Şerefli ve şerefsiz gazetecilere soruyorum!

Şerefli ve şerefsiz gazetecilere soruyorum!

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Bu yazı, "şerefli" olarak tanımlanan gazetecilere ve "şerefsiz" sıfatı yakıştırılan gazetecilere bir soruyla başlasın:

Haberciliğinizde bir kırmızı çizgi yok mudur?

Durma noktanızı yitirmişseniz, insanlığınızı da yitirmiş olmaz mısınız?

Bir tarafta Can Dündar'ı TIR haberi yaptı diye "ajanlıkla" suçlayan koro var.

Diğer tarafta Can Dündar haberciliğine arka çıkan koro var.

Eğer her iki taraf da;

Can Dündar'ın haberciliğine verdiğine önem kadar "aile" kavramına önem vermiyorsa.

Can Dündar'ın haberciliği kadar, onun haberleri yüzünden eşinin maruz kaldığı hakareti önemsemiyorsa.

Karşı durmuyorsa. Tepki koymuyorsa. Bir şey demiyorsa. Gazetecilik bir yana. İnsan onuruna sahip midir?

Gazeteciyi sevmeyebiliriz. Benim Can Dündar'ı sevmediğim gizli değil.

Gazetecinin haberciliğini şaibeli bulabilirsiniz. Benim Can Dündar imzalı işlere mesafem bellidir.

Ancak.

Bu durum kimseye o gazetecinin eşine dil uzatma hakkı vermez. Ve-re-mez!

Mertlik, savaşı savaş alanında yapmayı gerektirir diyeceğim. "Mertlik" unutulmuş bir sözcük. Unuttuğumuz tüm iyi sözcükler gibi.

Can Dündar haberleri hakkında günlerdir "iyidir", "kötüdür" ahkâmı kesen zevat, onun çocuğunun annesine hakaret etme cüreti gösteren köşe yazarına (!) da bir cümle sarf ediniz.

Ailenin dokunulmazlığına hassasiyet göstermiyorsak eğer, şereflilerle şerefsizler arasında bir fark kalır mı?

Devletin gizlisine saklısına hassasiyet gösteren sağdan/soldan yazarlar, özel hayatın ortaya serilmesine ağız suyu mu akıtacaksınız?

Düzeysizlikte dibi bulan kalemler. Evlerimizin içine kadar girdiği halde, onları evlerimizin içine sokanların sessizliğini anlayabilirim.

Saman çöpüne açıklama yapan gazetecilik örgütlerinin, Can'ın eşine yapılan ağır hakareti sessizlikle karşılamasını anlayamam.

Belli ki, gazetecilik etiğini, namusunu, ilkelerini çocuklarımıza miras bırakamayacağız ama çocuklarımızın annelerini de koruyamayacak mıyız?

Eşleri ve çocukları hedef alanlara karşı susmak, diğer tüm haksızlıklara karşı bağırmanızı değersizleştiren bir tavırdır.

Siyasetçisi, gazetecisi, sağcısı, solcusu, ahlaklısı, ahlaksızı, şereflisi, şerefsizi Can Dündar'ın eşine uzatılan dili kınamalıdır.

KARARSIZ SEÇMENİ ETKİLEMENİN ÜÇ YOLU

Türkiye'nin kaderini kararsız seçmenin oyu belirleyecek deniyor.

Madem öyle. Gecikerek de olsa yazayım. Kararsızların oyunu almak için;

Bir, gazetecilerin adaylarınız ya da partiniz hakkında iyi şeyler yazıp söylemesine engel olun.

İki, "Bana oy verirsen sana şunu vereceğim" demek yerine ilkeli cümleler kurun.

Üç, "Bizim oyumuz zaten aldı başını gidiyor" nutku çekmeyin.

Seçmen sandığınızdan akıllıdır. Hele bir de kararsızsa, sandığınızdan bin kat akıllıdır.

2015 SEÇİM SÜRECİNDE ÖNE ÇIKANLAR

Bir, Meral Akşener: Hem krizi ustalıkla yönetmesi, hem de partisini medyada omurgalı biçimde temsil etmesiyle.

İki, Selahattin Demirtaş: Pozitif kampanya diliyle.

Üç, "altın klozet": Hayallerimizi zorlamasıyla.

Dört, MHP'nin tv reklamları: İnsana dokunan görüntüleriyle.

İSTANBUL'UN KUZEYİNDE BİR CENNET

İstanbul'dayım. Mecbur. İş nedeniyle. Aylar önce yapılmış doğum günü programım çöpü boylamış.

Hem doğum günü psikolojisinden hem de programımın alt üst oluşundan. Keyfim yok.

Beni böyle kim çeker ki derken. Hakan Gündüz'ü arıyorum. Efsane DJ! Evinin olduğu Göktürk'ün orta yerinde buluşuyoruz.

Önce köyün içinde bir tur atıyoruz. Köy kahvesindeki dev ağacın altında oturuyoruz. Çay-simit. Nefis.

Üç sütten (keçi, koyun, manda) yapılmış Trileçe tatlısı dükkanını ziyaret ediyoruz ama yemiyoruz.

Biniyoruz arabaya. Yeni köprü inşaatının off-road tipi yollarından kuzeye doğru gidiyoruz.

İki yanındaki ağaçların birbirine uzanarak oluşturduğu ışık geçmez, gölge tünellerine benzeyen yollardan geçiyoruz. Keyfim yerinde.

İstanbul'dayız ama İstanbul'un dışındayız.

Yol bir cennette bitiyor. Kısırkaya köyünün plajında. Etrafta atlar dolaşıyor!

Ayakkabılarımı çıkarıp ayaklarımı kumlara gömerek yürüyorum.

Hakan'ım Gündüz. Telefonun kamerasıyla bilmediğim bir internet ortamında canlı yayın yapıyor. Kumlara düşen gölgelerimizi yayınlıyor.

İstemeye istemeye dönüş yoluna çıkıyoruz. Bekleyen işler var.

Ve aklım Kısırkaya köyündeki atlarda, kumlarda kalıyor. İyi ki varsın Hakan'ım Gündüz!

AKLIMDA KALAN

Galatasaray'da daha ne krizler göreceğiz hissi: Efendim neymiş? GS yöneticileri Abdürrahim Albayrak ve Ali Dürüst şampiyonluk kutlamalarında platforma çıkmadılar diye küsmüşler! İnsanın "küserlerse küssünler" diyesi geliyor. Anlaşılan o ki, Galatasaray'ın şampiyonluğu bu beylerin umurunda değil. Tek dertleri kendilerini göstermek. Başkan, "platforma futbolcular ve teknik kadro çıksın" demişse, ne olmuş! Bu ne saçma haldir. Bu ne ben merkezli, egosantrik durumdur! Bu bir tarafa. Diğer tarafa da şu notu düşmem gerek: GS'ın yeni başkanı Dursun Özbek'i havaalanının CIP salonunda görme ve izleme olanağım oldu. Anladığım o ki, Galatasaray'da iletişim krizleri dönemi yeni başlıyor.