İzleyenler vardır, epeyce bir süre önce vizyonda bir film vardı:
Seks Dedikoduları.
Orjinal adı "Dedikodu"
(Gossip) idi.
Bizim uyanık geçinen sinemacılar, seyirci sayısı artsın diye
adını "Seks Dedikoduları" yapıvermişlerdi.
Bluğ çağı veletleri sinemalara dolmuş, ilk yarıdan sonra da
salonu terk etmişlerdi.
Çünkü filmin adında olan "seks" içinde hiç
yoktu!
Film bir gazetecilik okulundaki dersle başlıyordu. Dersin
hocası, öğrencilerden "gerçek" ve
"dedikodu" arasındaki ayrım hakkında ödev
istemişti.
Filmde seks yoktu ama dedikodusu vardı.
Bir sahnede kadınla adam birbirlerine yaklaşıyorlar sonra sahne
kararıyor.
Sonrası. Kadınla adamın seviştiklerine dair dedikodu
hızla yayılıyor, baştaki çıkış noktasından epeyce uzağa
gidiyordu.
Gerçekte sevişmişler miydi, sevişmemişler miydi? Olayın
"gerçekliği" tamamen fluydu.
Sandığınızın aksine film, medya eleştirisi değildi, insanların
dedikoduya teşneliğini, "gerçek olan"a
ilgilerinden daha çarpıcı biçimde anlatıyordu.
Durduk yerde bu filmden neden bahsettim?
Ebru Gündeş'in genç ve karanlık kocası
Zarrab'ın, ABD'de Savcı Bharara
tarafından tutuklanışından sonra.
Ülkemin medyasının düştüğü durumu açıklamak istedim.
"Olay hakkındaki gerçekleri" bulup vermek
yerine, servis edilen haberin üzerinden olup bitenlere bakın:
Bir tarafta adamın neden tutuklandığına dair
dedikodular.
Bir tarafta, bundan sonra (içine Türkiye'yi de
alacak şekilde) olacaklara dair dedikodular.
Bir tarafta da, "bu haberi neden
yaptık" diyenlerle, "neden yapmadık"
diyenlerin mahalle kavgasının acıklı hali.
Medyamızın habercilik ve gerçeklik konusunda içine düştüğü
durumu da yine bir film adıyla tanımlamak en iyisi: Bizim
Büyük Çaresizliğimiz.
ÖDÜL KOMEDİSİ
Varlığının sadece sembolik hale geldiğini düşündüğüm Gazeteciler
Cemiyeti, "Başarı Ödülleri" dağıttı.
Ama ne dağıtma.
Pazarcının "Hadi yemeyen kalmasın"
çığırtkanlığıyla aynı durum.
"Ödül almayan kalmasın" dercesine çok sayıda
ödül dağıtmışlar.
Saydım, 38 adet ödül vardı! Eksiği var, fazlası yok.
Aklımda kaldığı kadarıyla;
Birgün, Hürriyet, Habertürk, Taraf, Pusula
(yerel), Milliyet, Zaman, Vatan, Cumhuriyet, Çağdaş
(yerel), İHA, Fox Tv, TRT Haber, CNN Türk, Bugün Tv, İz Tv, TRT
Türk vs. vs.
Kıssadan hisse bir: Gazeteciliğin bu kadar
tartışmalı olduğu bir ortamda bu kadar çok başarı ödülü ne büyük
saçmalık.
Kıssadan hisse iki: Bu kadar çok ödül vermek,
ödülü de etkisizleştiriyor.
Kıssadan hisse üç: TGC, kendi kendini
değersizleştirmekte kendisiyle yarışıyor!
İÇ ÇAMAŞIRI ÜZERİNDEN GAZETECİLİĞİ
SORGULAMAK
Kelebek'in ön sayfasında Hande Soral isimli magazin ünlüsünün iç
çamaşırlı fotosunu görünce ağzımdan ilk çıkan söz: "Vaaav,
işte magazin haberciliği bu" dedim.
Magazin gazetecileri için bulunmaz frikiği veren Hande hanım,
konuyu "kadına şiddet, taciz vs"ye bağlayan
tweet'ler atmış.
Gündem uygun diye bir magazin haberini "kadına
şiddet"e bağlamak fırsatçılıktan başka bir şey değil.
Mesela. Kıvanç Tatlıtuğ gece gezmesinde iç
çamaşırını ortaya seren bir kaza geçirseydi, magazinciler haber
yapmazlar mıydı?
Yaparlardı. Meselenin kadına şiddet ve de kadınlık vs.
ile zerre ilgisi yok. Kadına şiddet gibi ciddi bir
meseleyi magazinleştirmek ayıp.
Söz konusu bağlamda haber olmak istemiyorsanız,
yediğinize, içtiğinize, giydiğinize bin defa özen
göstereceksiniz.
Göstermiyorsanız, bu tür kazalarda da rahat olacak,
umursamayacaksınız.
Ne giyerseniz giyin sizin bileceğiniz iş, sadece giyince
önlemini almıyorsanız gazetecilere carlamayın.
Sorumsuzca davranıp, olası sorumsuzluk kazalarından başkalarını
sorumlu tutmak yeni zaman tavırlarından biri.
Dolayısıyla. Ahmet Hakan gibi düşünmüyorum. Tam
aksine, Hande hanım sonuna kadar haksız, Kelebek'çiler
sonuna kadar haklıdır.
Hürriyet'in okur temsilcisi arkadaşım Faruk
Bildirici'nin bu haberciliği eleştiren yazısına
katılmıyorum.
Faruk, savını desteklemek için Prenses Caroline
örneğini veriyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi "toplumda
genel ilgi uyandıran bir tartışmaya katkıda bulunmadığı"
gerekçesiyle Caroline'i haklı bulmuş.
Bir kere Caroline doğru örnek değil ve magazin
gazeteciliğinin "toplumda genel ilgi uyandıran tartışmalara
kaltkıda bulunmak" gibi bir görevi hiçbir zaman
olmadı.
Habercilikte kriz yaşayan Hürriyet'in aksine,
eki Kelebek, magazin haberciliğinde iyi iş
yapmıştır. Arkadaşları kutlarım.
AKLIMDA KALAN
"Ankara nire, İstanbul nire"
duygusu: Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı
Başkanı ve Ankara Film Festivali yürütücüsü İrfan
Demirkol ile konuşuyoruz. 18 Nisan'da başlayacak film
festivali için bir telaş çalışıyor. Görkemli bir açılış olacak.
İrfan, şirketlerin sponsor olarak İstanbul Film
Festivali'ne gösterdikleri ilgiyi Ankara Film
Festivali'ne göstermediklerini söylüyor. Başkent, eğitimde
sahip olduğu potansiyelle sanat ve kültürün de başkenti olamıyorsa,
bunda elbette devletin, Melih Gökçek'in payı var.
Ama en çok da parayı Anadolu'dan kazanıp, yüzünü İstanbul'a dönmüş
sermayenin payı var. Hadi "yok" deyin.