BDP Eşbaşkanı Selâhattin Demirtaş, ölüm
orucuna yatanlar için şöyle dedi:
“Talepleri Mehmet Öcalan adaya gitsin değildir.
Abdullah Öcalan, adadan gelsindir talepleri.”
Bu talep, ölüm orucunun haklılığını da ve hatta varsa
soyluluğunu da yıktı geçti…
Buna rağmen medyamızda halen ölüm oruçlarına “insan
hayatının değeri” üzerinden bakıp savunanlar, devlete
(Hükümet’e) ”gereğini yap!” diyen gazeteciler,
televizyoncular var...
Nedir gereği?..
Biliniyor…
Hem de ölüm oruçlarını teşvik ve tahrik eden birinci ağızdan
biliniyor…
“Talepleri Mehmet Öcalan adaya gitsin değildir.
Abdullah Öcalan, adadan gelsindir talepleri.”
Devletin (Hükümet’in) ölüm oruçlarını sonlandırabilmesi için
Öcalan’ı adadan alıp başka bir yere (yani evine)
yerleştirmesidir talepleri…
Bir Hukuk Devletinde bağımsız yargının verdiği
kararlar “ölüm oruçları” ile değiştirilmek
hatta ortadan kaldırılmak isteniyorsa ve bu talep devlet veya yargı
ya da Hükümet tarafından “normal” görülüp kabul
ediliyorsa artık orada Devletten de bağımsız yargıdan da
söz edilemez…
Eğer bugün, ölüm orucuna yatanların talepleri kabul edilir
ve Öcalan cezaevinden alınıp evine nakledilirse,
bundan sonra ölüm orucu “tahliye" hatta
"af" aracı olarak
kullanılır devlete karşı...
Ve...
Her ölüm orucunda televizyoncularımız, yazarlarımız “....
ama bu insanlar göz göre göre ölsün mü yani?” diye ahkâm
keserler…
On binlerce gencimizin “devletin bekası
uğruna” ölüşünü “haklı” bulan ve onların
“şehit” olduklarını kabul edenler; on binlerce
insanın katledilmesi için emir verdiği mahkeme kararlarıyla sabit
bir hükümlünün “affı” için ölüm orucuna yatanlara
destek veriyorlarsa;
onların yaptığı gazetecilik, televizyonculuk veya insanlık
değil; terör örgütüne yalakalıktır…