bu kararına böyle mi bakmalıyız?  YSK gerçekten bu isimler Kürt oldukları için mi veto etti?

Bu olaya "Kürtlere yasak konuluyor" diye yaklaşırsak, ne kadar doğru davranmış oluruz?

Diğer partilerdeki, mesela AK Parti’deki veyahut CHP’deki ya da Has Parti’deki Kürt adayları nereye koyacağız?

Kürtlerin siyaset hakkı denince artık hepimizin aklına BDP mi gelmeli?

Ya da BDP dışında partilerden seçime giren Kürtleri Kürt siyasetçi kabul etmeyecek miyiz?

Örneğin daha önce AK Parti’den aday olmak için çaba gösteren Altan Tan, eğer AK Parti’de kendine yer bulsaydı Kürtlüğünden şüphe mi edecektik?

Nedir bu BDP’yi Kürtlerin tek meşru siyaset arenası gösterme çabası?

Yapılan bir hukuksuzluğa itiraz ederken içine düşülen bu tuhaf çaba neyin nesi?

Bütün Kürtler BDP’nin ve onun sorunlu dilinin peşine takılmak zorunda mı?

Hatta bütün Kürtler Sosyalist mi olmak zorunda?

BDP’ye sıcak bakmayan Kürtleri Kürt saymayacak mıyız?

Benzer bir saçmalığı 90 yıllarda İslamcılar da yapıyordu.

Refah Partisine oy vermeyenleri dindar Müslüman görmüyorlardı. Sonra işler değişince anladık ki siyasallaşmayan halk bizden daha Müslümandı.

Artık ortada Kürtlerin iki meselesi var. Biri BDP’nin kendini zorla meşru temsilci yapma çabalarından doğan mesele, diğeri de devletin vermekten imtina ettiği insani hakların alınması meselesi.

Kürtler bu yolu sağlıklı kat etmek istiyorlarsa, bu iki sorunu birbirinden ayırmaları gerekiyor.

Müslümanlığını önemseyen dindar milyonlarca Kürdün sosyalist bir partinin peşine takılıp meçhul bir yolculuğa çıkması için bir neden yok.

Bakın, seçime gidiyoruz ve Kürtlerin de büyük bir kısmı bu partiyi kendilerine temsilci olarak görmediklerini en doğal yollardan ortaya koyacaklar. Koyacaklar da, tabii YSK rahat durursa.

Demem o ki, yüzlerce Kürt adayın arasından 12 kişinin veto edilmesi Kürt halkına değil 12 kişiye yapılan bir ayıp olarak ele alınmalıdır.

Meselenin bir yüzü bu. Bir de diğer tarafı var.

Ben işte Sırrı Süreyya Önder’den meselenin bir de bu tarafına dair birkaç soru beklerdim.

Çünkü asıl sorgulanması gereken BDP’nin aday belirlemedeki tutumu.

BDP aday gösterirken listeye aldığı isimlerden birkaçının veto yeme ihtimalini hiç hesaba katmadı mı? Bu konularda sicili bir hayli kabarık olan YSK’nın bu tür bir davranış içerisine girebileceğini neden düşünmediler?

Gidip sokaktaki bir çocuğa bile sorsaydınız, özellikle Leyla Zana, Hatip Dicle gibi isimlerin veto yeme ihtimalinden size bahsederdi.

Hepimiz böyle bir ihtimali aklımızdan geçirdik, değil mi?

Peki bu ihtimal BDP yöneticilerinin aklına gelmedi mi? Eğer geldiyse, nasıl böyle tedbirsiz bir tutum içerisine girdiler. Eğer gerçekten gelmediyse, bu öngörüyle mi Kürtlerin hakkını savunacaklar?

Mesela 11 Milletvekili çıkaran Diyarbakır’da BDP neden 6 aday ile seçime giriyor?

‘Devletin’ yapabileceği bir manevraya karşılık bir tedbir almaları gerekmez miydi?

Mesela ilk günden 10 aday çıkarıp veto durumuna göre bu sayıyı istedikleri gibi ayarlayamazlar mıydı?

Şimdi BDP 12 bağımsız adayı veto edilmiş bir halde seçime giriyor. Bu saçma tablonun tek kusurlusu YSK mı? Bu sonucu öngörüp tedbir almayanların ne tür bir hesap içerisinde olduklarını merak etmeyecek miyiz?

Örneğin bağımsızlar Diyarbakır’daki bütün oyları alsa da çıkarabileceği vekil sayısı sanırım vetodan sonra kalan 3-4 kişi. Sizce de ortada insanın aklın karıştıran bir resim yok mu?

Olup bitene aklı eren var mı? Kim kininle iş tutuyor? YSK’nın bu kararı kimin işine yarayacak?

Gerçekten izaha muhtaç bir durum var ortada.

BDP’nin bu ve benzeri ihtimallere karşılık aday gösterebileceği başka kimse yok muydu? Hepimiz Hatip Dicle’nin veyahut Leyla Zana’nın sorunlu diline rehin olmak zorunda mıyız?

Kısacası, bu soruları hepimizin umudu olarak BDP listelerinden meclise gitmeye hazırlanan Sırrı Süreyya Önder’den beklerdik.

Bir de şu var:  Sırrı Süreyya Önder’e tehdit dili yakışmıyor. Yani BDP’lilerin yıllardır kullandığı "Aman bizim önümüzü açmazsanız, ortalığı kan götürür" türü tehditlerinin benzerini Sırrı Süreyya Önderin de kullanması doğrusu şık durmadı. 

Çünkü bu ülkede gerek YSK, gerekse devletin bir çok organı tarafından haksızlık yapılan, engellenen başka birçok kesim var. Ve Kimse bu haksızlıklara karşı  ‘Ama ortalık kan gölüne döner"  türü ipe sapa gelmez bir açıklamaya yeltenmedi.

Eğer PKK’nın çıkaracağı terör ortamını ileri sürerek bazı tutumların değişmesini bekliyorsanız, bu da mertliğe sığmaz. Hele Sırrı Süreyya Önder’in mertliğine hiç sığmaz.

Çünkü bu ülkede eline silah almadan yıllardır kendisine yapılan haksızlıklara direnme çabası gösteren birçok kesim var.  Sizin kanınız onlardan daha mı kırmızı?

Biliyorum bu yazımı da sonuna kadar okumadan hakarete yeltenecek bir çok ‘pert’ olmuş arkadaş çıkacaktır. Bu meselelerde akıl sağlığını kaybetmiş, olaylara sağlıklı bakamayan, tartışmayı bile beceremeyen zümreye ‘pert’ olmuş gözüyle bakıyorum. Biliyorsunuz artık tamir edilme olasılığı kalmayan araçlara "pert olmuş" deniyor. Benim gözümde bazıları bu durumda. Ne dediğimi, ne yazdığımı tam anlamadan tuhaf tuhaf yorumlar yapıyorlar. İlkokul çocuğu düzeyinde mailler gönderiyorlar. 

Siz bana saçma sapan, terbiyesiz yorumlarla hakaretler savuracağınıza, sorduğum soruların cevabını arayın. Değil mi? Yanlış sorular mı soruyorum ben şimdi?