Baudelaire'in Paris Sıkıntısı kitabında "Köpek ve
Şişe" başlıklı bir yazısı vardır. Metaforda edebiyatın
zirvesi.
Yazar, bir sokak köpeğinin burnuna bir parfüm şişesi uzatır.
Şişeyi koklayan köpek hoşnutsuzlukla kaçar.
"Pis köpek" der Baudelaire, "sen de
kitleye benziyorsun. Sana da güzel kokular sunmaya gelmez, özenle
seçilmiş pislikler sunmak gerek!"
Medyanın İlber Hocanın serzenişindeki "b.k
kurtarırsınız" kısmını alıp, gerisini görmezden gelmesi bu
"düz şiir"i hatırlattı.
Biz hocayı Mülkiye'den biliriz. Eyvallahı da,
ağzının ayarı da yoktur. Argo da konuşur, ağır da. Üslubu, onunla
konuşmak isteyenlere sürpriz değildir.
"B.k"unu alıp gerisi kenara konan konuşmada
hedefi hükümet değil, muhabirliğin yeni haliydi
halbuki. Medyanın işine gelmedi.
Hocanın gazeteciliğin kucağına bırakıverdiği "b.k"u,
gazetecilerin hedef saptırıp Hükümetin kucağına bırakma telaşını
izledik.
Muhabire söyledikleri, gazetecilik öğrencilerine ders gibiydi.
Ne de olsa büyük hoca, 24 saat hocadır.
Uydurmasyon haber için muhabiri uyarıyor: "Sen ismini
böyle uyduruk haberlere karıştırma" diyor, "ilerde
bu haberle anılırsın."
"Bunu gazeteler çok yapıyor, kendilerine göre yeni
Türkiye kuruyorlar, b.k kurarsınız" cümlesindeki derdi ise
medyanın pespayeliği!
"Nereye baksan cahil" demesine, "aynen
öyle" demediyseniz sizde bir sorun vardır, İlber hocada
değil.
"Gazeteler mi yazacak tarihi? Siz sadece haber yazın
daha iyi edersiniz. Gazetelerde haber yazılır, tarih yazılmaz. Siz
gördünüz mü hiç Avrupa gazetelerinde tarih yazıldığını?"
sorusu üzerine yazılmış onlarca lisansüstü tez var İletişim
Fakültelerinde.
Yani. Aslında Etyen Mahçupyan'ın Şirin
Payzın'a kibarca söylediğini, İlber Hoca Yeni
Şafak muhabirine gelişine söylüyor.
SAVCI SAYAN'I ANLAMAZSANIZ
OLMAZ
"Önce Baykal için ağlıyordu, şimdi Erdoğan için
ölüyor" diyerek üstünü çizerseniz olmaz.
"Kayda değer biri olsaydınız..." türü hakaret
ederek, aşağılayarak da olmaz.
Milletvekili adayı Savcı Sayan'ı anlamazsanız, siyasette bir
gıdım yol gidemezsiniz.
Şöyle ki;
Bir, adam kimin yanında duruyorsa onu
savunurken yüksek sesle konuşuyor.
İki, bir cümlesi bir cümlesiyle ilişkili
olmuyor.
Üç, "geçmiş geçmiştir bugüne bakalım"
diyor.
Dört, vitrine çıkmak için her yolu mübah
sayıyor.
Beş, ağzından yeni bir fikir yeni bir öneri
çıkmıyor.
Altı, kavga çıkarmaktan hoşlanıyor.
Savcı Sayan'a arkanı dönmek yerine anlamaya çalış. Yoksa
işin zor.
YEDİ DÜKKAN
SÜPRÜNTÜSÜ
Sonu ameliyata kadar giden inanılmaz bir kaza
geçirince. Ziyarete gelenlerin, telefon edenlerin ilgisi
ağrıyı unutturmaya yetti.
Evim çikolata dükkânına döndü.
Pastalar, börekler, pohaçalar. Pastane olduk
çıktık.
Millet sanki elbirliği yapmış gibi, yataktan tombik bir
kadın olarak kalkmam için çalıştı.
Çiçekçi açabilecek kadar çiçeklerim oldu. Bir
hastayı bilmem ama bir kadını en çok çiçekler şımartır.
Hepsi birbirinden güzeldi. Son zamanlarda görüşmediğim
eski bir arkadaşımdan vazoyla gelen bahar çiçeklerine göz koyan çok
oldu ama kimseye vermedim.
Aktar dükkânı da açabilirim. Kaza inanılmaz
türden olunca. Nazara iyi geliyormuş diye ne kadar
ot varsa evime taşıyan dostlarım var.
En son. Dörtlü kız grubunun ölümsüzlüğü bulmuş
edalarıyla çantadan çıkardıkları poşetin üstünde "yedi dükkân
süprüntüsü" yazıyordu!
Nazara iyi mi gelir anlamam ama ruh halime iyi geldiği
kesin. "Çöpe para mı verdiniz" dediğimde, onlar
ciddiydi ben gülüyordum.
Nazar falan bilmem, bildiğim dostlardan yana ne kadar
zengin olduğum...
AKLIMDA KALAN
"Bir kadın ne zaman güzeldir?"
sorusu: Anneannem altı oğluna da tembihlermiş:
"Evleneceğiniz kızın kafasını bir leğenin içine basıp
yıkayın" dermiş, "evlenince her sabah göreceğiniz
yüz o leğenden çıkandır. Boyanıp gelmiş olan değildir."
Makyaj yaparken fazla boyanmamaya (!) dikkat etmemde anneanne sözü
etkili olsa gerek. Sevgili arkadaşım Ayşe Arman'ın
sabah kalktığı haliyle fotoğrafını paylaşması çok hoşuma gitti bu
yüzden. Bir kadın, kendisiyle barışıksa güzeldir. Özgüveni
varsa, doğalsa, olduğu gibiyse çekicidir. Bitti.