Ahmet Hakan arkadaşımız, referandum sonucu için Melih Gökçek’le takım elbisesine bahse girmiş. Kazanmış.
O dakikadan itibaren “Elbisemi isterim de isterim” diye tutturdu.
Köşesinde yazılar yazdı, tweet’ler attı. Ağladı da ağladı.
Teflonumsu Gökçek bile dayanamayıp elbiseyi değilse bile parasını göndermek zorunda kaldı.
Halbuki, bizim Ahmet önce dönüp kendine bakmalıydı.
Tam 11 yıldır bekleyen, bana olan Chanel elbise borcunu hatırlamalıydı.
Herkesin ama herkesin, en yakınlarının bile Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adayı olacağını beklediği günlerde. Ahmet’le bahse girmiştik.
Bana göre Erdoğan cumhurbaşkanlığına kesinlikle aday olmayacaktı, Ahmet’e göre de kesin adaydı.
Erdoğan cumhurbaşkanlığına o kadar yakındı ki, bana kafayı yemişim gibi bakan çoktu.
Ve 24 Nisan 2007’de, herkes nefeslerini tutup (hatırladınız mı o günleri?) Erdoğan’ın adaylık açıklamasını beklerken, o çıkıp o meşhur cümleyle “Abdullah Gül kardeşim” demesiyle iddiayı kazanan ben olmuştum.
O günden sonra Ahmet’ten değil Chanel elbise, bir kutu çikolata bile gelmedi.
Melih Gökçek borcuna, Ahmet Hakan’dan daha sadıkmış, inanılmaz ama gerçek bu.
Belki de ben onun kadar sızlanmadım, tweet’ler atmadım, onu madara etmedim diye elbisemi almadı.
Sevgili eski dostum, o günden bugüne kamyonla para kazandın (Allah artırsın), bir sözünü tutmadın. Senin ifadenle ayıp yahu ayıp!
Rahmetli anneannemin deyişiyle ahirette iki elim yakandadır..
ERDOĞAN CHP'NİN BAŞINA DÖNMELİYDİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyaset tarihinde pek de uzun olmayacak bir süre sonra, partisine yeniden döndü.
Kendi kurduğu, kendi büyüttüğü, serpilttiği partisine.
Hem de ne imrendirici ifadelerle…
“Yuvama, aşkıma, sevdama geri döndüm” diyerek…
Bu sözleri duyduğumda, romantizmle realizm arasında gidip geldim.
Romantik tarafım, “Keşke benim de geride bıraktıklarım arasında aynı ifadelerle dönmek isteyeceğim bir yer ya da biri olsa” dedi.
Yoktu.
Kendimi bir yoksul hissettim ki, sormayın.
Realist tarafıma göre “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz”dı.
Geri döndüğünüz hiçbir şey eski tadı vermez. Ne o eski odur, ne de siz eski siz.
Normal koşulda. Eskiye dönünce hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
Ne var ki, işin içinde Erdoğan gibi tabanında güçlünün de güçlüsü bir lider olunca, normal süreçler işlemiyor.
Büyük olasılık ilk iş, “yuva”da gevşeyen vidaları sıkacak.
Ciddi bir bahar temizliği yapacak.
O bunları yaparken, her kafadan bir ses çıkmayacak.
Hani, büyük bir aşkla bağlı olduğunuz biri evinize geldiğinde, ne yapacağınızı bilemez şekilde ona amade olursunuz…
Hani, en sevdiğiniz vazoyu kırsa bile, içiniz sızlamaz.
Hani, gıcıklığına bıçağın ucuyla en değerli eşyalarınızın üzerine derin çizikler atar da gıkınız çıkmaz.
İşte öyle bir rahatlıkla, partisindeki eskimiş tüm yerleşik halleri alt üst edecek.
O yüzden son MKYK’da Başbakan Yıldırım “Bu toplantının kıymetini bilin” dedi ya…
Bir ihtimal, ama küçük bir ihtimal “Yorgunum hancı şuraya bir yatak ser yavaş yavaş” da diyebilir.
Tıpkı, sevdanızın, aşkınızın kollarına geri döndüğünüzde onun sıcağında dinlenmek istersiniz ya öyle.
Yok, dinlenmeyi seçmez de, kollarını sıvar işe koyulursa CHP için durum fena.
Bu kadar güçlü bir lider olarak Erdoğan’ın, CHP’nin başına dönmüş olduğunu düşünsenize. Taş üstünde taş koymazdı.
Maalesef mevcut haliyle CHP, güçlü bir lideri ancak hayal edebilir.
Erdoğan’dan nefret edenler böyle yazdım diye kızmasın. Benimki eskilerin deyimiyle farazi.
Zaten öyle olsaydı, Erdoğan’ın CHP’yi dönüştürdüğü kadar, CHP de Erdoğan’ı dönüştürürdü.
BU NE BİÇİM OKUL!
Tamam, dizi dediğin fiktif bir şey.
Tamam, gerçek yaşama ait bir takım şeyleri dizide aramak abes.
Amma velâkin.
“Adı Efsane” dizisi mahalle arası bir lisede geçince. İnsan, dizideki gençlerin elinde olmasa bile kenarda köşede bir kitap, bir defter görmek istiyor.
Bilmem kaç bölüm oldu, daha dizide ders çalışan, ödev yapan, üniversiteye hazırlanan, hiç biri değilse aksesuar olarak önünde ders kitabı olan bir liseli görmedim arkadaş.
Arkadan kalem, kitap, defter geçse ona da razıyım.
Başrolde bir de kadın öğretmen var. Basket koçunu kovalamak dışında öğretmenliğine tanık olan yok.
SİZE DE GARİP GELMİYOR MU?
Fenerbahçe, Çaykur Rize’yi 90+1’de attığı golle yenince, Hürriyet manşet atmış: Maç biter, Fener bitmez.
Bence o başlık, “Fener yenmeden maç bitmez” olmalıydı.
Size de Fenerbahçe maçları, “maç 90 dakikadır” kuralına dahil değilmiş gibi bir his gelmiyor mu?
UFUKTA YENİ BİR FİYASKO
Cem Yılmaz’ın son filmi “Arif ve 216” tutmayacak gibi.
Bunu kendisi de biliyor. Biliyor da, “Fi” dizisinde psikoloğa gidip “artık güldürmüyorum” diyerek kendisiyle yüzleşiyor.
O film tutmaz çünkü;
Birincisi adam gerçekten de eskisi gibi güldürmüyor. Gülmekten yüz kaslarımızın ağrıdığı günler çok geride kaldı. Geçmişten ona bol kahkaha borçluyuz.
İkincisi, Ozan Güven’den komedi oyuncusu olmaz. Neden zorluyor anlamıyorum.
Üçüncüsü, oğlunu PR malzemesi olarak kullanması insanlara itici geliyor, çocuğa yazık.
Dördüncüsü, yemeğe çıktığı genç kızlarla haber olmak abaza yeni yetme görüntüsü veriyor.
Beşincisi, adam egosunu değil, egosu adamı yönetiyor ki, onun gibi biri, egonun komedinin düşmanı olduğunu bilir.
Belki bitmeyen bir şöhret sarhoşluğudur belki de paranın şımarıklığı.
Cem Yılmaz çıkıp “size ne” dese de ben de cevabı yetiştirsem: Gülmeye bu kadar acıkmışken, ekmeğimizi elimizden alamazsın! İşini düzgün yap!
KENDİ OKURUMA NOT:
Yazı arasını fazla açınca okur sordu: “Yeni Türkiye’de artık yazı yazmayacak mısınız?”
Vereceğim tek yanıt: o kadar yorgunum ki dünyanın tüm işçilerine bedel…
Üstüne bir de, Suna Kan gibi bir keman dâhisinin artık çalmayacak olmasını gazetenin yerel ekine sıkıştırıp, anneler günü şarkısı yazdım diye sevindirik olan kreş müzik öğretmeni kıvamındaki Nil Karaibrahimgil’i ana gazetede haber yapan Hürriyet gibi bir medya ortamı olunca…
Yorgunluk daha da ağırlaşıyor.
AKLIMDA KALAN
Spor yapma oranımız: Gazetede kocaman bir başlıktı, ülkemizin yüzde 46’sı spor yapıyormuş! Pek bir şaşırdım. Zira ülkemin spora yatkınlığı, internette dolanan videodaki gibi, yürüme bandının yanına çilingir sofrası kuran adam misalidir. O şaşkınlıkla haberin metnine dalıverdim. Poltio diye bir sosyal anket servisi varmış, o şirket internet üzerinden yapmış. Yani sokağa çıkmamış. Masa başı anket. Tam da çilingir sofrası misali. İnsan bu tür abzürtlükleri okuyunca, Köroğlu’nun “Tüfenk icad oldu mertlik bozuldu” sözünü hatırlıyor, internet icat oldu araştırmalarımız bile bozuldu…