Durum şöyle: Üniversite öğrencisi de, üniversite
bitirmişi de okumayı sevmiyor.
Bilgi yarışmalarında özellikle 30 yaş altı kesim
dökülüyor.
Uluslararası ilişkiler 3.sınıf öğrencisi Çin'in başkentinin
Pekin olduğundan habersiz. Karşısındaki şaşırınca da gerekçesi
embesil düzeyinde: "Daha o konuya gelmedik."
Örnekleri çoğaltabilirsiniz.
Durumu açıklayacak çok neden var. Eğitim sisteminin çöküşü en
başta. Ama bir de şu var; okumaktan seyretmeye, düşünmekten
"yapma"ya geçmemizi sağlayan şey: Gösteri
odaklı yaşam.
"Görüyorsam ve gösteriyorsam varım!"
Gerçek bu.
Yaptıkları işten büyük servetler kazanan ülkemizdeki
siyasi iletişim profesyonellerinin durumdan zerre haberi
yok.
Sanırsınız Oxford'ta başkan seçiyorlar ya da Harvard'ta
reklam yapıyorlar. (Kaldı ki oralar da göz'ün esiri olmuş
durumda.)
Gazetelerde. İktidar partisinin, muhalefet partisinin,
sivil toplum kurumlarının reklam ve ilanları oku oku bitmez
şekilde.
Sanıyorlar ki kararsızlar, bilgi eksiğinden
kararsız. Okuyacaklar, öğrenecekler, karar verecekler!
Oysa kararsız seçmen kafası, "daha zaman var, biraz daha
seyredeyim" diyor. Mantık basit.
İtiraf edeyim, ben bile trilyon dökülmüş reklamın ilk iki
satırını okuyup geçiyorum. Okumakla sorunum yok ama benim
de zaman sorunum var.
Emin olun. Türkiye'de siyasal reklam yapan şirketler
olmasa, siyasi partiler daha az oy almaz.
KADIN OLMAK BÖYLE BİR
ŞEY
İstanbul'da. Kaldığım otelde. Sabah kahvaltısı için restorana
girdim. Çayımı aldım, masama oturdum.
Karşı sağ çaprazımdaki masaya da bir kadın oturdu. Pek de
sakınmayarak kendisini gözlemeye başladım.
Yaşça, benden hayli fazla görünüyordu.
İlk dikkatimi çeken şey, sabahın köründe kahvaltıya gelirken
giydiği ayakkabılardı. 20 cm yüksekliğinde topukları vardı.
Benim ayağımda ise otel terliği!
Kısa boylu, geniş kalçalı, etine dolgun ortalama kadın
bedenine sahipti. Diz üstünde biten bir etek giymişti. Ben
kot pantalonu geçirip çıkmıştım.
Bluzundaki yaka dekoltesi, yaşına ragmen kendine
güvenini ortaya koyacak kadar derindi. Ben ise pijama
üzeriyle kahvaltıya gitmek fikrinden zor vazgeçip tişört
geçirmiştim.
Makyajı kusursuz denecek kadar özenliydi.
Kırmızı ruja kadar. Yüzüme musluk suyunu çarpıp çaprazında
oturuşuma müthiş tezat.
Saçları kuaförden yeni çıkmıştı. Saçımı kuaför
tokalarıyla tutturmuş şekilde orada olmaktan utanacak gibi oldum,
itiraf edeyim.
Kadını imrenerek izledim. Kadın olmak işte öyle bir
şeydi...
HASTA HALİMİZİN ÖZETİ: AZİZ YILDIRIM
YİNE BAŞKAN..
Yenilgiden zafer çıkarmak az sayıda ülkede mümkündür. Onlardan
biri de biziz.
Tamam, Aziz Yıldırım Fenerbahçe'yi şampiyon yapamayınca
Japonlar gibi intihar etsin demiyorum. Ama. Sezon başı
dördüncü yıldız için üst perdeden vaatlerde bulunan biri, verdiği
sözler yerine gelmeyince hiç değilse aday olmaya çekinmeli.
Herkes yalan söylüyor, bir tek Aziz Bey sütten çıkmış ak
kaşık. Madem öyle, bıraksın Fenerbahçe'yi gitsin kendisini
peygamber ilan etsin.
İsmail Kartal'ı teknik direktör yapan Yıldırım'ın
kendisi. Riski alan da kendisi. Sonuç: Aziz
Yıldırım kalıyor, İsmail Kartal gidiyor!
Yıldırım'ın kalıp, teknik adamın gidişinin kaçıncısı bu?
17? 18?
Şimdi. Galatasaray şampiyonluk kutlamalarında "Sensiz
olmaz" derken haksız mı?
Hadi diyelim ki Aziz Yıldırım böyle istiyor, peki ona oy
veren 5504 kişinin ruh hali nasıl bir ruh hali?
AKLIMDA KALAN
Biz böyle ayrılıkları unutmuştuk
hissi: Aslı Aydıntaşbaş,
Milliyet'ten zarif bir veda yazısıyla ayrıldı. Son günlerde
medyamızdan veda yazısı fırsatı bularak ayrılanı bulmak da, zarif
şekilde veda edeni bulmak da hayli zor. "Uzun bir
manifestoya gerek yok" dedi. Zaten bu kadarı bile sayfa
sayfa yazıların anlatamayacağını anlatmaya yetiyordu. Aradım.
Eskiden. Böyle durumlarda. "Geçmiş olsun, üzüldüm"
derdim. Artık demiyorum. "Hayırlı olsun" dedim,
"içinin içini yemesinden kurtuldun." O da
"Televizyon yasağım kalktı" dedi. Gazete
patronları, ağzından çıkacak lafı riskli buldukları gazetecilerin
televizyonda yorum yapmasına yasak koyuyorlar. Her koşula
uyan gazetecilerden söz etti. Ben de ona Sennet'in
"karakter aşınması"nın altın çağından söz ettim.
Karşılıklı parti oyları tahmini yaptık, telefonu
kapattık.