Biliyorsunuz PKK terör örgütü Ramazan’ın ilk haftasını da kapsayan kanlı saldırılarına birden bire ara verdiğini açıkladı. Yani PKK bir süre eylemsizlik kararı verdi. Bu karar bazı çevreler tarafından PKK’nın Türkiye’ye bir lütfuymuş gibi sunuluyor. Ben PKK’nın bu kararını, artık üstü örtülemez şekilde suçüstü yakalanmalarına bağlıyorum. Ve bu eylemsizlik kararındaki asıl başarının da suçüstü yakalayanların ve bunu teşhir eden medyanın olduğunu düşünüyorum.
Ne demek istediğimi şimdi biraz daha açacağım.
Biliyorsunuz Türkiye’de AK Parti iktidarı ile beraber medyada, kimilerinin küçümsemek için ‘yandaş’ adını taktığı yeni bir yapı ortaya çıktı.
Yazılarımı takip edenler bilir adına ister ‘yandaş medya ’ ister ‘yeni medya ’ister ‘demokrat medya ’ denilsin bu medyadakilerle aramın pek iyi olduğu söylenemez. Üsluplarımız da örtüşmez.
Yandaş medyayı yönetenlerin başarısızlıklarına olan itirazım, eleştirim elbette ki bu yapıların kendisine ya da medyanın çeşitlenmesine yönelik bir itiraz değildir. Benim bu yapıya olan eleştirilerim oluşumun varlığından, ortaya çıkmasından çok, burada görev alan arkadaşların iş tutuşlarındaki aymazlılarına ve bu kadar önemli ve işlevsel yapılanmaları kendi kişisel ikballeri için harcamalarınadır.
Buralarda ne oluyor işler nasıl dönüyor hatta niçin dönmüyor kimin eli kimin cebinde bütün ayrıntılarını zamanla hep beraber tartışacağız.
Şimdi asıl meseleye dönelim
PKK, Eylemsizlik kararı verdi. Birçok aydın, gazeteci, yazar, çizer bu kararı alkışlarla karşılıyor.
Kazın ayağı hiç öyle değil. PKK’nın eylemsizlik kararının asıl gerekçesi örgütün devletle ya da devlet içindeki çetelerle bağının ortaya çıkmasıdır. Yani açığa çıkan fotoğraf, PKK’nın da gerçek fotoğrafı oldu.
Basılan karakollardaki ‘ihmaller’, Heron skandalları, alınmayan tedbirler, hatta baskın anında hafifletilen savunmalar, örgüt elemanlarını vuran Heronları düşürme tehditlerinin açığa çıktığı ses kayıtları gibi PKK ve devlet ilişkisini gösteren daha birçok kanıt PKK’yı paniğe sevketti.
Ortaya bir şey çıktı: Karakollar eğer gerekli tedbiri alsaydı, verilen istihbarat bilgilerini dikkate değer bulsaydı ya da yanlış(!) yorumlamasaydı... PKK’nın yaptığı ciddi bir baskından söz ediyor olmayacaktık. Hatta PKK’nın bu baskınlara cesaret edip edemeyeceğini bile tartışabilirdik.
Heronlar bile üzerine düşeni yapmış olsalardı, PKK, adından bu kadar söz ettirecek hiçbir büyük eyleme imza atamayacaktı.
Peki PKK sadece başarısız olduğunun ya da olacağının ortaya çıkmasından mı çekindi de eylemsizlik kararı verdi? Elbette tek neden bu değil.
Terör örgütü devletle veya devlet içindeki çetelerle ilişkilerinin bu kadar açılıp saçılmasından bir hayli rahatsız oldu. Hatta utanmadan, iki komutanın telefondaki PKK’lıları kastederek “Heronlar bizim adamları yok ediyor gerekirse heronu düşürelim” içerikli MİT tarafından kaydedilen konuşmaların ses kaydına açıklama getiremeyen Genelkurmay’ı bile savunma işini üstlendiler.
Ama son birkaç yıldır yaptıkları her baskında içerideki işbirlikçilerin verdiği destekler ve bu çetelerle olan bağları medya tarafından gözler önüne serilmesi PKK’yı bir hayli köşeye sıkıştırdı.
Her baskından sonra gördük ki birileri karakollarda PKK gelsin öldürsün diye hazırlık yapmış.
Şimdi tüm bunlardan sonra şöyle de diyebiliriz. PKK’nın bu eylemsizlik kararı İkisi de başkasıyla evli olan sevgililerin gizli gizli fingirdeştikleri birileri tarafından fark edilince, birinin diğerine ‘Bir süre görüşmeyelim her şey ortaya çıkacak rezil olacağız’ demesine benzer bir eylemsizlik kararından başka bir şey değildir.
İşte ben bu eylemsizlik kararı başarısının PKK ile ‘derin devletin’ ilişkisini de ortaya döken ‘yandaş medya’ya ait olduğunu düşünüyorum.
Şayet bu birliktelik yıllar önce ortaya çıkarılmış olsaydı belki de terör bu kadar yeşerip kök salmayacaktı. Yani tek sesli medya, üzerine düşeni yapmayıp binlerce gencin ölümüne göz yumdu
Birçok gazete ve TV, hâlâ bu tip ilişkileri deşifre etmemeye kararlı. Buna en güzel örnek de Hürriyet gazetesinin Dörtyol olayları sürecinde sergilediği tavırda görebiliriz.
Şimdi yukarıda yazdıklarım ışığında son 30 yıldır bu kirli terörde hayatını kaybeden onbinlerce gencin ahı kimlerin hayatını zehir edecek? Diye sorabiliriz. Gözünüzün önünden şöyle film şeridi gibi geçirin bu kişileri? Kimler bu ortaklığa göz yumdu? Kimler gerçeklerin ortaya çıkması için kılını bile kıpırdatmadı?
Benim aklıma gelen ilk ismi listenin başına yazayım da altını siz doldurun. Son günlerde ‘hayatı zehir olmuş’, ‘ağız tadı kaybolmuş’ neredeyse intihar edecek derecede korku paranoyasına girmiş Ertuğrul Özkök’ün içine düştüğü zavallı durumu görüyorsunuz değil mi?
Nerede o Paris’te içtiği şarabın tadını İstanbul’daki dost sohbetlerinde ballandıra ballandıra anlatan Özkök?
Nerede o etrafına ikoncan gibi neşe saçan Ertuğrul Özkök?
Nedir bu bunalım nöbetleri? Sizce Ertuğrul Özkök’ün hayatı niçin harap oldu?
Ben size söyleyeyim neden olduğunu. Ölen binlerce masum gencin ahıdır Özkök’ü bu hale getiren. Hani diyoruz ya ‘mazlumun ahı yerde kalmaz.’
Ben Özkök’ün yaptıklarından dolayı utancından sokağa çıkamayacağı günlerin geleceğine eminim. Şimdi listenin kalan kısmını size bırakıyorum, doldurabilirsiniz.
Yazının sonunda bir çift sözüm de ‘yandaş’ yazarlara
var
Melih Gökçek’e de kalkmadı kaleminiz. Neden Gökçek’in “Kılıçdaroğlu’nun annesi ermenidir” türü yüz kızartıcı açıklamasına sesinizi çıkarmadınız? Çıkarmıyorsunuz?
CHP’li Canan Arıtman aynı ayıbı Abdullah Gül için yaptığında her biriniz birer aslan kesilmiştiniz, ne oldu da koca camiada Hakan Albayrak’tan başka Gökçek’in bu ayıbından kimse utanmadı?
Size bir tavsiyem olsun arkadaşlar kaleminizin adaletini sağlayın ki inandırıcılığınız da artsın.