Bu yazı, "şerefli" olarak tanımlanan
gazetecilere ve "şerefsiz" sıfatı yakıştırılan
gazetecilere bir soruyla başlasın:
Haberciliğinizde bir kırmızı çizgi yok
mudur?
Durma noktanızı yitirmişseniz, insanlığınızı da yitirmiş
olmaz mısınız?
Bir tarafta Can Dündar'ı TIR haberi yaptı diye
"ajanlıkla" suçlayan koro var.
Diğer tarafta Can Dündar haberciliğine arka çıkan
koro var.
Eğer her iki taraf da;
Can Dündar'ın haberciliğine verdiğine önem kadar
"aile" kavramına önem vermiyorsa.
Can Dündar'ın haberciliği kadar, onun haberleri yüzünden
eşinin maruz kaldığı hakareti önemsemiyorsa.
Karşı durmuyorsa. Tepki koymuyorsa. Bir şey
demiyorsa. Gazetecilik bir yana. İnsan onuruna
sahip midir?
Gazeteciyi sevmeyebiliriz. Benim Can Dündar'ı sevmediğim gizli
değil.
Gazetecinin haberciliğini şaibeli
bulabilirsiniz. Benim Can Dündar imzalı işlere mesafem
bellidir.
Ancak.
Bu durum kimseye o gazetecinin eşine dil uzatma hakkı
vermez. Ve-re-mez!
Mertlik, savaşı savaş alanında yapmayı
gerektirir diyeceğim. "Mertlik" unutulmuş
bir sözcük. Unuttuğumuz tüm iyi sözcükler gibi.
Can Dündar haberleri hakkında günlerdir "iyidir",
"kötüdür" ahkâmı kesen zevat, onun çocuğunun annesine
hakaret etme cüreti gösteren köşe yazarına (!) da bir cümle sarf
ediniz.
Ailenin dokunulmazlığına hassasiyet göstermiyorsak eğer,
şereflilerle şerefsizler arasında bir fark kalır
mı?
Devletin gizlisine saklısına hassasiyet gösteren
sağdan/soldan yazarlar, özel hayatın ortaya serilmesine ağız suyu
mu akıtacaksınız?
Düzeysizlikte dibi bulan kalemler. Evlerimizin
içine kadar girdiği halde, onları evlerimizin içine sokanların
sessizliğini anlayabilirim.
Saman çöpüne açıklama yapan gazetecilik örgütlerinin,
Can'ın eşine yapılan ağır hakareti sessizlikle karşılamasını
anlayamam.
Belli ki, gazetecilik etiğini, namusunu, ilkelerini
çocuklarımıza miras bırakamayacağız ama çocuklarımızın annelerini
de koruyamayacak mıyız?
Eşleri ve çocukları hedef alanlara karşı susmak, diğer tüm
haksızlıklara karşı bağırmanızı değersizleştiren bir tavırdır.
Siyasetçisi, gazetecisi, sağcısı, solcusu, ahlaklısı, ahlaksızı,
şereflisi, şerefsizi Can Dündar'ın eşine uzatılan dili
kınamalıdır.
KARARSIZ SEÇMENİ ETKİLEMENİN ÜÇ
YOLU
Türkiye'nin kaderini kararsız seçmenin oyu belirleyecek
deniyor.
Madem öyle. Gecikerek de olsa yazayım. Kararsızların oyunu almak
için;
Bir, gazetecilerin adaylarınız ya da partiniz
hakkında iyi şeyler yazıp söylemesine engel olun.
İki, "Bana oy verirsen sana şunu vereceğim"
demek yerine ilkeli cümleler kurun.
Üç, "Bizim oyumuz zaten aldı başını gidiyor"
nutku çekmeyin.
Seçmen sandığınızdan akıllıdır. Hele bir de kararsızsa,
sandığınızdan bin kat akıllıdır.
2015 SEÇİM SÜRECİNDE ÖNE
ÇIKANLAR
Bir, Meral Akşener: Hem krizi ustalıkla
yönetmesi, hem de partisini medyada omurgalı biçimde temsil
etmesiyle.
İki, Selahattin Demirtaş: Pozitif kampanya
diliyle.
Üç, "altın klozet": Hayallerimizi
zorlamasıyla.
Dört, MHP'nin tv reklamları: İnsana dokunan
görüntüleriyle.
İSTANBUL'UN KUZEYİNDE BİR
CENNET
İstanbul'dayım. Mecbur. İş nedeniyle. Aylar önce
yapılmış doğum günü programım çöpü boylamış.
Hem doğum günü psikolojisinden hem de programımın alt üst
oluşundan. Keyfim yok.
Beni böyle kim çeker ki derken. Hakan Gündüz'ü
arıyorum. Efsane DJ! Evinin olduğu Göktürk'ün orta yerinde
buluşuyoruz.
Önce köyün içinde bir tur atıyoruz. Köy kahvesindeki dev ağacın
altında oturuyoruz. Çay-simit. Nefis.
Üç sütten (keçi, koyun, manda) yapılmış Trileçe tatlısı
dükkanını ziyaret ediyoruz ama yemiyoruz.
Biniyoruz arabaya. Yeni köprü inşaatının off-road tipi
yollarından kuzeye doğru gidiyoruz.
İki yanındaki ağaçların birbirine uzanarak oluşturduğu ışık
geçmez, gölge tünellerine benzeyen yollardan geçiyoruz. Keyfim
yerinde.
İstanbul'dayız ama İstanbul'un dışındayız.
Yol bir cennette bitiyor. Kısırkaya köyünün
plajında. Etrafta atlar dolaşıyor!
Ayakkabılarımı çıkarıp ayaklarımı kumlara gömerek yürüyorum.
Hakan'ım Gündüz. Telefonun kamerasıyla
bilmediğim bir internet ortamında canlı yayın yapıyor. Kumlara
düşen gölgelerimizi yayınlıyor.
İstemeye istemeye dönüş yoluna çıkıyoruz. Bekleyen işler
var.
Ve aklım Kısırkaya köyündeki atlarda, kumlarda
kalıyor. İyi ki varsın Hakan'ım Gündüz!
AKLIMDA KALAN
Galatasaray'da daha ne krizler
göreceğiz hissi: Efendim neymiş? GS yöneticileri
Abdürrahim Albayrak ve Ali Dürüst
şampiyonluk kutlamalarında platforma çıkmadılar diye küsmüşler!
İnsanın "küserlerse küssünler" diyesi geliyor.
Anlaşılan o ki, Galatasaray'ın şampiyonluğu bu beylerin umurunda
değil. Tek dertleri kendilerini göstermek. Başkan,
"platforma futbolcular ve teknik kadro çıksın"
demişse, ne olmuş! Bu ne saçma haldir. Bu ne ben merkezli,
egosantrik durumdur! Bu bir tarafa. Diğer tarafa da şu notu
düşmem gerek: GS'ın yeni başkanı Dursun Özbek'i
havaalanının CIP salonunda görme ve izleme olanağım oldu. Anladığım
o ki, Galatasaray'da iletişim krizleri dönemi yeni başlıyor.