8 Ağustos'ta bu köşede "CHP'ye sıranın ne zaman geleceğini" sormuştum.
Öyle ya, CHP'nin omurgasına tezat işlerin ve kararların arkasında çevrilen dolaplar açıklığa kavuşmayacak mıydı?
FETÖ her yere ulaştı da, CHP'yi teğet geçmiş olabilir miydi? Olamazdı.
Neden kimsenin CHP ve FETÖ konusunun üzerine gitmediğine anlam veremiyordum.
Kemal Beyin etrafındaki danışmanlar tek tek soruşturmaya konu olmaya başladığında bile, bir yorum, bir açıklama yoktu.
CHP ve FETÖ ilişkileri hakkında hem medyadan hem siyaset dünyasından hem de CHP tabanından yükselen ölüm sessizliğine şaşkındım.
Ki...
Yazılarımı ne kadar ciddiye aldığını bilmediğim ama okuduğunu bildiğim Soner Yalçın bu konuya giriverdi.
Hem de ne giriş!
Benim gibi saptama yapıp, soru sorup bırakmadı. Araştırmacı gazeteciliğiyle isim isim, olay olay ortaya dökmeye başladı.
Üzerine ölü toprağı serpilmiş CHP'lilere tezat, Pandora'nın kutusu ortaya saçılmaya devam etmeli.
MEDYA NE ZAMAN OMURGASIZ ET YIĞININA DÖNÜŞTÜ?
Laf kalabalığından öte hiçbir anlam içermeyen, bir tür kör döğüşü olduğunu düşündüğüm tartışma programlarını izlemem.
Habertürk'teki "Enine Boyuna" da onlardan biridir.
O programda emekli Tümamiral Semih Çetin, Mustafa Kemal'in tartışmaya açılmasını kabullenemeyeceğini söyleyerek yayını terk etmiş, izleyenlerden öğrendim.
Medyanın Mustafa Kemal'i ağzına sakız etmesi, sanılmasın ki Erdoğan hükümetleri döneminde oldu.
Turgut Özal döneminde, "Atatürk'ü tabu yapmaktan çıkarmak lazım. Tartışarak anlamak lazım" teranesiyle başladı her şey.
Ve elbette Özal'ın yolunu da Kenan Evren açmıştı.
İlkesizlikten beslenmeye teşne medyamız ise, kavramlar ve konular üzerinde düşünmeden, otokontrol mekanizmasını hatırlamaya bile gerek duymadan, yoldan konuk toplayarak bu batağa hevesle giriverdi.
Ki bu ilkesizliğin yolu da Özal döneminde açılmıştır.
Haliyle, ilkesizlik cazip bir şey. Sorumluluk hissetmiyorsun.
Yanlış anlayan okur olur diye, açıkça yazıyorum ki her tür konunun tartışılması gerektiğine inanıyorum.
Tartışmak iyidir de, tartışma fiiline girecek liyakat sahibi insanda sorun var.
Mustafa Kemal elbette tartışılmalı. Bizzat kendisi zaten tabulara karşıdır.
Ve fakat, Mustafa Kemal'i kahvehane düzeyinin bile altında tartışmaya kalkanlara da "Kardeş bir dakika" demek lazım.
"Ben bu konuyu, bu düzeyde tartışmam" demek lazım.
Zira. Tartışmayla geyik muhabbeti arasındaki çizgi incedir ve bizim o incelikte entelektüelimiz maalesef yok.
Mustafa Kemal zihniyetine eleştiri getirebilecek insanın gerçek bir aydın, entelektüel olması lazımdır. Okumuş, yalayıp yutmuş olması lazımdır.
En azından bu ülkenin kurucusundan söz ederken saygıyı ihmal etmeyecek bir düzey lazımdır.
Ve kanımca, Türkiye bu tür aydın ve entelektüellerden yana şanssızdır.
Ve tavrıyla, zihinlere vuran Semih Çetin'i kutlamak da borçtur.
"MUCİZE"DE BULUŞTUK...
Madem Uğur Dündar açık etti, ben de yazayım o zaman.
İlker Başbuğ'un modern Türkiye'nin kuruluşu hakkında yazdığı tiyatro oyununun hazırlıkları aylardır sürüyor.
Çalışmalar, benim de ders verdiğim Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde yapılıyor.
Oyun hakkında ilk konuştuğumuzda, oyunun adını söylerken Başbuğ'un gözlerinin içi muzipçe gülüyordu: Mucize!
İlk tepkim "Nasıl yani" olmuş, 2007'de yazdığım Tanklar ve Sözcükler'in ithafındaki ibareyi hatırlatmıştım:
"Mustafa Kemal'e, hakkında öğrendiğim her yeni şeyle, yeniden hayran olduğum o mucize adama..."
Bu hatırlatma üzerine Başbuğ da "Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu bir mucizedir" demişti.
Benim mucize kahramanımın, Başbuğ'un mucize olayını gerçekleştirmiş olduğu ortak paydasında buluştuk.
ŞAKA GİBİ AMA AĞLAYASIM VAR...
30 Ağustos kutlamalarına bakıyorsunuz, güvenliğimizden sorumlu Türk ordusundan korunmaya çalışan Türk ordusunu görüyorsunuz.
Neredeyse askerin sözcülüğünü yapan Mete Yarar'a saldırı oluyor, altından oğlunun borç vakası çıkıyor.
Türk Solu'nun yazarı, FETÖ'den tutuklanıyor.
Sadece bu üçünü yanyana söyleyen adamı muhakeme yeteneği eksikliğinden tımarhaneye atarlar normal bir ülkede.
LÜTFEN YAPMAYIN
Kocaman gazeteler, televizyonlar varken. Bu köşede ismi geçen kimi şahısların araya adam sokup adını sildirmeye çalışması ne ayıp.
Gazeteciler.com'un sahibi Hadi Özışık'la biz böyle bir konuda karşı karşıya gelmeyiz.
Gerektiğinde ilke tartışması yaparız. Sonuçta da ikna eden tarafın istediği gibi olur her şey.
Arkadaşım Hadi ile Sabah'taki yayın yönetmenim Fatih Altaylı bu konuda birbirlerine benzerler.
Bir yazımdan rahatsız olup kendisini arayan bakana Fatih'in verdiği cevabı hiç unutmam: "Nuran hocayı siz de tanıyorsunuz, rahatsızlığınızı bana değil, arayıp kendisine iletebilirsiniz."
Tamam, kendiniz arama cesareti bulamayıp eşimi dostumu aracı koyarak beni zor durumda bırakmanızın nedeni, bu köşenin gücünün altını çiziyor, gururumu okşuyor ama bu kadar korkak olmanız da mide bulandırıyor.
AKLIMDA KALAN
Akif Beki'nin Tarık Akan helalleşmesi: Üzerinden günler geçti ama benim aklımdan gitmedi. Akif, Tarık Akan'ın ciddi bir hastalıkla cebelleştiğini öğrenince köşesinden helalleşme talep etmiş. Bir yandan bakarsanız naif bir davranış. Bir yandan bakarsanız düşündürücü. "İstemeden acıtıcı, incitici bir dil kullandıysam hiç gocunmadan özür diliyorum" demiş Akif. Kalem sahiplerinin sorumluluğu herkesten fazladır. Yazdığın zamanda verdiği zarar, sonra geri dönüp kapatmak istesen de kapatamayacağın kadar derin olabilir. Yazmak iştah açıcı da, yutkunmak da şart.