Yavuz Bingöl, Türkiye'nin en çok okunan iki yazarından
birine konuşmuş.
Cumhurbaşkanıyla muhabbetini anlatırken. Bugüne kadar şöhretini
üzerinde yükselttiği insanları incitmiş, değerleri harcamış.
Arkasından da gözü yaşlı bir açıklama
göndermiş. Baştan sona imaj tamir metni olarak yazılmış.
Duygusal soslanmış.
Açıklamada sinirimi en çok bozan cümle şu oldu: "Ben
iktidarın ne olduğunu hiç bilmem." Hadi canım! Sadece o
değil, herkes iktidarın ne olduğunu iyi bilir.
Cumhurbaşkanıyla şarkı söylemek, onun iktidarının senin
iktidarına bulaşmasıdır. Bingöl bunu bildiği için de sizle
benle şarkı söylemez, ama cumhurbaşkanıyla söyler.
Siz ya da biz çağırırsak gelmez ama konser ücretini
ödersek gelir. Çünkü para iktidardır, herkes bunu bilir,
Yavuz Bingöl de bilir.
Sahnede alkış almak iktidardır. Yoksa neden
tapsın ki hayranları ona? İktidar tapınılan şeydir.
Sonra. Açıklamasında "doğru
anlaşılmak"tan söz etmiş Bingöl. "Sözlerim olduğu
gibi yayınlansaydı" demiş.
Sanki. Medya insanın kendini ifade yeri!
Sanki. Medyanın varlık nedeni insanların doğru
anlaşılmasını sağlamak!
Medya. Kuralsızlaşma ortamında. Sorumluluğun tam tersi bir yerde
durur. Sorumluluk sadece bir kenar süsüdür.
Kaldı ki gazeteci de Yavuz Bingöl'gillerin
sözcüsü değildir. Onun işi, yaptığı içeriği
satacak cümleleri bulmaktır.
Kiminle ne konuştuğunu kendin bileceksin, o işi gazeteciye
yüklemeyeceksin. Karşında asıl işi seni korumak değil, kendini
korumak olan biri var.
Medya, kendini ifade ortamı değildir, öyle
sanılıyor.
Medya, bir mahkeme değildir, öyle
sunuluyor.
Medya, "ülke nasıl kurtulur" geyiğinin çevrildiği
meyhane masası değildir, öyle düşünülüyor.
Medya, evlenecek insanların karşılaşma mekanı
da değildir ama öyle reyting alıyor.
Medya sadece bir sirk alanıdır. Makbullük
kriteri başkadır.
Dolayısıyla. Medyada kendini anlattığını sanırken o seni
kullanıyordur.
Bu ülkede. Amaçları dahilinde medyayı parmağında oynatan dört
magazin figürü vardır; Sezen Aksu, Hülya Avşar, Gülben Ergen ve son
zamanlarda Meryem Uzerli.
Diğerleri sirk gösterisinde figürdür, kullanılıyordur.
Nokta.
ŞİŞLİ, BAŞKANINA SAHİP
ÇIK!
Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü istifaya zorlanıyormuş.
Sarıgül'ün önünü açması isteniyormuş.
Başkan efendi adam. Sorumluluk sahibi. Partisine saygısı
var. Çıkıp açık açık konuşmuyor.
"Söyleyemem derdimi ama sen anlarsın halimden"
diyor. Belediye denen gayya kuyusunda hayatta kalmaya
çalışıyor.
Cumhurbaşkanının meşhur ifadesiyle sesleniyorum:
Eyyyy Şişli halkı,
Başkan İnönü, senin oylarınla seçtiğin insandır.
Ona destek vermek senin şerefindir.
Gezi'de sokağa döküldün, "olmaz" dedin
oldurmadın.
Herkes Erdoğan'ın gösterdiklerini seçerken, sen Kılıçdaroğlu'nun
gösterdiğini seçtin, meydan okudun.
Sen istemezsen Şişli'de, istemediğin hiçbir şey
olmaz.
İşi CHP Genel Merkezi'ne bırakma. Bakarsın Genel Merkez'den biri
senin seçtiğin başkana "istifa et" deyiverir.
İzin verme.
Seçtiğin adamı harcatırsan, sen harcanmış olursun.
Seçtiğin başkana sahip çık. Arkasında dur.
Zorbalığa izin verme. Haksızlığa, hoyratlığa geçit verme.
Sen istersen olur.
NEJAT İŞLER NE
YAPIYOR?
Derste. Markaları konuşuyor, imajları tartışıyoruz. Konu geldi
Nejat İşler'de durdu.
Yaşadıkları. Hastalıkları. Mutsuzlukları.
Şöhreti yönetemeyenler var. Umursamayanlar var.
"Nejat İşler meydan okuyor. Kendi bildiği şekilde.
Aykırılıkla, ayrı durmakla, bekleneni yapmamakla sevmediği her şeye
meydan okuyor kendince" diyorum.
Yanlış bir meydan okuma dili olduğunu söylüyorum.
Öğrencilerimden biri "Belki de şöhret umurunda değildir,
belki de hayatını öyle yaşamak istiyordur. Belki de ortada Nejat
İşler açısından sorun yoktur" diyor.
Güzel bakış açısı. Ne var ki doğru değil. Nejat İşler, şöhreti
değil, yaptığı her işin elinden gelenin en iyisi olmasını isteyen,
bunu defalarca söylemiş olan bir adam.
Yaşadıkları, çevresindeki insanlar kafasını karıştırmış olmalı.
Yoksa biz Nejat İşler'in elinden gelenin en iyisinin böyle
dağılarak yaşamak olmadığını biliyoruz. Ve onu seviyoruz.
AKLIMDA KALAN
"Biri 'Ben arkandayım' dedi mi,
işgilleneceksin" cümlesi: Tam Abdurrahim Albayrak
"Prandelli'nin arkasındayız" dedi ve ertesi gün
adam İtalya'ya gönderildi ya. Bir dostum aynen şöyle dedi:
"Bu nasıl iş! Biri arkandayım deyince anla ki destek için
değil, arkadan itmek için." Ona "Bu ülkede en
akılda kalan fıkralardan birinin köpek balıklarıyla dolu havuzda,
canını kurtarmaya çalışan Temel fıkrası olduğunu bilmiyor
musun?" dedim. Can havliyle kendini havuzdan dışarı atan
Temel'e nasıl bu cesareti gösterdiği, köpek balıkları arasına
atlamaya nasıl cesaret edebildiği sorulmuş. Bizim ki
bağırmış: "Ha önce beni havuza iten adami bir bulayum
da!" Fıkranın ardından arkadaşım tamamladı,
"Kardeşim kimse benim arkamda durmasın, duracaksa adam gibi
yanımda dursun." Her zaman tavsiye ederim, aman arkanızda
kimse olmasın...