Sahi, siz 'sertleşme'den ne anlıyorsunuz?..

Sahi, siz 'sertleşme'den ne anlıyorsunuz?..

Adnan Berk Okan adnanberkokan@gmail.com
Erhan Altayoğlu, Toronto'da yaşıyor.
Çok sık mail gönderen okur dostlardan biri...
Geçen gün yayımladığım manav sergilerini de Altayoğlu göndermişti.
Şimdi de "esnek Türkçe" maili göndermiş değerli dost...
Günün mana ve önemine çok uygun bir maildi...
Hani var ya Mehmet Barlas ile Ertuğrul Özkök arasındaki sevimli "sertleşme"polemiği...
İşte o tartışmaya uygun...
Aslında ne konuyu ilk defa yazan Hasan Cemal'in "sertleşme" yazarken aklına erkeksi bir eylem gelmiştir...
Ne de Özkök o amaçla başlamıştır yazısını yazmaya...
Ve tabii ki Barlas da mutlaka muhteşem "ironi" yeteneğiyle genelin anladığını anlatmak istememiştir...
Yani tartışma aslında akıl serteleşmesinden ibaret olduğu halde hani işte var ya o kimi kadın yazarlarımızın çok sık kullandıkları, adını Aşk Tanrısı Eros'tan alanLatince kelime...
İşte onunla karıştırıldı...
Bundan sonra okuyacaklarınızla igili lütfen cinselliği çağrıştırıcı eylemleri aklınıza getirmeyin...
Türkçemiz işte bu...
Bendeniz bizzat yaşayınca, o esnekliğin aslında ne kadar "zararlı" olduğunu bir kez daha anladım.
Buyurun okuyun...
Sanırım siz de bütün konuşmaları benim anladığım gibi anlayacaksınız...
Yok eğer değilse bende mutlaka bir sorun var demektir.
 
Geçenlerde Bağdat Caddesi Caddebostan kioskundan gazetemi alacağım. Genç bir adam acelesi olmalı ki telaşlı bir sesle;
"Lütfen bir Sabah verin, bir Akşam verin" dedi büfedeki delikanlıya...
Delikanlının yüzünün rengi kıpkırmızı oldu; saçları dikildi.
Sonra da yüzüne zoraki bir sükûnet yerleştirdi ama dudaklarını gıcırdatmayı da ihmal etmedi: 
"Sana günde bir Posta yeter"...
Az önce iki gazete isteyen genç adam oralı bile olmadı "yok yok" dedi, "siz bana akşam sabah verin yeter"...

Hır çıkabilir korkusuyla gazetemi almaktan vazgeçip hazır bekleyen sarı minübüse bindim. 
Şoför, 
"arkadan vermeyen kaldı mı?" diye seslendi...
Arka dörtlü koltuktan geldiğini sandığım bir ses:
"Arkadan uzattım; önden alamadın mı?" diye karşı soruyla verdi cevabını...
Minibüs şoförü el frenini çekip levyeyi alıp o sesin sahibini dövecek diye ödüm koptu...
Bereket hiç kimseden bir tepki gelmedi...

Kadıköy'de inip lokantaya gittim. Masaya oturdum.
Genç bir garson yan masada çorbasını bitirmekte olan müşteriye:
"Arkadan ne alırsınız?" diye sordu...
Zaten pek de sevimli olmayan 
adam boş çorba kâsesini eliyle itti.
"Sen önce önümdekini kaldır, sonra döner verirsin. Bu arada arkadan da kaymak isterim" deyince itiraf edeyim ki adamın kötü niyetli olduğunu,Türkçe'nin esnek yapısından istifade ederek garsonu terslediğini düşündüm...
Ama garson oralı bile olmadı, adamın önündekini, yani kâseyi kaldırdı...
Sonra bana döndü... Soru sormasına fırsat vermeden:
"Ben bi şey yemeyeceğim sadece çay verin" 
dedim kekeleyerek...

Lokantadan çıktıktan sonra bir halk otobüsüne bindim.
Bir durak sonra otobüs durduğunda orta yaşlı bir çifte takıldı gözlerim. Telaş içinde, tıka basa dolu otobüse binmek için çabalıyorlardı. Adam, yasak olduğu halde yolcuların indiği kapıdan dalıverdi içeri. Kadın da ön kapıdan bindi.
Kadın arkadan binen adama bağırdı:
"Kocacığım ben önden senin için de verdim sen arkadan verme"...
Adam da cevap verdi:
"Zaten ben arkadan veremiyorum sen önden ver bari..."

Bir sonraki durakta indim, maillerime bakmak için bir internet kafeye girdim.
Öyle kalabalıktı ki tek boş bilgisayar bile yoktu.
Bir süre bekledikten sonra canım sıkıldı, kafe sahibine "boşalan var mı?" diye sordum.
"Şimdilik yok ama ilk kalkana sen oturacaksın" cevabını alınca "ne yaptım ben ya?" diye sağ elimle kafama birkaç kere vurdum.
Beklemeden çıktım kafeden...

En iyisi eve dönmekti galiba...
Öyle yapmaya karar verdim.
Geçmekte olan bir dolmuşa bindim.
Bir durak sonra da bir anne - kız bindiler dolmuşa.
Kadın orta yaşlardaydı, kız ise henüz yirmi yaşında bile yoktu.
Dolmuş şoförüne para ödemek için erken davranan kızına annesi seslendi:
"Dur kızım benimki bozuk; ben vereyim".
Kız ne dese beğenirsiniz?..
"Aman canım ne fark eder?.. Benimki de bozulacak nasılsa, bırak da ben vereyim?"...
Şoför; "Acele etme abla, bırak da kızın versin"...
Giden minübüsten atlamasam mutlaka dayak yiyebilirdim... 

Bir sonraki durağa kadar yürüdüm. 
Neredeyse boştu, yolcu bekliyordu.
Geçtim oturdum.
Az sonra genç bir kadın yolcu bindi...
Yer yokmuş gibi geldi yanıma oturdu. 
Ve şoföre sordu:
"Başıbüyük mü? (Başıbüyük, İstanbul Maltepe'de semt adı)"...
Sanki canlı çekim bir Fellini filmi izliyordum...
Koyverdim kahkahayı...
O sırada minibüse yeni binen yolcular şaşkınlıkla bana bakıyorlardı.
Aynı anda şoför "evet evet Başıbüyük" demesin mi?..
Gülmekten gebereceğim...
Kadın tekrar sordu:
"Ne zaman kalkar?"
Şoför "Sen otur birazdan kalkar" deyince ben o minibüsten de atladım...
Şu anda bacağım kırık yatıyorum...
Yahu şu bahtı kara milletimizi bu esnek Türkçemizden kurtaracak bir babayiğit yok mu Allah aşkınıza...

adnanberkokan@gmail.com